Sinemaya
1951 yılında rejisörlüğünü Renan Fosforoğlu’nun yaptığı
«Köprüaltı Çocukları» adlı filmle başlayan Fikret Hakan
sinemadaki yirmi yılını doldurdu. Son yıl sinema politikasında
temel bir değişiklik yapan ve bir yandan tek jönlü filmlerde
oynarken, bir yandan da başrolünü Yılmaz Güney, Cüneyt Arkın,
İzzet Günay, Tanju Gürsu, Sadri Alışık gibi şöhretli
yıldızlarla paylaştığı filmler çeviren Fikret Hakan, «Ölünceye
kadar mesleğimi yapacağım, yani sinemada kalacağım» diyor.
Takvimlerin
1951 yazdığı zamandır... İstanbul’da bir Beyoğlu, Beyoğlu’nda
bir Yeşilçam sokağı, Yeşilçam sokağında bir Ömay Film, Ömay
Film’de iki oda vardır. Odalardan birinde «patron» oturur,
ötekinde işletmeci... O günün «işletmecisi» sonraki yılların
ünlü Reha Yurdakul’udur ve anlattığımız olay sırasında
«Haklısın Renan» demektedir «Haklısın... Zor iş. Az parayla
yapılacak film... Konu pek sağlam değil, üstelik hep
tecrübesizlerle çalışacaksın... Zor iş... Bir de artist aramak,
jön bulmak var hesapta...»
Ve
o Yeşilçam sokağının hemen başında bir Özsüt muhallebicisi
vardır, iş bekleyen, sinemadan bir şey uman bilcümle «genç
istidatlar» bu muhallebiciyi doldurur, arada sırada şans deneme
turları atarlar şirketlerin etrafında... Pencereden bakmakta olan
Renan Fosforoğlu birden, «Tamam Reha, tamam» der. «Galiba
bulduk... Özsüt’ten bu tarafa gelen gence bak. Boyu poşu, gözü,
kaşı tamam. Ben bu çocuğu alıp oynatırım kardeşim.» Renan
Fosforoğlu alır Fikret Hakan’ı ve oynatır...
Şimdi
yine var Yeşilçam sokağı, ama artık filmciliğin merkezi
olmaktan çıkmış; büyük şirketler caddenin diğer tarafındaki
sokaklara taşınmışlar. Zamanın buluşma yeri olan Özsüt
muhallebicisinin yanına —sanki 1945-50 sinemasıyla, günümüzün
renkli, cicili bicili, bol şarkılı sineması arasındaki farkı
daha iyi anlatmak ister gibi — «Bab Cafeteria» kurulmuş. O
günden bugüne, bu yazının çerçevesi içinde değişmeyen tek
şey.
Hakan’dır.
Şu anlamda: 1951 sonunda bir sinema yıldızıdır Fikret Hakan,
1971 sonlarına yaklaştığımız bugünlerde de öyle, yine sinema
yıldızı...
Âdettir,
bu tip yazılarda geçmiş, hem «şimdi»yi, hem «geleceği»
bastırır; ön plana çıkar. Oysa burada bunu yapmanın gereği
yok. Çünkü Fikret Hakan’ın 19 yılının hikayesini 13 Aralık
1969’da çıkan SES’te anlattık uzun uzun... Burada, onun
yirminci yılını anlatacağız sadece. Ama önce geride kalan 19
yılı şöyle bir özetleyelim isterseniz...
Fikret
Hakan 23.4.1934’te Balıkesir’de doğmuştur. Babası Dil - Tarih
- Coğrafya Fakültesi’nde öğretim görevlisi Ali Gaffar, annesi
Fatma Hanımdır. Asıl adı Bumin Gaffar Çıtanak olan Fikret
Hakan, 1950’de Münir Hayri Egeli’nin açtığı müsabakayı
kazanıp Ses Tiyatrosu’na girer... Orada «Üç Güvercin» de,
«Leblebici Horhor» da ramp ışıklarına çıkar. Sonra yazımızın
başında anlattığımız olay gerçekleşir ve «Köprüaltı
Çocukları» ile sinemaya başlar... Sinemada şan ve şeref dolu
bir liste var Fikret Hakan’ın önünde: 1955/65 döneminde «iyi
filim» diye bellenen filmlerin yarısında 5 artist oynamıştır
değil mi, öteki yarısında hep aynı isme, Fikret Hakan adına
rastlarız: «Beyaz Mendil», «Gelinir. Muradı», «Dokuz Dağın
Efesi», «Öç Arkadaş», «Yılanların Öcü»... Herkes bir
unvanla anılır sinemada. «Kral» gibi, «Romantik jön» gibi...
Fikret Hakan’ın ise iki adı vardır: Biri «Çapkın Jön»,
öteki «Sanat Filmlerinin Jönü»... Ve sinema dolu hayatında 7.
Sanat dışında kalan iki sanat motifi: İlk filminden aldığı
paradan kuruş harcamamış, hatta biraz borçlanmış ve «Tellâk
Ali» adlı bir hikaye kitabı çıkarmıştır... «Saat 6
oyunları»nda, «Aşk Zinciri»nde, «Durand Bulvarı»nda rol
almıştır.
1969
yılında, Avrupa kapısı aralanır Fikret’e... «Paralı
Askerler» filminde Tony Curtis’le, Michele Mercier’le, Charles
Bronson’la başrolü paylaşır, sonra kalkar Londra’ya gider...
Lisan kursları, galalar ve bir de bakarız ki Fikret Hakan
İstanbul’a dönmüştür. Buna bir «bozgun» havası vermek
isteyenler olacaktır elbet! Olacaktır, ama şu da bir gerçek: Bu
adam, bu kapıyı aralamıştır ve henüz son kozunu oynamamıştır
bu konuda...
Fikret,
Türkiye’ye döndükten sonra «İstanbul Macerası» adlı bir
filmde bu defa Rossano Brazzi ve Sylva Koscina ile başrolü
paylaşır... Meslek hayatında 49’dan 20’ye dönerken olmaktadır
bunlar ve gerçekten önemlidir, ama bir anlamda Fikret Hakan’ın
20’nci yılında yaptıkları daha önemlidir...
Fikret
Hakan yirminci yılında iki temel değişiklikle çıkıyor
karşımıza. Bunlardan ilki —ve bizce daha önemli olanı —
rejisörlüğü... Hatırlayacaksınız, Fikret Hakan birkaç ay önce
«Bütün İstanbul Duysun» adlı bir film yapmıştı. Senaryosunu
da yazdığı bu filimde Nebahat Çehre ve Arzu Okay’la başrolü
oynadı, ayrıca filmin rejisörlüğünü yaptı. Bir stüdyoda,
montaj masasının küçücük ekranında filmin birkaç planını
seyrettik... Birkaç planla bir filim hakkında yargı verilemez, ama
gördüğümüz kadarıyla Fikret’in çalışması dikkatli ve
özenli... Bunun böyle olması da normal. Çünkü, belirli bir
sanat saygısı olan adamdır Fikret Hakan... İlk filminin iyi
olması için çalışması da tabiidir. Ama şimdi, filmin
kalitesinden çok, Fikret’in rejisörlüğe başlaması önemli
olan.
1971’in
Fikret Hakan’ındaki bir başka değişiklik de «çift jönlü»
filmlere kayması... Bunu Londra’dan döndüğü zaman yapsaydı
yargı hazırdı: «Sinemadaki durumu pek parlak değil... Bu yüzden
iş alamıyor, mecburen çift jönlü filimlerde oynuyor» der,
geçerdik. Oysa öyle değil... Fikret Hakan yurda döndükten sonra
bir süre direndi, sonra durumunu kurtardı; peş peşe filmlerde
oynamaya başladı ve «ikinci döneminin en iyi zamanında» yaptı
bu değişikliği:
«Genç
Kızlar Pansiyonu»nda İzzet Günay’la, «Vurguncular» da Yılmaz
Güney' le, «Yalnız Değiliz» de Tanju Gürsu ile,
«Fedailer
Mangsı»nda Ahmet Mekin’le, «Battal Gazi» de Cüneyt Arkın’la,
«Üvey Ana» da Sadri Alışık'la oynadı. Bu yıldızlardan
Yılmaz Güney’le 1966’ da «Korkusuzlar» ı, Sadri Alışık’la
1958' de «Zümrüt» ü, Tanju Gürsu ile 1965’te «Cumartesi
Senin - Pazar Benim»i çevirmişti. Buna mukabil İzzet Günay’la
12, Cüneyt Arkın’la 7, Ahmet Mekin’le de 14 yıldır ilk defa
birlikte oynuyordu.
Peki,
bunu niçin yapıyor Fikret Hakan, niçin «çift jönlü» filimlere
kayıyor?
— «Tek
kişiye yaslanan hikayelerin kaynağı tıkandı... Sinemayı
seviyorsak, seyirci sayısının artmasını istiyorsak, değişik
hikayelerle, büyük kadrolu filmlerle gitmeliyiz seyirci
karşısına... Üstelik insanın böyle durumlarda
rahatsızlık duyması gereksiz. Mesela son
filmimin setini ele alalım. Ben Kervan Film’in artistlerinden
biriyim. Sadri de öyle... Demek ki, bu şirket ikimizi de iyi
kullanmak durumunda. Öyle ya, Sadri ile de film yapacaklar ilerde,
benimle de...»
Fikret
Hakan’ın «Avrupa cephesinde yeni bir şey yok.» Yani önceki
yazılarımızda bildirdiğimiz bekleme hali devam ediyor. Yabancı
şirketler Fikret’in de rol alacağı film projelerini henüz
müspet, ya da menfi bir sonuca bağlamamışlar. Fotoğraf sergisi
konusunda ise zamansızlıktan şikayetçi: «Negatifleri ayırmak,
kadraj yapmak, sonra sergiye girebilecekleri seçmek, onları
bastırıp düzenlemek en azından 15 günlük iş» diyor. «Bu
vakti ne zaman bulursam, sergiyi de o zaman açacağım»
Son
olarak birlikte çalıştığı artistlerden konuşuyoruz Fikret
Hakan’la... Fikret, söze Cüneyt Arkın’la başlıyor:
— «Cüneyt’le
daha önce çalışmadığımız için müteessirim» diyor. «İki
insan, iki artist bu kadar anlaşabilir gibi geliyor bana... Set
harici arkadaşlığı da çok iyi, ama asıl kamera önünde doğdu
dostluğumuz. Birbirimize bir şeyler kattık sanıyorum, birbirimizi
destekledik film boyunca... Mesleki ahlakı bu kadar düzgün az
insan gördüm... Yılmaz’la da iki filmde çalıştık. Birinde
ikimiz de oyuncuyduk, İkincisinde Yılmaz hem oyuncu, hem rejisördü.
Ben, kendisine daha fazla güveni olacağını sanıyordum...
İzzet’le çok rahat çalıştık. Aynı şeyleri Ahmet Mekin için
de söyleyebilirim: İkisi ile tekrar çalışır mısın deseler,
hemen «evet»i yapıştırırım. Sanıyorum onlar da, «hayır»
demezler böyle bir teklife... Gelelim Sadri’ye... 13 yıl sonra
bugün yine karşılaştık Sadri Alışık’la film setlerinde...
İyi oyuncudur Sadri... Nerede ne yapacağını; nerede ne
yapmayacağını bilir. Budala oyuncuya tahammülü yoktur. Böyle
biriyle oynarsa egoizmi hemen ön plana çıkar. O bir yana sette
kırıcı olur, alaycı olur... Buna mukabil karşısındaki insana
inandı mı, mesele tamamdır. O zaman «iyi oyuncu Sadri»
karşısında oynayanla öyle keyifli bir paslaşmaya girer, öyle
güzel bir çalışma başlar ki, keyfine doyum olmaz.»...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)
Yorumlar
Yorum Gönder