Ana içeriğe atla

Nebahat Çehre Balerin mi Oldu?

Nebahat Çehre birkaç yıldan beri yerli filmlerde önemli rollere çıkan bir sinema artistidir. Geçenlerde ona bale dersi alırken rasladık ve gördüğünüz bu fotoğrafları çektik. Acaba Nebahat Çehre balerin olmayı artistliğe tercih mi etmişti? Kaderi ve kabiliyetleri onu sanatın bir başka dalına doğru mu itiyordu?... Bu sayfalarda bulacağınız yazı, size üstte bahsi geçen soruların cevaplarını vermektedir.
BALE KOSTÜMÜNÜ GİYİYOR — Nebahat Çehre, aldığı dersleri yalnız başına tekrarlıyor ve vücudunun güzelliğini böyle koruyor.
UZAKTAN bakılınca insanlar hep birbirine benzer görünüyor. Oysa aralarında epeyce ayrıntılar var ve nice meziyetler, değerler yakından incelenince beliriyor. Yıllarca uzaktan tanıdığımız kişi ile birkaç saat derinliğine konuşmak bize yeni bir dünya keşfettiriyor. Önce hayret ediyorsunuz. Sonra hayran oluyorsunuz. Kendinizi de kınıyorsunuz, «Neden anlıyamadım bu yönlerini?» diye... Yerli film çevrelerinde böyle gizli kalmış meziyetler çok.
Nebahat Çehre'yi yıllardır uzaktan tanırız. Onu, yarışmalara katılıp güzellik kıraliçesi olmuş, sadece vücudu ve yüzü güzel bir kız olarak bilirdik. Oysa ne değerli tarafları varmış, yeni öğrendik. «İnsan tanımadan sevemez» derler Onu, röportaj hazırlamak için çalıştığımız 3 gün, yakından tanımak fırsatını bulduk. Otomobile, vapura, trene binip seyahat ettik. Güzel fotoğraf çekmek için İstanbulu dolaştık. Önce hiçbir özelliği olmadığını sandığımız genç kadının iç dünyasının, ne kadar duygulu ve renkli olduğunu gördük ve serindik. Bir artisti sadece filmde seyretmek, hakkında yanlış fikir edinmeye sebep oluyor. Birlikte yiyip içmek, gezmek, yolda alışveriş etmek, yanınızdaki insanı «açığa veren», aydınlığa çıkaran davranışlar oluyor.
Taksim’deki evinde buluşup Kabataşa indik. Araba vapuruyla Üsküdar'a geçtik. Tatlı lodos rüzgarı yosun kokulu denizle sarıp sarmalanırken kayadan kayaya seke - atlıya yürüdük, tam Kız Kulesi karşısındaki tek evin kapısını çaldı. «Deniz» ile «yıldız» adlı ikiz kız çocukları kapıyı açtılar. Nebahat, kırk yıllık dost gibi ev sahibi hanımdan rica etti: «Bu bale elbisesini evinizde giyebilir miyim?» dedi. Kadın önce şaşırdı, baktı. Ben sözü tamamladım: «Nebahat Çehre... Sinema yıldızıdır...» Bunu duyan kadın hemen kabul etti. Evine şöhretli, güzel, genç, bir kadın artistin gelmesine sevinmişti. Bahçede fotoğraf makinesini hazırlayıp bekledik. Sonra bale derslerinde kullandığı elbisesiyle karşımıza çıkan Nebahat Çehre’nin çeşitli pozlarını çektik. Bunca yıl çeşitli ünlü balerinleri seyrettikten sonra, bu güzel sanat üzerine edindiğimiz bilgiyle söyliyebiliriz: Nebahat Çehre, sadece güzel yürüyen bir manken, iyi bir sinema oyuncusu değil, aynı zamanda mütenasip vücutlu, iyi bir balerin olmak yolundadır.
Tatlı yumuşaklık, zarafet, etrafına uymak arzusu, tevazu, tabiatın cümbüşüne katılma çabası; güneşin, suyun, havanın sihrine, manzaranın harikuladeliğine ermek ve erişmek meyli... Nebahat Çehre o gün her günden daha güzel, daha zarif ve daha başkaydı...

«Merhaba» deyip geçtiğiniz insanların bir gün tesadüfen bir değerli yanını bulup meydana çıkarıyorsunuz; ya da konuşurken en umulmadık bir anda üstün bir özellikleri oluyor. Nebahat Çehre de bizim için artık eski sayılacak bir tanıdıktı. Onun, sinema dolayısıyle güzel sanatlara ilgi gösterdiğini bilirdik. Fakat artistliği bile sırf para kazanmak için seçtiğini sanırdık. Oysa o, güzel sanatlara öteden beri meraklı bir genç Kadındı, hele baleye adeta hayrandı, gizli gizli çalışıyordu. O sabah, Nebahat Çehre, Salacak sahillerinde sonbaharın bu güneşli gününde bale elbisesini giyip uzun uzun bale idmanları yaptı. Kendisine öğretilenleri tekrarladı. Genç sinema yıldızı, dünyanın en güzel manzaralı kıyısında su perileri gibi dansettikten sonra iyice yorulup terledi. Elbiselerini çıkarıp mayo giymeyi beklemeden kendini mavi denize, beyaz köpüklü dalgaların içine bırakıverdi. «Oh!» dedi, «dünya varmış... Meğer ne kadar yorulmuşum.»...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zafir Seba Bir Yuvarlakla Ayıbını Kapatacak

“ Bugüne değin hep çıplaktım, zaten şöhretimi de soyunmama borçluyum. Ama bu ne zamana kadar sürer, orası meçhul. İşte ben de bu meçhulün kurbanı olmamak ve sahnelerde kalıcı olabilmek için yepyeni bir karar aldım. Yapacağım uzunçalarla sadece çıplak olmadığımı, sanatçılık yönümün de bulunduğunu kanıtlayacağım. Tüm şöhretimin yarattığı çıplaklık imajını bu uzunçalarla başka yönlere çekeceğim gibi ayıbımı da böylece bir yuvarlak plakla kapatmış olacağım.” Evet, yakında dolduracağı bir uzunçalarla geçmişine bir anlamda set çekeceğini açıklayan Zafir Seba söylüyor bu sözleri. Hani şu gerek sahnede, gerekse fotoğraflarında daima çıplak olarak görülen ve bu nedenle de normal bir giysi ile görsek “Aaa bu o mu acaba?” diyeceğimiz çıplak şarkıcı. Çünkü kendisi şimdiye kadar dikkatleri üstüne vücudunu hiç çekinmeksizin sereserpe gözler önüne sererek çekmiş, halen de öyle sürdürmekte. Ama bundan böyle çıplaklığın uzun ömürlü olamayacağını, bir yandan yaşının geçtiğini, bir yandan da soyunma...

Hülya Avşar Dostluğu Anlattı

Nükhet kalabalık sinema salonundan çıkarken iki saattir kapalı bir yerde kalmanın sıkıntısını hissetti içinde. Ama sonra güzel bir film seyretmenin mutluluğu her şeyi aldı götürdü. Dışarıda hafiften yağmur yağıyordu. Kıştan kalan bir gün bu bahar havasını alıp götürmüş, yerini serin, yağmurlu, kapalı bir güne bırakmıştı. Caddenin kalabalığına, otomobillerin oradan oraya koşuşturmalarına baktı. İçinde milyonlarca insanı barındıran bir şehirde yaşamdan bir kesit diye düşündü. Sonra düşünceleri o insanların üzerinde yoğunlaştı... Sevgiyle baktı herbirinin yüzüne ayrı ayrı. Yaşam, insanlar, içinde bulunduğu ortam, her şey güzeldi aslında. Ama bu bir bakış açısı değil miydi? İnsan nasıl bakarsa öyle görmez miydi çevresini, öyle algılamaz mıydı çevresindeki olayları? Başını kaydırdı, gökyüzüne baktı. Serin yağmur damlaları yüzüne damladı, üşüdü, başını eğdi. Sonra bu hareketi caddenin tam ortasında yaptığını farketti. Kendi kendine güldü. Önündeki yol uzundu. Hızlanan yağmurla bi...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Bu Gacıya Bir Baro

Çingeneler.. Kendilerine özgü konuşmalarıyla rahat yaşantılarıyla ve özgürlüklerine düşkünlükleriyle yüzyıllardan bu yana gelen toplumunuzun küçük bir parçası, sanatçı ruhlarıyla önlü kompozitörlere ilham kaynağı, yazarlara roman konusu olacak kadar bambaşka bir insan topluluğu olan bu insanların önemi son bir yıldır ülkemizde de hissedilmeye başlandı... Şüphesiz bu önem dünün pavyön şarkıcısı bugünün ünlü assolistl ve çingeneliğini inkar etmeyen Kibariye ile başlayıp başka ''iye'' takısı ile gazino sahnelerinde boy gösteren çingene veya çingene olduğunu iddia eden ses yıldızlarıyla güncelleşti... Ancak düne kadar olduğu halde ''Çingene''liğini inkar eden, aslını söylemekten utanan kişilerin bugün çingene olduğunu iftihar ederek söylemesi toplumun bu özellik sahibi kişilere gösterdiği ilgiyle gelen maddi manevi kazançtı. Ünlü şarkıcıların bile sahnelerde çingene oyun havalarıyla göbek atmaları, sahne gösterilerine özel olarak ''Çingene gö...

Emel Sayın'ı Yeliz Mi Ayırdı?

Güneşli ve sıcak bir mayıs sabahı Suadiye'nin Şendurak Sokağında bulunan 16 numaralı apartmanın 8'nci dairesinin zilini çaldık... Basında çıkan yazılar ve ortalıkta dolaşan söylentilere göre Emel Sayın ile Selçuk Aslan'ın ayrılmaları an meselesiydi... Gerekçe olarak da Yeliz gösteriliyor ve deniliyordu ki: «Selçuk'la Yeliz arasında büyük bir aşk var»... SES Dergisi her olayda olduğu gibi, bu olayda da meselenin gerçek yüzünü verebilmek için bir süre bekledi ve sonunda Emel Sayın’ın kapısını çaldı... Zil sesinden kısa bir süre sonra, kapı açıldı. Pek çok kişinin «Emel Sayın çok perişan... Evinden dışarı adım atmıyor...» dediği Emel Sayın karşımızda duruyordu: «Hoşgeldiniz... Buyurun, içeri girin lütfen...» Henüz sabahın erken saatleri olmasına rağmen farklı görünüyordu Emel Sayın... Gülüyordu... Sabah kahvaltısını çoktan yapmış, erken kalkan kişilere öz bir rahatlıkla çivin içinde dolaşıyordu. Pek çok sanatçının yataklarından ancak öğleden sonra kalktıklarını ...