Ana içeriğe atla

Figen Say İlk Cumayı Böyle Geçirdi

Caminin yalnız kendisi değil bahçesi de beyaz küfeki taşlanyle kaplanmıştı. Ama, taşlar, üzerlerindeki sayısız güvercinin kurşuniliği arkasında kaybolmuştu. Bu manzaraya bakarken bir gürültü oldu. Binlerce kanat sesi birbirine karıştı. Güvercin ordusu gökyüzüne doğru havalandı. Şimdi maviliklerle gri kanatlar birbirine karışmıştı. Güvercinler etrafa dağılınca, gökyüzüne, dua eden eller gibi uzanan selviler ve arkasından selvilerin inceliği ile yanş eden minareler göründü. Şerefelerin taş işlemelerine gözü takılıp kaldığı anda önce kulakları, sonra genç ruhu efsunkâr bir seda ile ile doldu. Güzel sesin tesirinde kutsal ürpertiler geçirdi. Kendinden geçmiş gibi ezan bitene kadar olduğu yerde kalakaldı... Sonra camiin büyük kapısına doğru yürümeye başladı. Kapıda pabuçlarını çıkardı. Ayakları yumuşak halıların üzerindeydi. Kadınların bulunduğu tarafa geçti. Yeşil başörtüsünü düzeltti. Etrafına göz attı. Kimse onu tanımıyordu. Boyasız, makyajsız, kremsiz, rujsuz.. Bir aralık kadınların hepsi birden ayağa kalktı. Namazın başlamak üzere olduğunu anladı. Namazdaki hareketleri ve sözleri öğreten bir kitap almış; birkaç kere okuyup ezberlemişti. Ama camide nasıl kılınacağını bilmiyordu. Onun için bir kenara çekildi. Gözleri ve kulaklarını dört açarak, namaz kılan kadınları takip etti. Fısıltı halindeki Arapça sözleri anlamıyordu. Namaz bitip cami tenhalaştıktan sonra, biraz önce gördüğü şeyleri tatbik etti. Namaz hocası kitabından öğrendiği dualar, biraz garip bir şiyveyle dudaklarından dökülüyordu. Ama ne ziyanı vardı... O bu dine kalben inanmıştı...
Namaz nihayete erdikten sonra avluya çıktı. Önce «kısmet» musluklarını açtı. Eyüpsultan'ın türbesine girmek isteyen ziyaretçiler sıralanmıştı. Ramazan ayının ilk cuması olduğu için mahşeri bir kalabalık vardı. Kadınlar çoğunluğu teşkil ediyordu. Sıraya girip bekledi. Türbede dua eden kadınlardan da tavır ve hareket bakımından epey şeyler öğrendi. Türbeden çıktığı zaman kuş gibi hafiflemişti. Huzur ve sükunun ebedi ülkesine ulaşmıştı sanki... Güvercinlere yem serperken cümertliğin, yardım etmenin hazzını duydu. Geri döndü. Arka kapıdan çıkarken «Çifte Gelinler» in önünde durdu. Birçok kadın ellerini açmış, dua ediyorlardı. Birkaç dakika burada kaldı. «Fatiha» okumayı, denedi ve başardı da... Avlunun kapısından çıkarken tesbihçileri gördü:
- «Ben de bir tespih almak istiyorum» dedi.
O kadar çeşitli teşbih vardı ki hangisini alacağını şaşırdı. Tesbihçi:
- «Kadınlar bu teşbihi kullanır» diyerek beyaz, sedefli bir teşbih uzattı.
Sonra mezarlıklar içinden yukarıya doğru yürüdü. Hava yaz gibiydi. Aralık ayının güneşi gözlerini neredeyse kamaştıracaktı. Halic'e yukarıdan baktı. Piyer Loti kahvesinin önünden otomobile binip Edirnekapı yoluyla Süleymaniye camiine geldi.
Büyük kubbeler altındaki dualar aksi seda yaptıkça büyüyor, büyüyordu. Hafızların güzel sesleri bu mabedlerde okunan Kur'anı Kerim'i yedi kat göklere ulaştırıyordu. Caminin büyüklüğü karşısında kendini ufacık, karınca gibi minimini hissetti. İnsan, burada yakıcı ihtiraslardan, hırslardan uzaklaşıyor, Tanrı'ya yaklaşıyordu. Harikulade akustik, hangi dahiyane mimarinin eseriydi acaba? Kafasında birçok soru işaretleri sıralandı. Yeni dinini ne kadar güzel, ne kadar huzur verici bulmuştu; bunu sözle anlatması imkansızdı.
Beyazıt Camii avlusu da ramazanın ilk cuması dolay isiyle şenlenmiş, renklenmişti. Sahaflar Çarşısı'nda güzel bir Kur’anı Kerim aradı. Bir dükkana girdi. Sadece Kur’anı Kerim almakla kalmadı. Müslümanlığa ait birçok neşriyat vardı ki onları da alması, okuması, öğrenmesi gerekliydi. Dükkancının tavsiyelerine uydu. İslamiyete ait ilk bilgileri veren bir hayli kitap satın aldıktan sonra çıktı.
Oruçlu olduğu için, çınarların altındaki kahvede bir şey içmedi. Yalnız sorularımıza cevap verdi. Anlatmak istediği kelimeleri bulmakta güçlük çekiyordu:
- «Nasıl anlatsam bilmem ki? Çocukken de camilere sık sık giderdim. Hayatımda ilk defa şimdi gitmiyorum. Fakat. Tanrı'nın evi diyebileceğim camilerde duyduğum huzuru başka hiçbir yerde bulamadım. Hele Müslümanlığın sadeliğine hayran oldum. İnsan nefsini terbiye etmek için o kadar güzel, o kadar pratik buluşlar var ki... İradeyi kuvvetlendirmek, iyi insan olmak için Müslümanlık çok fayda sağlıyor... Ben bu dini gerçekten seviyorum. Bazıları bu duygularımı anlayamaz. 'Reklam diye yapıyor' dediler, ama siz onlara inanmayın. Yalvarırım inanmayın. Benim teyzem de Müslüman olmuştu. Herkesin seçme hürriyeti var. Hiçbir ticari gaye olmadan seçtim. Yoksa 30 filim çevirdikten sonra bu işi yapmazdım. Gayem ileride bir Müslüman Türk'le evlenmek... Şimdi mesleğime devam edeceğim. Adımı da mahkeme karanyle resmen Figen Say diye tescil ettireceğim. Ben sevdiği, yıllardan beri sevdiği dine kavuşmanın saadeti içindeyim.»
Gerçekten çok sevinçli görünüyordu. Makiyajsız gözleri parlıyordu. Tıpkı aydınlanan ruhu gibi...

Bir otomobil onu erine götürüyordu. Zira iftar vakti yaklaşmıştı. Evindeki iftar sofrası Figen Say'ı bekliyordu...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zavallı Oya Hep Yatakta

Oya Aydoğan 'ın sinemadaki çizgisi bellidir... Çevirdiği her filmde mutlaka dişiliğini şöyle ya da böyle gösterir ya da göstertirler... İşte, Berhan Şimşek’le birlikte oynadığı son filmi olan “Zavallılar”da da, Oya Aydoğan bir türlü yataktan çıkamadı. Çeşil çeşit zavallılık vardır... İnsan, açlıktan zavallıdır, çaresizlikten zavallıdır, işsizlikten, parasızlıktan, kimsesizlikten zavallıdır... Fakat bizim bilmediğimiz bir başka zavallılık türü daha varmış... Aşk zavallısı... Bunu nerede mi teşhis ettik? Hemen söyleyelim, Oya Aydoğan'ın son çevirdiği filmin setinde... Yapımcı Kemal Dilbaz adına, yönetmen Ümit Efekan tarafından çekilen ve “Zavallılar” ismini taşıyan filmde, Oya Aydoğan, köyden şehre gelip, büyük kentin çarkları arasında kaybolan ve kaderin acımasızlığına karşı koyamayıp, hayalleri yok olan ve sonunda da onun bunun elinde oyuncak olan bir genç kızı canlandırıyor. Bu filmde Oya Aydoğan, yukarıda söylediğimiz gibi tam bir aşk zavallısı... Mekanı ise çoğu ...

Bahar Öztan ''Eski Kocamdan Koca Olmaz'' Dedi

Kendi aralarında nişan takan Bahar Öztan ’ın eski kocası futbolcu Kasım Gündüz ile Hüner Coşkuner ’in ablası Sema Coşkuner, çok yakında bir gazinoda verecekleri bir yemekle bu nişanlarını ilan edecekler. İnsanoğlu ne tuhaf doğrusu... Hele kadınların işlerine akıl sır erdirmek gerçekten güç... Ne zaman ne yapacakları, nerde, ne söyleyecekleri belli olsaydı, kadından canı yanan biri çıkıp da “Allahım kadın varkan, sen neden şeytanı yarattın?” der miydi? Bunu hangi kadın kabul eder bilemeyeceğiz ama Bahar Öztan’a sorarsanız, “erkek milleti”nin şeytanın ta kendisi olduğunu söylüyor. Zaten zamanında yani futbolcu Kasım Gündüz’le evli olduğu günlerin bitiminde de kocasını böyle suçlamış ve onunla beraberken, film çevirmek için İstanbul dışına çıktığı zaman evlerine ucuz kadınları getirdiğini, artık bu hale tahammülü kalmadığını, dolayısıyla bu yüzden ayrıldığını bas bas bağırmıştı... Ayrıldığı kocası Kasım Gündüz, şimdi yeni bir evliliğe soyunuyor... Şarkıcı Hüner Coşkuner’in gerçe...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

DÜNYANIN birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik ’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam ’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İsta...

Bu Gacıya Bir Baro

Çingeneler.. Kendilerine özgü konuşmalarıyla rahat yaşantılarıyla ve özgürlüklerine düşkünlükleriyle yüzyıllardan bu yana gelen toplumunuzun küçük bir parçası, sanatçı ruhlarıyla önlü kompozitörlere ilham kaynağı, yazarlara roman konusu olacak kadar bambaşka bir insan topluluğu olan bu insanların önemi son bir yıldır ülkemizde de hissedilmeye başlandı... Şüphesiz bu önem dünün pavyön şarkıcısı bugünün ünlü assolistl ve çingeneliğini inkar etmeyen Kibariye ile başlayıp başka ''iye'' takısı ile gazino sahnelerinde boy gösteren çingene veya çingene olduğunu iddia eden ses yıldızlarıyla güncelleşti... Ancak düne kadar olduğu halde ''Çingene''liğini inkar eden, aslını söylemekten utanan kişilerin bugün çingene olduğunu iftihar ederek söylemesi toplumun bu özellik sahibi kişilere gösterdiği ilgiyle gelen maddi manevi kazançtı. Ünlü şarkıcıların bile sahnelerde çingene oyun havalarıyla göbek atmaları, sahne gösterilerine özel olarak ''Çingene gö...