Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Fikret Hakan etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Fikret Hakan da Rejisör Oldu

27 ŞUBAT 1971 tarihli SES mecmuasında « Fikret Hakan rejisörlüğe hazırlanıyor» başlığım taşıyan bir röportaj yayınlamıştık. Bu röportajı yaparken şunlan söylemişti bize Fikret Hakan: - «Şimdilik hazırlıklar yapılıyor. Tahminen mayıs ayı sonlarında filmi çekmeye başlamış olacağım. Bu filimde niçin kendimin başrol oynayacağı şeklindeki sorunuza gelince... Beni benden iyi kim tanıyabilir ki? Filimde ne çekeceğimi, nasıl oynanması gerektiğini çok iyi bileceğime göre, ilk rejisörlüğümde başrolü de kendimin oynamasını uygun buldum.» Fikret Hakan, mayıs ayının sonunu beklemedi ve geçtiğimiz ayın sonunda rejösörlüğe başladı. O gün Tarabya sırtlarında bir evde «Bütün İstanbul Duysun» adlı filmin setine gittiğimiz zaman Fikret Hakan, kelimenin tam anlamıyla kollan sıvamış, boynunda vizörü, elinde kronometresiyle sağa sola emirler yağdmyordu: - «Nebahat (Çehre) hanım siz şurada duracaksınız, Metin (Serezli) bey kadra girdiği zaman ona doğru yürüyeceksiniz.» - «Selma hanım, aman diya...

İki Günahkar: Fikret Hakan-sevda ferdağ kimdir

«Adem ile Havva» filmi çevriliyor, dedikleri zaman insanoğlunun, hepimizin dedesi Adem Baha'yı göreceğiz, Havva Anamız'ı tanıyacağız sanmıştık. Filmin çekildiği yer Büyükdere - Bentler arasındaki yüzlerce, binlerce yıllık ormanlar... Davet ettiler. Biz de: - «Eh, gidelim de peygamber mertebesine ermiş ecdadımız Adem Aleyhisselam'ın Hazreti Havva'nın elinden elmayı nasıl yediğini seyredelim!» dedik. Yolda konuşuyoruz: - «Adem Baba, filmin sonuna kadar hayvan postuna sarılı olarak mı, yoksa bir incir yaprağı ile örtünerek mi rol yapacak?» - «Havva Ana da aynı kılıkta olmalı! Onun da elbisesini asırlardan beri ressamlar hep incir yaprağı olarak gösterirler. Dünyanın en ucuz elbiseli kadını acaba sinemada nasıl görünecek?» - «Bazı ressamlar Havva Ana'yı uzun, topuklarına kadar inen saçlarıyle örterler. Filmciler de her halde bir berberden aldıkları uzun saçları birbirine ekleyip Havva'yı sansürden geçecek bir kılığa sokarlar.» Biz böyle fikir beyan e...

Fikret Hakan'ın 35 Yılı

Valikonağı caddesinde «Ahenk» apartmanının en üst katındaki dairesindeyiz... Hani «daire» sözü iyi bir fikir vermez. «Kocaman bir evdeyiz,» demek daha doğru olacak galiba... Etrafımızda «antika» eşyalar dolu... Yarım daire şeklindeki kemerli kapılar, 16'ncı ve 17'nci yüzyıl saraylarından, konaklarından bugüne kadar yanmadan, kaybolmadan ulaşabilmiş süs ve ev eşyası arasında insan kendini sanki müzede sanıyor. Buraya biraz önce geldik. Kapıyı hizmetçi açtı. «Fikret Bey uyanmadı henüz... Buyrun, oturun şimdi haber verir, uyandırırım,» dedi. Kocaman, arkalıklı kadife koltuklardan birine, çekinerek oturduk. Telefon çaldı. Ama ne telefon? Üzerinde Arap herfleriyle, «Posta ve Telgraf Müdiriyeti Umumiyesi -1926,» yazan, manyetolu bir telefon... İçine modern bir telefon koymuşlar. Üzerindeki kutuyu ise «eski hava» versin diye olduğu gibi bırakmışlar. Yani bir çeşit restore edilmiş... Telefona hizmetçi cevap verdi. Biraz sonra Fikret Hakan , üzerinde koyu kırmızı bir rop dö şambr ...

Fikret Hakan Fransa'da

Türk sinemasının yıllardır eskimeyen, ya da şarap gibi yıllandıkça değeri artan bir Fikret Hakan 'ı var. Fikret, belki hiç bir zaman 1 numaraya yükselmez, hiç bir zaman en çok ücret alan artist olmaya heveslenmez. Bir Ayhan Işık başı çekip götürürken, bakarsınız Fikret arkasından onu takip eder. Derken Ayhan efsanesi devrini doldurur, yerini Yılmaz Güney bombası alır. Fikret yine mek parmak geridedir. Sonra Yılmaz bombası patlar, bir Cüneyt Arkın boşalan tahta kurulur. Fikret, tıpkı bir maratoncu temposu ile onu da takibe devam eder. Bu, Kartal Tibet'li yarışta da böyledir, yarın isimsiz bir kahramanın aradan slynlıvereceği yarışta da şüphesiz böyle olacaktır. Kupalar kime giderse gitsin, birincilik tahtına kim oturursa otursun bütün bu yarışların tek galibi vardır: Harika istikran ile, kendini yormadan hedefe ulaşmayı prensip edinen Fikret... Fikret Hakan, bütün bunların dışında Türk sinemasındaki kalıplaşmış kötü gelenekleri de yıkan adamdır. Sulu melodramlar onun sille...

Fikret Hakan'ın Sancılı Dağarcık'ı

Fikret Hakan yılların birikimini sonunda ak kâğıtlara döktü... Başarılı bir sinema sanatçısı olarak tanıdığımız Fikret Hakan ’ın değişik bir yönü olan şiir dünyasını, yakında piyasaya çıkacak olan, «Sancılı Bir Dağarcık» adlı kitapta tanıyacağız. Ortaokul sıralarında yakalandığı, (kendi deyimi ile) «manzume» yazma tutkusu giderek şiire dönüşen sanatçı, sonunda bugüne kadar oluşturduğu şiir dağarcığını bir kitapta toplamaya karar verdi. Yakında çıkacak olan kitapta 35'e yakın şiir yer alacak. Dilerseniz sanatçının iki şiirine yer verdikten sonra, şiir konusundaki görüşlerini kendisinden dinleyelim. «Bende bu uğraşı çoğu gençte olduğu gibi ortaokul sıralarında başladı. Ama o yıllarda daha çok 'manzume' beğenirliği içinde gelişir kişide bu. Çoğu insanda da yüksekokul dönemi ile tavsamaya başlar... Çalışma yaşamına girincede, kişinin 'manzume severlik' ile ilişkisi kesilir... Aydın geçinen pek çok insan, kişiyi gerçek şiire götürecek okumayı ve öğrenmeyi sürdür...

Yılmaz Güney ve Fikret Hakan Barıştı

Her şey bir günlük magazinde çıkan bir haber ile başladı. Gazetenin yazdığına göre. «Vurguncular» filminde oynayan Yılmaz Güney ile Fikret Hakan kavga etmişlerdi. Gene aynı gazetenin yazdığına göre, Fikret Hakan, Yılmaz Güney'i itham eder tarzda konuşmuş, sağda solda «Yılmaz Güney filimde beni harcadı. Ondan böyle bir davranış beklemezdim,» demişti. Bu arada dedikodu makineleri de hemen faaliyete geçmiş, haberi okuduğu zaman beyninden vurulmuşa dönen Yılmaz Güney'e «Bu haberi Fikret Hakan verdi,» demişlerdi. Bunun üzerine Yılmaz Güney de kırgın bir tavırla, «Bu davranışı ondan beklemem,» demiş ama lafı orada kesmişti. Oysa dedikoducuların istediği o sırada Yılmaz Güney'in de konuşması, Fikret Hakan hakkında bazı sözler söylemesi olayın bir «polemik» şeklini almasıydı. Ama Yılmaz Güney susunca bu konudaki hevesleri kursaklarında kalakaldı. Geçenlerde iki güçlü oyuncu Klüp Suat'ta Ayşe – Ertuğrul Dernek çiftinin düğününde aynı salonda buluştular. İkisinin haline baka...

Fikret Hakan'ın Sinemadaki 20.Yılı

Sinemaya 1951 yılında rejisörlüğünü Renan Fosforoğlu’nun yaptığı «Köprüaltı Çocukları» adlı filmle başlayan Fikret Hakan sinemadaki yirmi yılını doldurdu. Son yıl sinema politikasında temel bir değişiklik yapan ve bir yandan tek jönlü filmlerde oynarken, bir yandan da başrolünü Yılmaz Güney, Cüneyt Arkın, İzzet Günay, Tanju Gürsu, Sadri Alışık gibi şöhretli yıldızlarla paylaştığı filmler çeviren Fikret Hakan, «Ölünceye kadar mesleğimi yapacağım, yani sinemada kalacağım» diyor. Takvimlerin 1951 yazdığı zamandır... İstanbul’da bir Beyoğlu, Beyoğlu’nda bir Yeşilçam sokağı, Yeşilçam sokağında bir Ömay Film, Ömay Film’de iki oda vardır. Odalardan birinde «patron» oturur, ötekinde işletmeci... O günün «işletmecisi» sonraki yılların ünlü Reha Yurdakul’udur ve anlattığımız olay sırasında «Haklısın Renan» demektedir «Haklısın... Zor iş. Az parayla yapılacak film... Konu pek sağlam değil, üstelik hep tecrübesizlerle çalışacaksın... Zor iş... Bir de artist aramak, jön bulmak var hesapta......

Fikret Hakan'ın Dublörü

«Paralı Askerler» filminde Fikret Hakan’ın dublörlüğünü yapan Yaşar Güçlü’nün şansı açıldı. Yeşilçam’da başrole yükseldi ve Fikret Hakan tarafından Londra’ya çağrıldı. Hikayenin başlangıcı bundan 6 ay kadar öncesine rastlıyor. Columbia şirketi artistleri, teknisyenler, aleti, edevatıyla Türkiye’ye gelmiş ve gürültüsü ayyuka çıkan «Paralı Askerler» filmini çevirmek için hazırlıklara başlamışlar. Bu arada Fikret Hakan’a da filmin başrollerinden biri verilmiş. Hakan, rolü icabı filmde birçok tehlikeler atlatıyor, duvarlardan atlıyor, hızla koşan ata yerden biniyor, hopluyor, zıplıyor. Fikret Hakan rolüne çalışadursun, Amerikalı filmciler bir yandan da kavgacı figüranlar arıyorlar. Uzun boylu, havaya savrulan yumruğu yemiş gibi kendini usulünce yere atabilecek adamlar seçiliyor, içlerinde Yaşar Güçlü’de var. Seçilenler 7 - 8 günlük bir imtihana tabi tutuluyorlar. Bu arada rejisör Peter Collison’da imtihanları izliyor ve bir ara Yaşar Güçlü’yü çağırıp, «Fikret Hakan’ın dublörü olur...

Sevda Ferdağ ile Fikret Hakan'ın Aşkı

Türk sineması, hep kendi «sınırları» içinde kız alıp veren «kapalı aileler» gibidir. Yenli filim oyuncuları da, bütün oyunlarını, eğlencelerini, aşklarını, kendi aralarında yaparlar Yerli sinemanın erkekleri de, «çok eşli» erkekler gibidir. Mesela, bugün Fikret Hakan'a: - «Şimdiye kadar hayatından kaç kadın geçti?» diye sorsanız ve arkadan: - «Bu listeyi tam veremezsen, senin kafanı keseceğiz!» deseniz, Fikret de, başkaları da size tam bir cevap veremezler. Son yıllarda, ancak iş «resmiyete» döküldüğü zaman öğrenilen isimler «gerçek liste» nin binde biri bile değildir. Bu kaideye uygun olarak, bugünlerde, yerli sinema dışarıya kız vermiyor ve Fikret Hakan, üç yıllık Tamer'inden ayrılan Sevda Ferdağ adı ile adını birleştiriyor. Bu oiayın gerçekliğini, «Adem ile Havva» filminde gördük. Acar Film ekibiyle, Karacabey'e gitmiştik. Filimde Fikret «Adem», Sevda da «Havva» rolünü yapıyor. Ama, ikisi de meydanda yok. Meğer, Fikret'in seyyar eve benzeyen minübüsü i...

Fikret Hakan Artistler Takımında

Mithatpaşa Stadı lebalep doluydu. Bütün gözler çıkış tüneline dikilmişti. Birden saha içinde koşuşmalar başladı ve tünelin ağzında en önde kaptanları Cihat olduğu halde Fenerbahçe emeklileri gözüktü... Onlar resim çektirirken stad bir daha dalgalandı. Bu defa başta giyinik olarak elinde bir çiçek buketi taşıyan Necdet Tosun ve onun arkasında takım kaptanı rejisör Memduh Un olmak üzere «artistler takımı» sahaya çıktı. Cihat'Iı, Taka Naci'li, Boncuk Ömer'li, Dr. Melih'li Mikro Mustafa'lı Fenerbahçe ile artistler, halen filim prodüktörlüğü yapan eski Fenerbahçeli Osman'ın jübilesi için bir araya gelmişlerdi. Artistler sahada şu şekilde dizilmişlerdi: Fikret Hakan - Sertaç Karan, Erol Batıbeki - Tanju Gürsu, Yılmaz Gündüz, Feyzi Tuna - Kartal Tibet, Önder Somer, Memduh Un, Orhan Günşiray, Necip Tekçe. Başlama vuruşunu yapan Hülya Koçyiğit, her halde dedikodudan çekinmiş olacak ki, ilk «pası» sert bir şekilde boşluğa yolladı. Oyunun ilk dakikaları iki ...

Fikret Hakan İki Aylığına Türkiye'de

Yağmur birden bindirmişti İstanbulun üstüne.. Silicisi çalışmayan bir arabayla tam gaz Yeşilköy'e gidiyorduk. Direksiyon başında Fikret Hakan'ın teyzesi Halide Övet, yanında Fikret'in annesi Belkıs Kırar ve onun yanında Mari adlı bir yakınları.. Geride de Fikret'in arkadaşı Hilmi Kurt ve bizler... Gözlerimiz saatle yol arasında mekik dokuyordu.. Yeşilköy Havaalanına vardıktan 4 dakika sonra taa Amerika'lardan yola çıkıp Paris’lere, Londra'lara, Münih'lere de uğrayan devasa jet uçağı kazasız belasız indi meydana. Sonra «zor dakikalar» başladı bekleyenler için.. Yağmur dinmemişti. Bu yüzden otobüsler uçağa yanaşıyor, yolcuları oradan alıp gümrük kapısının önünde bırakıyorlardı, ilk otobüsten inen yolcular arasında Fikret Hakan yoktu. Başta Fikret'in annesi Belkıs Hanımla teyzesi Halide Hanım olmak üzere hepimiz gözümüzü uçağın merdivenine dikmiş Fikret'i gözlüyorduk. Biz gözleyeduralım, ikinci otobüs de gelip yolcularını boşalttı. Herkes ümidini...

Fikret Hakan'a "Güle Güle" Dedik

Şimdi anlatacağım, yazı yazan her insanın başına gelmiştir. Zaman olur parmaklarımız tuşa vurmak istemez, «ekmek paranız», olan o daktilo ellerinizin altmda büyür büyür, kocaman olur. Sizi yutacakmış gibi bir his kaplar içinizi. Bunalırsınız, kahredici bir acı gelip yüreyinize çöreklenir.. Ama bekleyenler vardır. Mürettipler bekler, dizgi makineleri bekler, her hafta yüzbinlerce okurun önünde yeni ufuklar açan dev rotatifler bekler.. Ak kağıtlar, dünyanın en temiz karasıyla kirlenmek için beklerler «a» yı, «b» yi, «c» yi.. Çaresiz başlarsınız yazıya; istemeye istemeye, zorlana zorlana vurursunuz tuşlara. İşte bu yazıyı hazırlarken de böyle oldu. Önce büyük bir «F» harfi çöreklendi kağıdın baş köşesine, arkasından «i» geldi, sonra «k»... Bir soluk alıp yazdığım ilk cümleyi okudum: «Fikret Hakan gitti.» Evet, 3 kelimelik minicik bir cümleydi bu: «Fikret Hakan gitti». Bırakalım çalsm şarkılar, bırakalım bazı insanlar Fikret'ten boşalacak filimlerin yağmasına girişsinler, bıra...