Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Haziran, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Gülşah Koçyiğit Annesinin İzinde

Geçtiğimiz haftalarda bütün tafsilâtı ile verdiğimiz prodüktör Hürrem Erman'ın evinde yapılan fasitli ve sirtakili toplantı sırasında çok enteresan bir şey oldu. Hülya Koçyiğit - Selim Soydan - Hürrem Erman üçlüsü bir ara bir köşeye çekilip konuşmaya başladılar. Konuşma, Soydanlar'ın küçük kızı Gülşah'la ilgiliydi. Erman Film Türkiye'nin en ünlü yıldızlarından biriyle, Türkiye'nin spor alanındaki en büyük şöhretlerinden birinin kızlarının sinema artisti olması için teklif yapıyordu. Genç ve şöhretli ana - baba teklifin mahiyetini öğrendikten sonra prensip olarak, «Evet,» dediler; eller sıkıldı ve kadehler bu defa da Gülşah’ın artist olması şerefine kalktı. Evet, sonbaharda Gülşah Soydan da kamera karşısına geçecek ve şöhretli annesi, az şöhretli teyzeleri gibi rol yapacak. Eylül ayı içinde çekimine başlanacak filimde Gülşah, annesi Hülya Koçyiğit'in «çocuğu» rolünde oynıyacak. Durum gerçek hayatta da aynı olduğu için Gülşah'ın ilk filminde yabancılık

Necdet Tosun Dengini Buldu

Geçenlerde çok enteresan bir filim setinde bulunduk.. Erler Film «İşportacı Kız» ve «Güzel Şoför» adlı iki filmi aynı günde çekiyordu. «Güzel Şöför»de Alpaslan’la Süreyya adında iki İranlı «yıldız» Filiz'le birlikte oynuyorlardı. «İşportacı Kız»ın başrollerinde ise Filiz Akın'la Kartal Tibet vardı. Aynı filimde Cihangir Gaffari, Hulusi Kentmen, Sami Hazinses, Gülgün Erdem ve... Evet ve «Orta Şark'ın en şişman iki aktörü» Hümayun Tebrizyan’la Necdet Tosun da oynuyorlardı. Hümayun Tebrizyan İran'da filim başına bizim paramızla 60-70 bin lira alan İran’ın en ünlü ve de en şişman komedyeni.. Bizim «zayıflıktan muzdarip» (!) Necdet Tosun'umuz ise cümlenin malumu.. İkisinin bir arada olduğu setin halini varın siz tahmin edin artık... Şaka, espri, gırla gidiyor. Mübarekler bir taraftan birbirlerine laf yetiştiriyorlar, bir yandan da meyve, yemek cinsinden «fazlalıklardan» seti temizliyorlar (!) Daha da enteresanı şu: Hümayun filimde bir ara rol icabı kadın oluyor.

Cüneyt Arkın'ın Benzeri Aranıyor

Sinema artisti olabilmek bir şans işidir. Beyazperdeye ya bir «yarışma» kazanılıp girilir, ya da değişik bir tipiniz varsa ve tesadüfen bu değişik tipiniz sinemayla ilgili birinin dikkatini çekerse girilir. Ve bütün dünyada on binlerce genç kız ve erkek de böyle bir tesadüfün hayaliyle rüyalarını süsler. Sinema artisti olmak isteyenler için işte bir fırsat. Cüneyt Arkın «Malkoçoğlu» filmi için bir genç erkek arıyor. Yalnız bu gencin şöhretli yıldıza, yani Cüneyt Arkın'a son derece benzemesi lazım. Saçları onun gibi uzun olacak, boyu bosu onun gibi heybetli olacak, sözün kısası, hali, tavrı, gözleri, kulağı, kaşları ile Cüneyt Arkın'a tıpatıp benzeyecek... Eğer Cüneyt Arkın’a benziyorsanız ve eğer sinema artisti de olmak istiyorsanız «Beyoğlu’nda, Kuloğlu Sokağı'ndaki Duru Film Şirketi» ne gidiniz. Duru Film Şirketi’nin ilgilileri sizi Cüneyt Arkın’a benzetirlerse hemen mukavele yapacaklar, «Malkoçoğlu» filminde Cüneyt Arkın’ın oğlu rolünü oynatacaklar... (diğer haber

Zeki Müren'in Motorunu Filiz Akın Aldı

Geçen hafta mecmuada çalışırken birden telefon çaldı. Açtık... Telin öbür ucunda Filiz Akın'ın eşi rejisör Türker inanoğlu vardı. Merhabalaştıktan sonra Türker İnanoğlu sadede geldi: - «SES’te Zeki Müren'in motoru ile ilgili renkli bir röportaj çıkmıştı.» dedi. «Rica etsem, o mecmuadan bana bir tane temin edebilir misiniz?» Önce, «Tabii, hay hay... Siz bir adam yollayın, verelim» dedik ve hemen peşinden sorduk: «Hayrola, o sayı size niçin lazım?» - «Mecmuada resmini yayınladığınız o motoru Zeki Müren’den satın alıp Filiz'e (Filiz Akın) hediye etmek istiyorum da..» - «Ya!.. Hayırlı olsun!..» deyip telofonu kapadık ve hemen SES cildlerini karıştırmaya başladık.. Aradığımız 14.8.1965 tarihli SES'teydi.. Mecmuanın kapağında Zeki Müren'in ve motorunun resmi vardı... Zeki Müren bu motoru «Hep O Şarkı» adlı filmini bitirir bitirmez almıştı.. Markası Volvo Pentha'ydı. Altı beyaz, üstü maviydi. Saatte 25 deniz mili sürati vardı ve Zeki Müren motoruna «iyi

Hayley Mills'in Aşk Sahneleri

Artık genç kızlık çağına giren Hayley Mills’in “The Moonspinners” isimli son filminde ilk defa olarak çevireceği aşk sahneleri, Mills ailesini birbirine kattı. Günlerden beri evin içinde herkesin zihni aynı konu ile meşguldü. Sabah kahvaltısında aynı mesele tartışılıyor, öğle yemeğinde aynı konuda fikir yürütülüyor, akşam yemeklerinde de söz dönüp dolaşıp o meseleye geliyordu... Küçük yıldız Hayley Mills'in çevirmekte olduğu son filmde bir aşk sahnesinin bulunması Mills ailesinin fertlerini telaşlandırmıştı. Ünlü aktör John Mills, kızının henüz çocuk sayılacağını, kamera karşısında rol arkadaşıyle öpüşmesinin doğru olamıyacağını ileri sürüyordu. Anne ve abla ise Hayley'in artık beyaz perdenin genç şöhretleri arasına girdiğini, çocuk rollerine çıkmakla şöhretini öldüreceğini söylüyorlardı... Hayley ise heyecandan ne diyeceğini, ne yapacağını bilemiyordu. Tabii neticede rejisör ağır bastı, ve geçen yılların küçük yıldızı Hayley Mills, sevimli bir genç kız olarak seyircinin

Nebahat Çehre Balerin mi Oldu?

Nebahat Çehre birkaç yıldan beri yerli filmlerde önemli rollere çıkan bir sinema artistidir. Geçenlerde ona bale dersi alırken rasladık ve gördüğünüz bu fotoğrafları çektik. Acaba Nebahat Çehre balerin olmayı artistliğe tercih mi etmişti? Kaderi ve kabiliyetleri onu sanatın bir başka dalına doğru mu itiyordu?... Bu sayfalarda bulacağınız yazı, size üstte bahsi geçen soruların cevaplarını vermektedir. BALE KOSTÜMÜNÜ GİYİYOR — Nebahat Çehre, aldığı dersleri yalnız başına tekrarlıyor ve vücudunun güzelliğini böyle koruyor. UZAKTAN bakılınca insanlar hep birbirine benzer görünüyor. Oysa aralarında epeyce ayrıntılar var ve nice meziyetler, değerler yakından incelenince beliriyor. Yıllarca uzaktan tanıdığımız kişi ile birkaç saat derinliğine konuşmak bize yeni bir dünya keşfettiriyor. Önce hayret ediyorsunuz. Sonra hayran oluyorsunuz. Kendinizi de kınıyorsunuz, «Neden anlıyamadım bu yönlerini?» diye... Yerli film çevrelerinde böyle gizli kalmış meziyetler çok. Nebahat Çehre'yi

Ediz Hun'un Gizli Dünyası

EDİZ HUN ve biyoloji.. Ediz Hun ve zooloji, sürüngenler, kertenkeleler.. Bu isimler arasında bir ilişki kurabildiniz mi? Hiç sanmıyoruz. Birinci isim Türk sinemasının tanınmış bir yıldızı, «romantik jönü» dür, diğer isimler ise bambaşka, esrarengiz bir alemin, bilim dünyasının bir koludur. Biz de geçtiğimiz pazar gününe kadar böyle bilirdik. Ama kazın ayağı öyle değilmiş! O pazar günü duyduklarımız ve gördüklerimizden sonra az daha küçük dilimizi yutuyorduk! Şimdi duyduklarımızı ve gördüklerimizi size aktarıyoruz. Allah sizin küçük dilinizi korusun!. SİNEMA VE HAYVANBİLİM Pazar günü Ediz Hun’u ziyaret ettiğimiz zaman her şey normal röportaj çerçevesinde gelişiyordu. Sinemadan, yeni projelerden, filimlerden bahsediyorduk. Konu tam Ediz’in bitmeyen çilesi «gönül meseleleri, evlilik durumları» na kayarken, romantik jönümüz birden durdu, düşündü ve «İsterseniz bu gün sinemayı, yeni filimleri, dedikoduları, evliliği filan rafa kaldıralım,» dedi.. «Size bilmediğiniz, daha doğrusu il

Bayram Misafiri Ivana Zanicchi

Şu son birkaç yıldır müzik dünyasının ünlü sesleri, artık bizlere seslerini dinletmez olmuşlardı. Bundan bir kaç yıl önce akın, akın İstanbul'a gelen beynelmilel şöhretler bugün ancak turistik gezi için İstanbul’a geliyorlar, şehrimizde ya iki gün, ya üç gün kalıp gidiyorlar, France Gali, Michelle Polnareff'den sonra geçtiğimiz haftalarda İstanbul'a bir başka turist şarkıcı daha geldi: Iva Zanicchi. Bu beynelmilel şöhret de diğerleri gibi İstanbul’u son derece beğendi, yakın zamanda tekrar gelmek için söz verdi ve arada bir çevresine, etrafındaki gazetecilere bakıp. «Hayret! Demek Türkiye’de bu derece tanınıyorum ha!» dedi ve bu şaşkınlık arasında da eylül ayında tekrar İstanbul'a gelip, konserler vermek için bir mukavele imzalayarak İtalya’ya döndü. Iva Zanicchi İstanbul'a adı «Bahar Bayramı» olup, aslında kıştan pek farkı olmayan 1 mayıs günü geldi. Yanında menejeri ve ayni zamanda kocası Ansoldi, Rifi plak şirketinin müdürü kayınpederi ve kayınvalidesi var

İlker İnanoğlu'nun Tekne Keyfi

Bizim yıldızların denizle ilgili merakları nedense fazla gelişmemiştir. Yeşilçam'da evi olmayan, arabası olmayan «yıldıza» pek rastlanmaz ama, deniz motoru olan yıldız hemen hemen yok gibidir. Yazımızın başında kullandığımız «yıldız» kelimesini bizde kullanıldığı gibi «sinema yıldızı» anlamına değil de, geniş manasıyla alsanız, yani işin içine tiyatro sanatçılarını, müzisyenleri katsanız bile durum pek değişmez. Bildiğimiz kadarıyla «deniz motoru» olan tek şöhret takdimci Erkan Yolaç'tır. Deniz merakı dillere destan olan Çetin İnöntepe, son seyahatinde Avrupa'dan deniz ve denizcilikle ilgili malzeme getiren Ediz Hun ve daha birkaç isim... Bu kısa girişten sonra şimdi asıl konumuza gelelim: Biliyorsunuz, Zeki Müren 1965 yılında bir motor almış, adını da «İyi günlerde kullanılır inşallah,» anlamına gelen «Kıvan» koymuştu. Zeki Müren gibi bir şöhretin deniz motoru sahibi olması çok kişiyi ilgilendirmiş, SES'te yayınlanan rehkli ve geniş bir röportaj da bu ilginin

Göksel Arsoy Su Kayağında

Yeşilyurt'taki Çınar Otelinds bir haftalık bir dinlenme devresi içine giren Göksel Arsoy 'u ziyarete gittiğimiz zaman onu otelin arkasındaki plajda, su kayağı yapmaya hazırlanırken bulduk. Etrafını bikini mayolu genç kıziar, yanık vücutlu delikanlılar kuşatmıştı. Göksel'i bütün hareketleriyle, konuşması ile tanımak istiyorlardı. Meraklı çemberini aşmak hiç de kolay olmadı. O bizi görünce, mavi suların üzerinde az sonra kendisini kaydıracak olan motorun kaptanına işaret etti: - «Misafirlerim geidi. Beş dakika sonra hareket edelim olmaz mı?» dedi. Bize döndü: - «Bu, bir haftalık tatilimin dördüncü günü. Gelişimden bu yana her gün otelin motoru ile su kayağı yapıyorum» dedi. Bir yıllık aradan sonra tekrar su kayağına başlayan Göksel, ikinci gün vücudunda ağrılar, sızılarla uyanmış. İlk gün çok kaymasının tesiriyle olacak, gece yattığı yeri bilememiş. Ama bu fevkalade yorucu, fakat son derece güzel spora çabuk alışmış; vücudunun hamlığını da üzerinden atmış. Artık

Fikret Hakan da Rejisör Oldu

27 Şubat 1971 tarihli SES mecmuasında «Fikret Hakan rejisörlüğe hazırlanıyor» başlığım taşıyan bir röportaj yayınlamıştık. Bu röportajı yaparken şunlan söylemişti bize Fikret Hakan: - «Şimdilik hazırlıklar yapılıyor. Tahminen mayıs ayı sonlarında filmi çekmeye başlamış olacağım. Bu filimde niçin kendimin başrol oynayacağı şeklindeki sorunuza gelince... Beni benden iyi kim tanıyabilir ki? Filimde ne çekeceğimi, nasıl oynanması gerektiğini çok iyi bileceğime göre, ilk rejisörlüğümde başrolü de kendimin oynamasını uygun buldum.» Fikret Hakan, mayıs ayının sonunu beklemedi ve geçtiğimiz ayın sonunda rejösörlüğe başladı. O gün Tarabya sırtlarında bir evde «Bütün İstanbul Duysun» adlı filmin setine gittiğimiz zaman Fikret Hakan, kelimenin tam anlamıyla kollan sıvamış, boynunda vizörü, elinde kronometresiyle sağa sola emirler yağdmyordu: - «Nebahat (Çehre) hanım siz şurada duracaksınız, Metin (Serezli) bey kadra girdiği zaman ona doğru yürüyeceksiniz.» - «Selma hanım, aman diya

Filmciler Hamam Kapattı

Osmanlı İmparatorluğu devrindeki yaşayışımızı noksansız göstermesi için ''Haremde Dört Kadın'' filminin bir sahnesinin hamamda çekilmesi gerekiyordu. Filmciler de Mimar Sinan’ın eseri Çinili Hamamı bir güniüğüne kapatıp içeride çalıştılar... Şimdiye kadar «gazino kapatmak», «ev kapatmak», «hamam kapatmak» sadece hacıağalara mahsus bir olaydı. Bütün personeliyle bir gazinoyu özel olarak kiralayıp müşteri almamak, ya da dağ başında bir evde «oturak alemi» yapmak, veya hamam kapatıp turşular, baklavalar, meyvalar yiyip, içkiler içmek, sonra da yıkanıp ince saz takımı dinlemek, yeni ve tadılmamış zevkler peşinde koşan, keyfi yerinde insanların yaptıkları şeylerdi. Şimdi bu çeşit eğlenceler değişti, modası geçmiş «tarih» oldu. Fakat yerli filmciler bu geçmiş tarihi tekrar dirilttiler ve ünlü Mimar Sinan'ın yaptığı «Çinili Hamam» ı para verip bir gün «kapattılar». Filmciler kapıda hiçbir basın mensubu girmesin diye özel tertibat aldırtmışlardı. Fakat biz, «Film e

Ayhan Işık ve Sinemada 20 yıl

Tam 20 yıl süreyle adını afişlerin, sinema fenerlerinin (bak: Haftanın ansiklopedisi), filim jeneriklerinin başında yazdırmak gerçekten önemli bir iştir... Hele sinemaya Reşit Gürzap’ların, Suavi Tedü’lerin, Muzaffer Tema'ların, Kenan Artun’ların egemen olduğu devirde girmek; Göksel Arsoy’ların, Orhan Günşiray  Göksel Arsoy’ların ’ların devrinde durumunu koruyup, ününü Yılmaz Güney’lerin, Cüneyt Arkın’ların, Kartal Tibet’lerin devrinde sürdürmek çok daha önemlidir. Ayhan Işık 5.5.1929'da İstanbul’da doğmuştur, ama ailesi Selanikli’dir. Selanik'te Atatürk' ün doğup büyüdüğü eve bitişik bir evde oturan aile mübadele ile İzmir'e gelir, oradan İstanbul'a göçer. Altı kardeşin en küçüğü olan Ayhan Işık (asıl soyadı Işıyan'dır) 13 yaşında çalışmaya başlar; Akademi’nin sonuna kadar bir taraftan çalışır, bir taraftan okur. Tezgahtarlık, seyyar satıcılık falan derken Bab-ı ali'ye gelir. Gazetelere başlıklar yapar, Hafta mecmuasına sayfası 7 liradan resimli

Belgin Doruk'un İstikbali

- «Peş peşe üç filim çevireceğiz... İlkinde on altılık bir köylü dilberini, İkincide 24 yıl hapis yatan ihtiyar bir kadını canlandıracağım. Bu filim biter bitmez hemen bir salon komedisine başlıyoruz. O filimde de bir Arap prensesi oluyorum. Bence, bu filimlerin içinde en zoru da bu... Bakın, size kısaca konuyu anlatayım. Prenses Türkiye'ye gelir ve bir banka veznedarına aşık olur... Hoppa, şımarık bir kadındır... Buna karşılık veznedar, erkek tipli, kabadayı, kadınları fazlasıyla seven bir tip. Prenses tür j entrikalarla veznedarın eşi olmayı başarır. Ama, çok geçmeden bu evlilik her ikisi için de bir cehennem azabı olur... Prenses düşünür, taşınır ve «deri değiştirmeye», yani kocasının istediği gibi bir kadın olmaya karar verir. Ve, kocasını kendine aşık etmek için türlü kılıklara girer durur... Bar kadını olur, dilenci olur, sonra İspanyol dansözü olur... Ama, bütün bu zahmetlerin karşılığını da sonunda görür. Sert veznedar, şuh İspanyol dansözüne abayı yakar. Yani bu filim

Rita Hayworth Meteliksiz Kaldı

Film ekibinin çalışmaları son derece ağır şartlar içinde devam ediyordu. Rol alan sanatçılardan bir kısmı, dış sahnelerin çekiminde dublör kullanılmasını istemişler ve eşyalarını toplayıp evlerine dönmüşlerdi. Elbe Adası'ndaki ekipten Anthony Quinn ve birkaç yardımcı aktörden başka sanatçı kalmamıştı. Filimde rol alan kadınlardan ise yalnız bir tanesi yerine dublör bırakmayıp, her şeye rağmen, çalışmalara devam etmişti.. Bu kadın artık ellisine gelen, bir zamanların kızıl saçlı fırtınası Rita Hayworth'tu. Uzun bir süre, sinemadan uzak kaldıktan sonra «Haşhaş da Çiçektir» isimli propaganda filminde, küçük bir rolde oynayarak sinemaya dönen Rita Hayworth, çocuklarına geçim sıkıntısı çektirmemek için, devamlı filim çevirmeyi kararlaştırmıştı.. Böylece, son yıllarda sinemaya dönen eski şöhretlere, bir tanesi daha eklenmiş oluyordu.. Bir zamanların romantik genç kadını Bette Davis, meslek hayatının ikinci döneminde, korku filimleri çevirerek büyük başarı sağladıktan sonra, onu,

Ajda Pekkan Büyük Konuştu

Sarı saçları loş apliklerin ışığında pırıl pırıl parlıyor. İnce zayıf bir yüzü var. Karşılıklı oturmuş konuşuyoruz... Dışarıda yağmur serpeliyor. Gökyüzü Ankara'ya yine kasvetli bir gün daha yaşatıyor... Geçmişten bahsediyoruz. Ankara seyircinsinden, istikbalde yapacağı işlerden... Sonra sinemadan... Genç kadın birdenbire irkiliyor ve «Filim çevirmek benim için artık çok uzaklarda kaldı,» diyor. «Ancak aç kalırsam dönerim. Nefret ediyorum sinemadan» diye adeta haykırıyor. Bunları söyleyen bir süre önce Ankara'ya bir gazinoda şarkı söylemek için gelen Ses Mecmuası 1963 Kapak Yıldızı, Ajda Pekkan'dı. Sinemada üzüntüler, sevinçler, dedikodular içinde geçen 4 uzun yıl artık mazi olmuştu. Ve Ajda'nın böyle bir karar vermesine de onu, şöhrete ulaştıran Yeşilçam sebep olmuştu... Ödenmeyen bonolar, yerine getirilmeyen vaatler ve bir türlü doymak bilmemecesine insan öğüten Yeşiiçam'ın çarkları!... 1962 yılında bir Akdeniz gezisinde, gemide amatörce şarkılar söylem

Murat Soydan 40 Günlük Baba

MURAT SOYDAN'IN 1937 model beyaz, Buick marka bir otomobili vardı... Oğlu Ali’nin doğumundan kısa bir süre önce bu arabayı satmış, yerine küçük bir Wolkswagen almıştı. Durumu görenler, daha doğrusu Murat'ın eski arabasını bilenler o günlerde Maksim'de sahneye çıkan Murat'ı Wolkswagen'de görünce şaşırıyorlar, «Bizim bildiğimiz Buick marka arabayı tercih ederdi. Acaba neden bu değişikliği yaptı?» diyorlardı. İşin aslı sonunda anlaşıldı. Murat Soydan geçenlerde 1971 modeli vişne çürüğü bir Buick araba satın aldı.. Murat Soydan’a 200.000 liraya mal olan araba 4 kapılı... Saatte 200 kilometre yapabiliyor. Havalandırma tertibatında birçok yenilikler var. Yeni araba tam 8 gün evin önünde durdu, Murat işine taksiyle gidip geldi. Çok kişi bu duruma da bir mana veremedi, fakat sonunda bütün meraklıların merakı zail oldu. Murat Soydan arabasını ilk defa kullandığı zaman oğlu Ali'nin de yanında olmasını istiyordu, onun için de Ali'nin kırkının çıkmasını bekliyo