Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Temmuz, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Sema Özcan Soruları Yanıtladı

Yıl 1943-44... Halide Edib Adıvar, şimdi Atatürk Kız Lisesi olan binada, Edebiyat Fakültesi Ingiliz Edebiyatı Bölümünde profesör.. Harp, henüz bitmemiş, Halide Edib de anavatanına döneli birkaç yıl olmuş.. İngiliz Edebiyatını anlatırken, sık sık Türk edebiyatına döner, bu arada da sorulan sorular üzerine, kendi eserlerinden söz açardı. «Handan», «Vurun Kahbeye», «Raikm Annesi» gibi romanlarından sonra, sıra, son yazdığı eserlere gelirdi: «Yol Palas Cinayeti», «Döner Ayna» ve «Sinekii Bakkal» a... Kendinden bahsetmek istemezdi, ama kendi tecrübelerini, bilgilerini, fikirlerini genç üniversite öğrencilerine anlatmak, aşılamak isterdi. «Sinekii Bakkal» ve bu eserdeki tipler hakkında, ancak birkaç kelimelik cümleler sarfetmişti. Çeşitli edebiyat dergilerinin yazarlarına bu konuda cevaplar vermişti. «Sinekli Bakkal» ı, Aksaray'la Cerrahpaşa arasındaki bu eski İstanbul mahallesini, Halide Edib Adıvar o kadar güzel anlatmıştır ki, artık ne sokağı, ne de sineği kalmayan bu semti, an

Mireille Mathieu Saldırıya Uğradı

Paris'in geniş caddelerinden birinde, gümüş rengi Citroen - Limousine kaldırıma yanaştı. Bu, ünlü Fransız şarkıcısı Mireille Mathieu'nün arabasıydı. Mireille'in adetiydi. Daima günün bu saatinde berbere giderdi. Mireille arabadan indi. Ağır ağır 30 adım ilerdeki berbere doğru yürümeye başladı. Biraz dalgındı. Günün en kalabalık saatiydi. Genç kız, insan seli arasında güçlükle ilerliyordu. Aniden önünde bir adam belirdi. Ve bir anda Mireille'in bileğinden yakalayarak sürüklemek istedi. Zavallı Mireille'cik neye uğradığını şaşırmıştı. Avaz avaz bağırmaya, genç adamın kuvvetli bileklerinden kurtulmak için çırpınmaya başladı. Adam, Mireille'le başa çıkamayacağını anlayınca selameti kalabalığın arasına karışmakta buldu. Kaçarken de Mireille'in üzerine doğru, cebinden çıkardığı madeni bir cismi fırlatmayı ihmal etmedi. Olayı arabadan gören şoför, esrarengiz adamın peşine takıldıysa da caddeden akan otomobil selinde izini kaybetti. Müthiş bir korku geçir

Fikret Hakan İki Aylığına Türkiye'de

Yağmur birden bindirmişti İstanbulun üstüne.. Silicisi çalışmayan bir arabayla tam gaz Yeşilköy'e gidiyorduk. Direksiyon başında Fikret Hakan'ın teyzesi Halide Övet, yanında Fikret'in annesi Belkıs Kırar ve onun yanında Mari adlı bir yakınları.. Geride de Fikret'in arkadaşı Hilmi Kurt ve bizler... Gözlerimiz saatle yol arasında mekik dokuyordu.. Yeşilköy Havaalanına vardıktan 4 dakika sonra taa Amerika'lardan yola çıkıp Paris’lere, Londra'lara, Münih'lere de uğrayan devasa jet uçağı kazasız belasız indi meydana. Sonra «zor dakikalar» başladı bekleyenler için.. Yağmur dinmemişti. Bu yüzden otobüsler uçağa yanaşıyor, yolcuları oradan alıp gümrük kapısının önünde bırakıyorlardı, ilk otobüsten inen yolcular arasında Fikret Hakan yoktu. Başta Fikret'in annesi Belkıs Hanımla teyzesi Halide Hanım olmak üzere hepimiz gözümüzü uçağın merdivenine dikmiş Fikret'i gözlüyorduk. Biz gözleyeduralım, ikinci otobüs de gelip yolcularını boşalttı. Herkes ümidini

Figen Say İlk Cumayı Böyle Geçirdi

Caminin yalnız kendisi değil bahçesi de beyaz küfeki taşlanyle kaplanmıştı. Ama, taşlar, üzerlerindeki sayısız güvercinin kurşuniliği arkasında kaybolmuştu. Bu manzaraya bakarken bir gürültü oldu. Binlerce kanat sesi birbirine karıştı. Güvercin ordusu gökyüzüne doğru havalandı. Şimdi maviliklerle gri kanatlar birbirine karışmıştı. Güvercinler etrafa dağılınca, gökyüzüne, dua eden eller gibi uzanan selviler ve arkasından selvilerin inceliği ile yanş eden minareler göründü. Şerefelerin taş işlemelerine gözü takılıp kaldığı anda önce kulakları, sonra genç ruhu efsunkâr bir seda ile ile doldu. Güzel sesin tesirinde kutsal ürpertiler geçirdi. Kendinden geçmiş gibi ezan bitene kadar olduğu yerde kalakaldı... Sonra camiin büyük kapısına doğru yürümeye başladı. Kapıda pabuçlarını çıkardı. Ayakları yumuşak halıların üzerindeydi. Kadınların bulunduğu tarafa geçti. Yeşil başörtüsünü düzeltti. Etrafına göz attı. Kimse onu tanımıyordu. Boyasız, makyajsız, kremsiz, rujsuz.. Bir aralık kadınları

Nuray Akın Masaj Salonu Açtı

Ankara'nın sevilen seslerinden Nuray Akın, «Bu hayat pahalılığında yalnız şarkıcılıkla geçinmek imkansız,» deyip Başkent’in en işlek yerlerinden olan Kızılay'da «Güzllik, parapak, masaj salonu» açtı. Dört odadan ibaret salon hergün Başkent’in şişman ve güzelleşmek için can atan hanımlarıyla dolup dolup boşalıyor... Nuray Akın'ın güzellik salonunun ilk müşterisi Ankara Radyosu’nun iki ünlü sesi Güneri Tecer ile Ziya Taşkent'ti. Nuray Akın'ın 60 bin lira harcayarak dayayıp döşediği, en modern parapak ve masaj cihazlarıyle süslediği salona ilk olarak eşi ile birlikte Güneri Tecer geldi. Nuray Akın'a, «Hayatım!» dedi. «Matinem var. Onun için elini çabuk tut,» dedi. Nuray Akın, «Öyle yağma yok!» diyerek kolundan çeke çeke Güneri Tecer'i masaj odasına aldı ve kalçalarındaki yağları eritmeye başladı. Güneri Tecer; «Yahu bende yağ yok,» diyerek feryat ettiyse de hiç bir fayda vermedi bu. Tam yarım saat süreyle parapak cihazının altında kaldı, kalçalarındaki i

Mine Soley'in Son Çaresi

Yenikapı neresi, Trabzon neresi? Emine Trabzon'dan İstanbul'a geldiği zamanlar, Yenikapı gazinolarında, anlı şanlı alaturkacılar arasında sahneye çıkıp şarkılar atacağı hiç aklına gelir miydi? Aklına gelmeyen başına geldi ve Mine Soley, siyah saçlarını mısır püskülü sarısına boyatıp iki üç gün «usul» dersi aldıktan sonra Hamiyet'lerin, Safiye'lerin, Mualla'ların, Sabite'lerin okuduğu sahneye çıkıp şarkıların envaını okudu... Ama ne okuyuştu o? Saz heyeti sahnedeki yerini almıştı. Aynı zamanda «takdimcilik» görevini de sırtlandığı anlaşılan kemancı, önce mikrofonu düzeltti; sonra seyircileri şöyle bir süzdü ve birden: - «Karşınızda Mine Soley!» diye bağırıverdi. Alkışların yükseldiği anda sahnenin sağ köşesindeki patiska perde aralandı ve saçlarını sarıya boyatmış olan esmer Mine Soley yerli filim seyircilerinin çok iyi tanıdıkları o «sallantılı» yürüyüşüyle ortaya geldi. - «Hoş geldiniz sevgili dinleyiciler! Hepinize çok çok teşekkür ederim!» dedi v

Muhterem Nur İsrail'de Dans Edecek

«Şu an seviyor, seviliyorum. Yılmaz Duru'yu evlenmeyi düşünmediği için seviyorum.» Bu sözleri, yerli sinemanın bütün devirleri' içinde en iyi ağlayan kadını Muhterem Nur söylemiş, biz de 27 haziran 1964 tarihli SES'te neşretmiştik. Aradan iki yıl geçti, soruyu biraz değiştirip, son aşkı Cihat Aşkın için sorduk: - «Cihat'la evlenmeyi düşünmüyorum. Birbirimizi seviyoruz, mesuduz. Benim evliliklerim hayatta daima hüsranla neticelendi. Bu defa Ayrılmamak için evlenmeyeceğim, Cihat'ı kaybetmek istemiyorum» cevabını aldık. Hayatının her devresinde kaderin ve bir erkeğin sillesini yemiş olan Muhterem Nur bu defa yalnız. Günlerini paylaştığı belirli bir erkeği yok. Tam bir küskünlük ve yılgınlık içinde. Ve Muhterem ilk defa olarak çevresini, yuvasını değiştirmek üzere teşebbüse geçiyor. 16 yıllık sinema oyuncusu, 2 yıllık dansöz, bugünlerde İsrail'e gitmiş olacak. 20 günlük bu «iş gezisinden» — Muhterem, orada dans edecek — döner dönmez daha uzun yeni bir y

Kuzey Vargın Tansu Sayın'la Nişanlandı

Artık adet oldu, her üç - dört ayda bir Kuzey Vargınla ilgili bir sürpriz haberle karşılaşıyoruz. Bir süre önce anîden yurtdışına çıkışıyla ilgiyi üstüne toplayan, çıkışı gibi anîden yurda dönüşüyle de herkesi bir daha şaşırtan Kuzey Vargın, geçen hafta yine her duyulduğu yerde «sürpriz» etkisi yapan bir şey daha yaptı ve Tansu Sayın'la aniden nişanlanıverdi... Bunun «sürpriz» tarafı nerede demeyin hemen. Kuzey Vargın’la Tansu Sayın, siyahla beyaz kadar birbirine zıt iki ayrı insandır da ondan... Kuzey Vargın, çabuk kızan, çabuk sinirlenen, buna karşılık insanlar için kötü düşünmeyen, yakışıklı, genç bir adamdır. En önemli özelliği ise kararsızlığıdır. «Bu kararsızlık onu daima «olacağı kadar olamayan» bir «yıldız» haline getirmiştir: Sesi ve sahne hâkimiyeti birçok şarkıcınınkinden iyidir ama kararsızlığı yüzünden ismini neonların en üzerine yazdıramamıştır... Sinemada ileriye umutla bakarken, bir bakarsınız Kuzey Vargın sahneye geçmiş... Sahnede tutunmuşken kalkmış, Avrupa

Alain Delon Yalanı Tercih Etti

- «MARKOVİÇ olayı mı? Allah Allan, o da neymiş? Benim hiç öyle bir meşeden haberim yok.» - «Karım Nathalie mi dediniz? Ben evli değilim ki. Eski karımla hiç bir ilgim kalmadı.» Karşımızda duran genç adama bu sorulardan sonra adının Alain Delon olup olmadığını sorsak her halde «değil» diyecekti! Tahran'da düzenlenen Fransız Filimleri haftasına katılmak üzere İran Hava Yolları’nın bir uçağıyle Tahran’a gitmekte olan ünlü Fransız aktörü Alain Delon, Yeşilköy Havaalanında on beş dakika kaldı ve bu süre içinde de kendisine sorulan soruların hepsini «Bilmiyorum», «Hayır», gibi olumsuz şekilde cevaplandırdı. Fakat onun «Hayır» demesinin Türk hayranlarının kendisi hakkında edindikleri kanaati değiştirmeye yetmeyeceğini anlayınca da işi şakaya vurdu. Zira adının Markoviç olayına karıştığı, cinayet zanlısı olarak ifadesi alındığı ve çocuğunun hatırı için boşandığı eşi Nathalie ile gayrimeşru yaşadığını İstanbullu hayranlan çok iyi biliyorlardı. Doğrusunu söylemek gerekirse Al

Belgin Doruk İyileşti

«ŞAHANE İNTİKAM» adlı filmin İstiklal caddesinde çekilen bir sahnesinde, rol icabı polislerden kaçarken kaldırıma yuvarlanıp sol ayağının baldır kemiğini çatlatan Belgin Doruk, günlerce alçılar içinde yatakta yatmaya mecbur kaldıktan sonra, nihayet iyileşti ve iyileşir iyileşmez ilk işi, günlerden beri kendisiyle birlikte eve hapsolan oğlu Aydın'ı hayvanat bahçesine götürmek oldu. O gün Aydın için «Çifte bayram» vardı. Öyle ya, hem cici anneciğinin ayağa kalkışına seviniyor, hem de Gülhane Parkı'ndaki hayvanat bahçesine gidip oradaki hayvanları göreceği için seviniyordu. Ana - oğul evlerinden çıkıp bir taksiye atladılar ve doğru Gülhane Parkı’na gittiler. Hafiften yağmur çiselediği için, Park’ta birkaç turistten başka kimsö yoktu. Kapıdan bilet alıp içeriye girdiler. Yapraklarını dökmüş uzun ağaçların çerçevelediği yolda bir süre yürüdükten sonra Belgin Doruk: - «Biraz şurada oturalım mı yavrum?» dedi. Sargıları çözülmüştü, ama sol ayağında hâlâ daha hafif bir şiş va

Ajda Pekkan'ın Mini Şort Modası

Şurası muhakkaktır ki, dünyanın en sevilen diktatörleri modacılardır!... Ağızlarından çıkan bir kelime, modellerinin üzerindeki bir çizgi değişikliği, yahut da küçük bir makas darbesi, dünyayı yerinden oynatmaya kafi gelir. Sonra telefonlar, teleksler işler, moda dergileri yeniden donanır ve dünya üstündeki milyonlarca kadın, erkek, yaşlı, genç, aslanlara atılan Hıristiyan sessizliği ile, yeni modayı kabullenir. Hemen terzilere koşulur, sevgili diktatörlerin emrettikleri biçimde elbiseler, mantolar, mayolar ve şortlar yaptırılır... Maksi miniyle, midi channelie mücadele ededursun, son aylarda moda dünyasının başkenti Paris'ten, kadınların da, erkeklerin de yüreklerini hoplatan bir ses yükseldi: «Hayır!... Ne maksi, ne mini, ne midi, ne de channell... Bunların hepsi öldü! Yaşasın mini-şort!» Önce derin bir sessizlik, sonra kafalarda şekillenen «acaba» lar ve yine yüz binlerden yükselen çığlık: «Evet şimdi hepsi öldü!... Yaşasın mini-şort!» Değişik değişik, renk renk, desen

Peter Sellers Yeminini Bozdu

Rejisör Blake Edwards «Party» (Parti) isimli filimde Peter Sellers'i baş rolde oynatmayı aklına koymuştu. Fakat genç rejisör Mirisch Brothers Filim şirketinin idarecilerine bu fikrini açıkladığı zaman hiç de beklemediği bir cevap aldı. Şirket idarecileri, rejisöre: «Sen bu işten vaz geçsen iyi edersin» demişlerdi. «Eğer bu filimde mutlaka Peter Sellers'i oynatmayı aklına koyduysan, onun yerine başka birinin oynamasını düşünmüyorsan, bizden sana tavsiye sakın bu filmi çevirmeye kalkma. Zira Peter Sellers Hollywood'a gelip filim çevirmez. Bu filmin İngiltere'de ya da başka bir ülkede çekilmesine de biz razı değiliz. Ya Peter Sellers'ten ya da filimden vaz geçmek zorundasın.» Blake Edwards, Peter Sellers'in kendisini kırmayacağını, İngiltere'den Amerika'ya gelmek külfetine katlanmaktan da çekinmeyeceğini düşünüyordu. Bu yüzden şirket idarecilerinin ikazlarına aldırmadı. Evinden kıtalararası telefonla Londra'yı aradı ve Peter Sellers'e durumu

Filiz Akın'ın Kanlıca Tatili

Tiyatrocular döneminden «sinemacılar» dönemine geçince yerli filim artistleri arasında «diplomalılar» iyice azalmıştı. Son yıllarda bu durum iyiden iyiye değişti. Gitgide yerli sinema bir «diplomalılar sineması» olmaya başladı. Buna rağmen, nedense sinema artistlerimiz arasında yabancı dil bileni parmakla gösterilecek kadar azdır. Bu parmakla gösterilecek kadar az yabancı dil bilenlerden biri de Filiz Akın'dır. Filiz Akın, kolej bitirmiş bir artist. İngilizceyi son derece rahat konuşur Her halde bundan olacak, bütün artistlerimiz her yıl Avrupa'ya gidermiş grbi 'Filiz Akın bu sene de Avrupa'ya gidemiyor' şeklinde haberler her yılın belirli aylarında gazete ve dergi sütunlarında arz-ı endam eder. «Sezar'ın hakkını Sezar'a vermeli.» Bu haberi yayan gezeteciler haksız değildi çünkü. Filiz Akın da her yaz başında «Kararım karar. Bu yaz Avrupa'ya gideceğim» diye beyanatlar verir. Ama Filiz Akın evine bağlı, kocasını, çocuğunu seven bir ev kadınıdır. Ko

Mine Mutlu'nun Geleceği Kendi Ellerinde

Mine Mutlu cephesinde şu anda büyük değişiklikler var, ama önümüzdeki günlerle birlikte gelecek değişikliklerin yanında bunların solda sıfır, devede kulak misali kalacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Teşvikiye'deki Çam apartmanının birinci katında oturan Mine Mutlu, bugünlerde bir «toparlanma» telaşı içinde... Aynı caddede, Metin Serezli ile Memduh Ün'ün oturduğu apartmanların arasındaki bir başka apartmana taşınıyor. Kapısında bembeyaz, yepyeni bir Thunderbird araba duruyor şimdi Mine'nin. Sinemaya girişinin dördüncü yılında o da, «arabalı artistler» arasındadır artık... Ama şu gerçek de apaçık ortada: Mine, toparlanma telaşında! EMİNE ÖZATMACA'DAN MİNE MUTLU'YA Kaç yıl var ki bir anne, iki erkek kardeş, bir aneanneden kurulu «ailesi» ne bakar Mine Mutlu... Bu uğurda Isparta'da (adı henüz Emine Özatmaca iken) okulu bırakmış. Tapu - Kadastro'da 235 lira maaşla çalışmaya başlamıştır. Sonra Devlet Su İşleri'ne 450 lira maaşla girmiş ve bir gün i

Yılmaz Güney "En Kuvvetli Benim" Diyor

Taksim'de, Aydede Caddesinde, «Kıvılcım» Apartmanının en üst katindayız. Yılmaz Güney - Nebahat Çehre çifti burada oturuyor. Köşedeki «şömine» nin üzerinde son Antalya Filim Festivalinde kazandığı «altın portakal taşıyan kadın» heykeli duruyor. Saat 19.00 suları... Yılmaz Güney, birkaç gün sonra, Duygu Sağıroğlu ile başlayacağı filmin senaryosu üzerinde çalışmak üzere «Duyguların evine» gitmiş. Bunu, eşi Nebahat Çehre söyledi. Yılmaz'ı beklerken konuşuyoruz. Nebahat Çehre, Yılmaz Güney'le evlendikten sonra çok değişmiş. Bir «koca» nın aynı zamanda «hoca» olması gerektiği; kişilik sahibi bir erkeğin eşine sağladığı faydayı gözümüzle görüyoruz. Sinema sanatı üzerine o kadar sağlam fikirleri var ki, hayret ettik. Artık sadece Yılmaz Güney'le (o da yılda üçü geçmemek üzere) filim çevirmeye kararlı. Birbirlerini sevdikleri belli. Evde Yılmaz Güney'in annesi de var. Tıpkı oğlu gibi ince, esmer... Bir aralık «İnce Memed» den söz açıldı. Nebahat Çehre: «Osman Seden üç

Öztürk Serengil'in Hayatının Bilinmeyenleri

Geçenlerde Bandırma’ya giderken tesadüf bizi eski bir gemici ile karşılaştırdı. Hemen bütün denizciler gibi gün görmüş, hoş sohbet, tatlı dilli olan «eski denizci» ile konuşurken konudan konuya atladık. Sonunda laf döndü, dolaştı ve sinemaya geldi, işte o sırada yol arkadaşımız bizleri yerimizden hoplatacak kadar enteresan bir anısını anlatmaya başladı: - «Öztürk Serengii var ya, Öztürk Serengil. O benim çok eski arkadaşımdır. Durun bakayım, şöyle böyle 14 yıl kadar önce aynı gemide kamorotluk yaptık.» Buyurun bakalım! Hiç aklınıza gelir miydi ki, bir zamanlar filimleriyle kitleleri peşinden sürükleyen «komedi kralı Yeşşee»nin bir zamanlar gemilerde kamorotluk yaptığı? Biz bunu hayatımızda ilk defa duyduğumuz için yol arkadaşımızın ne kadar eski anısı varsa usulünce ona anlattırdık. Aman efendim aman! «Yeşşe» neler yaparmış da bizler bilmezmişiz. Meselâ bir defasında Öztürk makine dairesindeymiş. Kaptan yukarıdan, «yarım yol!.» diye emir vermiş. Çarkçıbaşı «Ne diyor?» diye s

Barış Manço ve Moğollar Yurda Döndü

Barış Manço sekiz yıldır Avrupa'dadır ve sekiz yıldır da Avrupa’da şöhret olmanın yollarını arar. İstanbul’a her gelişinde, yaptığı yeni anlaşmalardan, artık şöhret kapılarının kendisine açıldığından söz eder. Sonra Barış yine Avrupa’ya gider, yine gelir... Heyecanla Barış'a İstanbul'dan uzak kaldığı süre içinde neler yaptığını sormaya koşarsınız. Ünlü şarkıcı size ileride yapacağı hamleler hakkında öyle «bomba» gibi haberler, verir ki, ne sormaya gittiğinizi unutursunuz!. On yıllık şarkıcı Barış Manço, hayatının belki de en büyük bombasını, geçtiğimiz hafta içinde, yine bir Avrupa dönüşü patlattı. «Barış Manço 1970'in sevilen topluluğu Moğollar’la birleşmişti.» Üç ay kadar önce, Paris müzik âlemini fethe gönderdiğimiz müzisyenlerimiz Türkiye'ye öylesine büyük bir haberle dönmüşlerdi ki, artık onlara kimse Paris'te ne yaptıklarını, ne ettiklerini sormayacaktı. Barış Manço ve Moğollar'la, Türkiye' ye geldikleri günün gecesi sizler için konuştuk.