Yağmurlu bir gün... Nilüfer Koçyiğit ile yağmur altında yürüyor, yürüyoruz... En küçük Koçyiğit’in kapısını o gün kendisiyle konuşmak, son durumu hakkında bilgi edinmek için çalmıştık. Fakat aksilik bu ya o da dışarıya çıkacakmış. Her öğleden sonra iki saat yürümeyi adet haline getirmişmiş ve acaba bizler bu yürüyüşte ona refakat edemez miymişiz! Böylece hem yürür, fazla kilolarımızı atar, hem de konuşur dertleşirmişiz! Haydi siz siz olun da kabul etmeyin bu cazip (!) teklifi. Yıldırım gibi düşünüyoruz «Kabul etmezsek n’olur?» diye. N’olacak, işler aksar, diğer röportajlar arap saçı gibi birbirine girer. Sonra ayıkla pirincin taşını!... İşte yağmur altındaki o şahane yürüyüşümüz böyle başladı. Nilüfer Koçyiğit’in dünya umurunda değil. Oradan oraya koşuyor, sıçrıyor, yerinde duramıyor. Yağmura bile aldırdığı yok. Hoş bizim de üzerimizde son moda, yağmurun damlasını geçirmeyen cinsten bir yağmurluk olsa biz de aldırmazdık ya... Ama kabahat bizimdi! Tedbirsizlik etmiştik. Değil...