- «Hava çok sıcak... Birden karşıda bir deniz görülüyor. Küçük dalgacıklar, bembeyaz köpükler. Düşüncesi bile insana serinlik veriyor, içinizden, «Şu denize girip bir serinlesem,» diyorsunuz. Deniz serin, cazip, deniz güzel... Dışarısı da alabildiğine sıcak. Hemen koşuyorsunuz denize, atıyorsunuz kendinizi sulara... Ama deniz hiç de dışarıdan göründüğü gibi çıkmıyor. Su sıcak, bastığınız yerler yosunlu, küçücük sandığınız dalgacıklar dev gibi... Bir süre direniyorsunuz, direniyorsunuz ve birden bıkıyorsunuz, tükeniveriyorsunuz, anlatılmaz bir bezginlik sarıyor dört bir yanınızı...» Sinemayı anlatıyordu Selda Alkor... Ne bilirim ki bu «deniz» tasvirinin gerisinden Selda Alkor bir an duracak ve sanki, «Bugün yumurta pişirdim!» dercesine iddiasız bir sesle, sadenin sadesi bir tonla, «Kesin kararımı verdim. Ben sinemayı bırakıyorum. Dışarıdan cazip olan 'denizleri' artık kendilerinin olsun,» diyecek. Ama kelimesi kelimesine bunları dedi Selda Alkor. Dedi ve susuverdi. Bu s...