Telefon çaldı. Bir kadın sesi... Önce tanıyamadım. Heyecanlı ve kibar... - «Ben Sema Özcan... Nasılsınız efendim?» Birkaç hal - hatır cümlesinden sonra devam etti: «Sizinle muhakkak görüşmek istiyorum... Hemen gelebilir misiniz? Olmazsa, yarın sabah mümkün mü? Dokuz buçukta... Esentepe'deki evimizde... Biliyorsunuz... Beklerim...» Hafif yağmurlu, sisli bir hava... Aralık ayında, hala yeşil duran çimenlere basa basa evine doğru yürüdüm. Pencereleri tüllü evin merdivenlerinden çıktım. «Yaver Özcan» yazılı zile bastım. Kapı açıldı. Karşımda, saçlar: sol tarafa dökülmüş, kahverengi gözlerinde zeki ışıklar parlayan Sema Özcan var. - «Buyrun» dedi. Girdim. Pencere önündeki kanepeye oturdum. Işık arkamdan geliyor. Sema Özcan karşımdaki koltuğa oturmadı, yanımdakine geçti. Karşıda, oda kapısının dibinde radyo, devamlı çalıyor. Birkaç «havai» cümleden sonra konuya Sema Özcan girdi: - «Ediz için SES mecmuasında çıkan röportaj benim çok aleyhimde...» dedi. Kelimeleri seçerek, güz...