Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Eşinin Objektifinden Emel Sayın

HAYDİ hayırlısı... Yeşilçam 'da esen fotoğrafçılık rüzgarı hızını gitgide arttırarak devam ediyor. Gün geçmiyor ki bir şöhretin daha eline bir fotoğraf makinesi alıp «güzel resim» peşinde koştuğunu görmeyelim. Ekrem Bora , Fikret Hakan , Ayhan Işık , Kartal Tibet , Tunç Oral , Engin Çağlar ... Bunlar bir anda aklımıza gelen artist fotoğrafçılar. Görüldüğü gibi bu merak sadece erkek yıldızlar için geçerli. Aynı rüzgar geçen yıl Yeşilçam'a giren «Sayın ailesi» nin kapısını da çaldı ve burada da kural bozulmadı. Emel Sayın değil ama, eşi yüksek mühendis İsmet Kasapoğlu önce epey paradan çıkıp teçhizat düzdü, sonra kitaplar okuyup çalışmalar yaptı ve bir de baktık ki karşımıza «mükemmel bir fotofrağçı» olarak çıkıvermiş. Tabii her amatör fotoğrafçı gibi bir de foto-modeli var İsmet Kasapoğlu'nun... Emel Sayın hemen her gün saatlerce eşinin objektifi karşısında poz veriyor, İsmet Kasapoğlu da «çıkır çıkır» karısının resimlerini çekiyor. Emel Sayın'a sorarsanız duru
En son yayınlar

Hülya Avşar Dostluğu Anlattı

Nükhet kalabalık sinema salonundan çıkarken iki saattir kapalı bir yerde kalmanın sıkıntısını hissetti içinde. Ama sonra güzel bir film seyretmenin mutluluğu her şeyi aldı götürdü. Dışarıda hafiften yağmur yağıyordu. Kıştan kalan bir gün bu bahar havasını alıp götürmüş, yerini serin, yağmurlu, kapalı bir güne bırakmıştı. Caddenin kalabalığına, otomobillerin oradan oraya koşuşturmalarına baktı. İçinde milyonlarca insanı barındıran bir şehirde yaşamdan bir kesit diye düşündü. Sonra düşünceleri o insanların üzerinde yoğunlaştı... Sevgiyle baktı herbirinin yüzüne ayrı ayrı. Yaşam, insanlar, içinde bulunduğu ortam, her şey güzeldi aslında. Ama bu bir bakış açısı değil miydi? İnsan nasıl bakarsa öyle görmez miydi çevresini, öyle algılamaz mıydı çevresindeki olayları? Başını kaydırdı, gökyüzüne baktı. Serin yağmur damlaları yüzüne damladı, üşüdü, başını eğdi. Sonra bu hareketi caddenin tam ortasında yaptığını farketti. Kendi kendine güldü. Önündeki yol uzundu. Hızlanan yağmurla bi

Cüneyt Arkın Kızlarla Havuzda

Yıldız Parkı'na girip yokuş yukarı tırmandık. Kapıcı: «Filimciler Malta Köşkünde çalışıyor» demişti. Arabamız döne döne, asfalt yollardan geçti ve sarı boyalı, kargir köşkün önünde durdu. Kapıda siyah, uzun bir elektrik kablosu görünce içeride filim çekildiğini anladık. Yerlerde sürünen kabloyu takip edip kapıdan içeri adım atacağımız sırada birisi: - «Aman dikkat, Film çekiliyor!» diyerek yolumuzu kesti. Bekledik. Nejat Saydam'ın «tamam» sözünü duyunca içeri girdik. Vaktiyle sultanların serinlediği dört köşe mermer havuzdaki manzarayı görünce kendimizi geçen asırlarda yaşıyormuş zannettik. Sözle anlatılır gibi değildi manzara: Şelaleli çeşmelerden şıkır şıkır sular akıyor. Sonra bunlar birleşip büyük havuza doluyor. Havuzun etrafındaki sütunlar çiçeklerle süslenmiş. Bazı yerlere beyaz paravanalar konmuş. Havuzun içine önce bir «afet devran» girdi. Çıplak mı çıplak. Hemen etrafını yarım düzeni genç kız aldı. Başladılar ortalarındaki başı taçlı, kulakları kocaman küpel

Deniz Gökçer Tercihini Yaptı

TİYATROYLA pek fazla içli dışlı değilseniz bile muhakkak Deniz Gökçer adını duymuşluğunuz vardır. Devlet Tiyatrosu Genel Müdürü Cüneyt Gökçer ’le, aynı tiyatronun sanatçılarından Mediha Gökçer'in kızlarıdır Deniz Gökçer. Ne yalan söylemeli, geçen gün Acar Filim platosunda karşı karşıya gelip tanıştırılıncaya kadar, benim de kendisi hakkındaki bilgim bundan fazla değildi. Pek onun «Genel müdürün kızı olmaktan öte» iyi bir tiyatro artisti, sözü edilir, hesaba katılır bir sanatçı olduğunu duymuşluğum: «Andromak» ta, «Damdaki Kemancı» da, «Bir Bardak Su» seyretmişliğim vardı. Platoda, iki plan arasında tanıştırıldık Deniz Gökçer'le. El sıkıştık, kenardaki iki sandalyeye oturup konuşmaya başladık. 1945 yılında, Ankara'da doğmuş Deniz Gökçer... Önce Devlet Konservatuvarı Bale Bölümü'ne gitmiş, orada 6 yıl okumuş. Sonra şiddetli bir «lumba go» onu Bale Bölümünden ayrılmaya mecbur etmiş. Bunun üzerine yeniden imtihanlara girmiş Deniz Gökçer, bölüm değiştirip Devlet Konse

Ivana Trump'ın Altın Gözyaşları

Amerikalı borsa bankeri ve emlak kralı Donald Trump’ın boşanmak için karısı Ivana’ya trilyona varan serveti verip vermeyeceği bir yana, şimdi çok kişi bu ilişkinin nasıl başlayıp geliştiğini merak ediyor... Karı-koca Trump’ları birbirine düşüren olaylar dizisi dünya basınının kalemine dolandı. Gazeteciler, yılbaşı tatili için Aspen Kayak Merkezi’ni dolduran ünlülerin fotoğraflarını çekmekle meşguldürler... Adım başında ünlü bir sinema oyuncusu ya da bir işadamıyla karşılaştıkları için, Aspen’in doğal güzelliklerinden yararlanmaya fırsat bulamamışlardır. Bir sabah, Aspen’deki büyük otellerden birinin önünde bekleyen bir fotoğrafçı, yakışıklı milyarder Donald Trump’ın eşinin öfkeli öfkeli otele doğru geldiğini görünce, hemen Bayan Trump’ın fotoğraflarını çekmeye başladı. O sırada Donald Trump’da otelin kapısından çıkmıştı. Kırk bir yaşındaki dolar milyarderi işadamı, karısını birdenbire karşısında bulunca, şaşkınlığını gizleyememişti. Fotoğrafçı, Donald Trump ile eşinin bu il

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

DÜNYANIN birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik ’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam ’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İsta

Hünerim Aşkta Sökmüyor

Hüner Coşkuner 'in bugüne kenar hep ne gizli hünerleri olduğunu yazmaya çalıştık. İyi bir aşçı olduğunu, ailesine olan bağlılığıyla son derece iyi bir evlat olduğunu, nakışa ve dikişe olan merakının yabana atılacak cinsten olmadığını zaman zaman yazdık. Ama bu yazdıklarımız arasında hünerini gösteremediği işleri de sıraladık. Ama nedense birini unutmuşuz. Meğer genç şarkıcı aşk hayatında da hayli hünersizmiş. Yeni çalışmaya başladığı Ankara Altın Nal Gazinosu'nun küçük kulisinde yalnızlıktan bıktığını en büyük düşünün eylenmek olduğu halde erkeklerden korkar hale geldiğini anlatarak dert yanan Hüner Coşkuner kendini şöyle eleştiriyor: - ''Çevremde çok erkek var. Bugüne kadar rahibe hayatı da yaşamadım. Ama kiminle bir ilişkiye gitsem aldığımdan çok veriyorum. Duygusal yapımdan olsa gerek Aşık olduğum erkekler bugüne kadar çok kullandı beni. Üstüme başka kadınlarla ilişki kuranlar bile oldu. Anladım ki, aşk hayatımda pek hünerli değilim. Bu yüzden erkek milletind

Brigitte Bardot'un Şöhreti Tehlikede

«Kim şöhretini kaybetmemek uğruna kamera karşısında soyunmaya devam edecek? Fransız sinemasının biricik yıldızı Brigitte Bardot mu? Çevirdiği filimlerdeki başarısıyle oyun kabiliyetini bütün dünya filimcilerine kabul ettirmiş olan, rejisörleri peşinden insafsızca koşturan Brigitte Bardot mu? Her hareketi genç kızlar arasında yeni bir çığır açan, her giydiği elbiseyle yeni bir modanın öncülüğünü yapan Brigitte Bardot mu? Kim böyle bir ihtimali aklına getirmişse mutlaka Brigitte Bardot'yu yeteri kadar tanımıyor demektir. Brigitte Bardot'nun rol kabiliyetinden yoksun, tek silahı güzellik olan yıldız adayları gibi, vücut gösterisiyle şöhret avcılığına çıkmasına ihtiyaç yoktur. Sinemanın dişi kedisi tektir. Kimse onunla boy ölçüşemez ve o da kimseyi kendine rakip görmeye tenezzül etmez. Şöhretinin devam etmesi için de soyunmasının şart olduğuna asla inanmaz. «Böyle bir söylentiyi kim ortaya çıkarmışsa mutlaka Brigitte Bardot'nun sinemadaki başarısını kıskandığı için ona l

Ayhan Işık'ın Gözüyle Avrupa

AYHAN IŞIK Avrupa'dan döndü. Uzun süren bu seyahatinde «Kral»ın görüp gezmediği yer hemen hemen kalmamış. Danimarka. İsveç, Almanya. Hollanda. Avusturya, İngiltere... Her gittiği yerden bir iz kalmış. Kimi daha dün gürmüşçesine net; kimi flu fotoğraflar gibi sisli anılar... Beğenip hayran kaldıkları, şaşıp akıl erdiremedikleri, Türk mantığıyle Batılı düşünce tarzına vurduğunda farklı sonuçlara ulaşan olaylar... Bizim mutfağımızdan uzak yemekler, bizim lezzetimizden farklı içkiler, bize ters düşünceler, duygular... Hepsi, ama hepsi kendine yer bulmuş Ayhan Işık'ın anıları arasında; ama az ama çok! «BİR AN MEMLEKET BOŞALDI ZANNETTİM» Ayhan Işık bu seyahatinde bir şeye çok üzülmüş, önce kendini duygulandıran, sevindiren bir ilgi, sonra onu düşünceye sevk etmiş. - «Avrupa'da bu defa en çok dikkatimi çeken şey, orada rastladığım Türklerin çokluğu aldu,» diyor. «Kopenhag'da yemek yerken. Berlin'de kitap, gazete alırken, Münih'te bira içerken, İsveç'te

İki Gazino Patronu Ajda Pekkan'a Nasıl Rest Çekti

Ajda Pekkan , pılıyı pırtıyı topladığı gibi yine Paris'in yolunu tuttu. Ama bu ani gidiş, eskilerinden farklıydı... Ajda Pekkan, biraz da İstanbul'dan gitmeğe mecbur kaldığı için yola çıkmıştı. İki büyük gazino patronunun Ajda için aldığı ortak karar,kaprisli ses sanatçısını bir anda İstanbul sahnelerinden koparıp atıvermişti... Ajda Pekkan, bir türlü paraya doymuyor ve fiatını artırdıkça arttırıyordu. Üstelik İstanbul'daki yaşantısından da her zaman yakmıyor, sık sık Paris'e yerleş Ajda Pekkan'ın en son istediği para gecede 6 bin liraydı. Bu isteği karşılansa bile,bir süre sonra yeni bir zam teklifiyle karşılaşacaklarını anlıyan iki büyük gazino patronu, belki hayatlarında ilk kez bir konuda anlaştılar ve Ajda'nın fiatını 3500 lirada dondurdular... Ve ilk kez bir konuda sözlerini tuttular... Bu durum karşısında Ajda Pekkan hemen Ankara'ya gitti ve 30 gün çalıştıktan sonra işinin bittiğini anladı. Başkent sahneleri Ajda Pekkan'ı bir aydan fazla

Brigitte Bardot Şöhretini Kaybediyor

Kışı Saint Tropez’de mi Geçirecek Otuz yaşına basmak Brigitte Bardot'ya sanıldığı kadar uğur getirmedi. Güzel yıldızın bugünlerde binbir derdi var. Bob Zaguri ile evlenme hazırlıklarına girişmiş olmasına rağmen, hala hürriyetinden yüzde yüz fedakarlık etmeye razı olamıyor. Bu arada düne kadar hiç isimleri anılmıyan Catherine Deneuve, Françoise Dorleac ve Sylvie Vartan’ın başarıları onu endişelendiriyor. Boş zamanlarında Paris yerine Saint Tropez’deki evinde dinlenecek olan Brigitte için, şimdi en az 3 filmde rol almak ihtimali var. Bunlardan ilk Louis Malle’in «Vive Maria»sı, İkincisi Robert Thomas’ın «Yalnız Adama Tuzak» adlı kordelesi. Üçüncüsü de Jacques Demy’nin «Rochefort'lu Genç Kızlar» isimli eseri olacak. B. B. şöhretini kaybetmemek için bir şeyler yapması gerektiğine nihayet inanmış durumda. İki ay önce, 30. yaş gününü kutladığını bildirdiğimiz Brigitte Bardot, bu yıl en az 3 film çevirecek ve evlenip yeni evine taşınana kadar boş zamanlarında sayfiyedeki

Altın Çocuk Göksel Arsoy Nasıl Çaresiz Kaldı

Yerli sinemanın sarışın, yakışıklı jönprimiyesi Göksel Arsoy gerçekte yerli film seyircisini güzel kadın öpen, romantik bir jönprimiye olarak büyülemişve uzun bir süre saltanatını hep ağlatıcı filmlerin kahramanı olarak sürdürmüştü. Ancak romantik filmlerin modası geçince Arsoy'da Altın Çocuk adında bir yerli James Bond filmi çekmek üzere İngiltere'ye gitti. Ancak geri eli boş olarak döndü. Sonunda İstanbuI'a gezmek için gelen İsveç'li bir turistle anlaştı ve onu çok dedikodulu filminde baş rolde oynatı verdi... Bugüne kadar Türkiye'de çevrilen Bond filmlerinin en iddialısı olan "Altın Çocuk", Göksel Arsoy'un başına bir çok işler açtı. Bir zamanların romantik jönü Arsoy, asker dönüşü yeni bir hamle ile girmek istemişti.. sinemaya... İşte bu yüzden, hikayesinin üzerinde günlerce tartışılan, senaryosu iki ayda yazılan "Altın Çocuk" filmi için İstanbul'dan kalkarak Londralara kadar gitti. Bu gezi, hem Londra'da çekilmesi gereken

Fenerbahçe'nin Şampiyonluk Tarihi Dosyası

Günümüzden 67 yıl önce yine böyle bir bahar günü, Kadıköy'ün meşhur Kuşdili Çayırın'da İngiliz ve Rum gençlerinin kendi aralarında oynadıkları, zamanın en büyük modası olan futbol maçını gıpta ile seyreden Kadıköy'lü bir avuç meraklı Türk gencinden Ziya, Ayetullah ve Necip, Moda'daki evlerine doğru giderlerken ne zamandan beri içlerini kemirmekte olan büyük bir arzuyu kendi aralarında bir kez daha dile getirmişlerdi: - «Neden bizim de bir futbol kulübümüz olmasın?..» - «Bu sahalarda Türk çocukları da neden kendi takımlarının forması altında top oynamasınlar?..» - «Biz de futbol kulübü kuralım.» O akşam Necip'in Moda'daki evinde toplandıkları zaman içlerinde yaşça en büyükleri olan Nurizade Ziya: - «Kulüp için lüzumlu parayı ben veririm!» dediği zaman hepsinin içlerini hudutsuz bir sevinç kaplamıştı. Ve o anda bu üç Türk genci bir kulüp kurmak konusunda kesin karara varmışlardı. Önce kulübün adını aralarında düşündüler. Karşılarında narin bi