Yirmi sene öncesi, İstanbul'un yağmurlu ve rutubetli bir kış günü... Taksim'i Tepebaşı'na bağlayan, sağlı-sollu ahşap, köhne, karanlık evlerin sarmaladığı Tarlabaşı Caddesi'nin Ömer Hayyam Sokağı ile kesiştiği köşe başında, birkaç serseri, elleri ceplerinde titreyerek konuşuyorlar: «Çok soğuk...» «Bu gece, bütün sabahçı kahveleri ağzına kadar dolar...» «Akşama don yaparsa, yarın garanti kar var...» «Keşke okuyup büyük adam olaydık... O zaman her şey farklı olurdu...» Fırtınayla birlikte yüzlerini ustra gibi kesen yağmur taneleri, «farklı olurdu» sözcüklerini alıp götürüyor... Onların ayaküstü, titreşerek konuştukları köşe başından birkaç ev aşağıda, izbe bir evin tek odasında da bir genç adam soğuktan donan ellerini oğuştururken, aynı sözcüklerle mırıldanıyor: «Tıp Fakültesini bitirdiğim zaman her şey farklı olacak... Bu sıkıntılar bitecek. Bitecek bir gün...» Önündeki kırık dökük teneke sobası buz gibi... Odun almak için sokağa çıkıyor... Üstündeki ...