Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Yeşilçam etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Hülya Koçyiğit Erkek Oldu

Etiler'deki bir evin önünden geçiyorduk. Elektrik direğine dayanmış, süet ceketli, kravatlı, kasketli bir delikanlı gördük. Işık tepeden geldiği için kaşı, gözü pek seçilmiyor. Cebinden bir Bafra paketi çıkarıp sigara yaktı. İnce bıyıkları, solgun teni, çıkık elmacık kemikleri kibritin alevinde gözümüze bir an çarpıp kayboldu. - «Bir tanıdık olacak, ama kim?» demeye kalmadan kasketli delikanlı yanındaki taksiye bindi. Kontak anahtarını takıp arabanın motorunu çalıştırdı. Tam kalkacağı sırada arabanın kapısına başörtülü bir kadın yaklaştı. Mantosunun cebinden çıkardığı bir tabancayı delikanlının burnuna uzattı: - «Ellerini havalara kaldır bakalım, yavrum!» dedi. Şoför «teslim» işaretini çekti, eli tabancalı kadın arka kapıyı açtı. Arabanın içindeki lamba da aynı anda yandı. Sarı saçlı bir kadının arka koltukta büzüldüğü görüldü. Sol eliyle sarı saçlı kadının saçlarından tutup çeken dişi haydut: - «Haydi, çek arabanı!» diye söylenip esirini götürürken delikanlı tabancalı...

Yeşilçam Koleksiyoncusu İzzet Günay

Müzeler geçmişin hapishanesidir. Her müze bir tarih saklar, her müze ziyaretçilerin karşısına yıllar, yüzyıllar öncesinin olaylarını, zevklerini, yaşayışlarını, örf ve adetlerini sergiler. Kitaplarda kalan bir devrin anılarıyle, dopdoludur müzeler. «Tarihleriyle yaşayan milletler» için başlı başına bir gurur kaynağı, başlı başına bir iftihar vesilesidir müzeler! İnsan ünlü bir sinema yıldızıyle sabahtan akşama kadar bir müzeyi gezerse ve daha ayaklarının tozu silinmeden, biraz önce içinden çıktığı «atmosferin» tesirinden kurtulmadan yazıya oturursa asıl anlatacağını bir yana itip böyle giriyor yazıya işte. Bereket bu kısa sürüyor, kendini aradan sıyırıp o sinema yıldızıyle müzeyi baş başa bırakıyor. Dünyada herkesin bir şeye merakı vardır değil mi? Kimi insan maç hastasıdır, kimi kitap faresidir, kimi flört heveslisidir, kimi kahve bekçisidir... İzzet Günay da iflah etmez müthiş bir koleksiyon meraklısıdır. Pul toplar, kitap toplar, mask toplar, kupür toplar, oynadığı filimler...

Hüseyin Peyda Lokantacı Oldu

Unutulmaz «Mezarımı Taştan Oyun» filminin unutulmaz jönprömiyesi Hüseyin Peyda'nın elleri kaç işe dalıp çıkmıştır, bilir misiniz? Peyda İstanbul'a 1946 yılında gelmişti. Önce gitti Edebiyat Fakültesinin Felsefe Bölümüne kaydoldu. Bir taraftan da ekmek parası temin edebilmek için bir dükkan arıyordu. Nihayet Sirkeci'de tam istediği gibi bir yer buldu... İstanbul'a gelişinin ikinci ayında Istanbullu'lar lahmacundan, içli köfteden bahseder oldular. İstanbul'un tamamen yabancısı olduğu iki yemek, genç bir üniversite öğrencisi tarafından «ayaklarına kadar» getirilmişti... Lokanta bir süre çok iyi işledi... Fakat Peyda'nın bir işte uzun süre durmayan karakteri ona, bu çok iyi işleyen dükkanı bir başkasına devrettirdi. Ondan sonra, lahmacun hamuru ve içli köfte «meyanesi» içinde olan ellerini matbaa hurufatları önünde kumpas tutarken görüyoruz. Genç Peyda, ünlü bir tarihçi ile dergi çıkarmaktadır. Yazılarını yazmakta, dizmekte, tashihlerini yapmakta ve dergi...

Ayhan Işık Korku Filminde

Yeniköy'de. filimciler arasında «Orhan Günşiray’ın kayınvalidesinin evi» diye bilinen köşkte bir korku filminin çevrildiğini haber aldığımız zaman hemen köşke koşmuştuk. Seyircilerin yüreklerini hoplatacak bir korku filminin çekimini seyredecektik! Kökşte, filimcileri harıl harıl çalışırken bulduk. O güzelim köşk insanın içine korku salan bir esrarlı ev haline getirilmişti. Sağa, sola biraz sonra kan yerine kullanılacak olan kahve kutuları, kamalar, baltalar serpiştirilmişti. Filmin çekimine ara verildiğinde rejisör Tuna Başaran’ın yanına yaklaştık. Önce, «Hayırlı olsun,» dedik ve filim hakkında biraz bilgi vermesini rica ettik. Tunç Başaran başladı anlatmaya... Aman efendim aman! Bir konu ki, değmeyin gitsin! Başından sonuna kadar kan gövdeyi götürüyor. Hani bazı kitapların kapağında «geceleri okumayınız!» kaydı vardır ya, galiba bu filmin afişine de kocaman kocaman harflerle «geceleri seyretmeyiniz!» kaydını koyacaklar! Bir adam, annesi, babası ve iki oğlu ile yaşamakt...

Fatma Girik İzmir Fuarı'nın Kraliçesi

İZMİR Fuarı'nın en şöhretli kadını Fatma Girik, Yeşilçam'ın en iyi kadın oyuncularından birisi olarak kabul edilen Fatma Girik'i bu yıl sinemalarda oynayan «Boş Beşik», «Büyük Yemin» gibi filimlerde köylü kadını kıyafetinde, ayağında şalvarı, başında yazması, ellerinde kınası ile görüp de, «Aaa! Köylü kıyafeti Fatma'ya ne de yarışmış,» diyenler, aynı Fatma Girik'i bu defa Fuar gazinolarında beli açık tuvaleti ile şarkı söylerken görünce şaşırıp kalıyorlar, «Fatma Fuar'ın kraliçesi,» demekten kendilerini alamıyorlar.. Bu yıl Fuarla ikinci defa gelişi Fatma Girik'in.. Ve süksesi geçen yılla ölçülemeyecek kadar fazla. Bunun da başlıca iki sebebi var. Bir kere repertuvarı geçen yıla oranla hayli dolu ve Fatma Girik sahneye iyice ısınmış, alışmış... Yeşilçam'da filimlerde oynarken evinden sete, setten evine gidip gelen, bunun haricinde önemli bu sebep olmadıkça sokakta, eğlence yerlerinde, kalabalık arasında pek gözükmeyen Fatma Girik'in İzmir...

Ayhan Işık'ın Gözüyle Avrupa

AYHAN IŞIK Avrupa'dan döndü. Uzun süren bu seyahatinde «Kral»ın görüp gezmediği yer hemen hemen kalmamış. Danimarka. İsveç, Almanya. Hollanda. Avusturya, İngiltere... Her gittiği yerden bir iz kalmış. Kimi daha dün gürmüşçesine net; kimi flu fotoğraflar gibi sisli anılar... Beğenip hayran kaldıkları, şaşıp akıl erdiremedikleri, Türk mantığıyle Batılı düşünce tarzına vurduğunda farklı sonuçlara ulaşan olaylar... Bizim mutfağımızdan uzak yemekler, bizim lezzetimizden farklı içkiler, bize ters düşünceler, duygular... Hepsi, ama hepsi kendine yer bulmuş Ayhan Işık'ın anıları arasında; ama az ama çok! «BİR AN MEMLEKET BOŞALDI ZANNETTİM» Ayhan Işık bu seyahatinde bir şeye çok üzülmüş, önce kendini duygulandıran, sevindiren bir ilgi, sonra onu düşünceye sevk etmiş. - «Avrupa'da bu defa en çok dikkatimi çeken şey, orada rastladığım Türklerin çokluğu aldu,» diyor. «Kopenhag'da yemek yerken. Berlin'de kitap, gazete alırken, Münih'te bira içerken, İsveç'te ...

Ferdi Tayfur Öpüşmekten Utandı

Kış sezonunda televizyonda gösterilen ''Üç İstanbul'' dizisindeki idealist ve sevdiğine tam anlamıyla bağlıktan, ancak tüm bu özverilerine karşın sevilmeyen Süheyla rolüyle adından söz ettiren Nilgün Akçaoğlu; televizyon ekranlarında şöhrete ulaşan diğer meslektaşları gibi şimdi de beyazcamdan Yeşilçam'a transfer olanlar kervanına katıldı. Dizinin bitiminden hemen sonra yüzünün çeşitli yerlerinden estetik ameliyat geçirerek daha güzel bir görünüme kavuşan ve tiyatroculuğunun getirdiği rol gücüne fiziğini de katarak iş alanını genişletmek isteyen Nilgün Akçaoğlu'nun ilk kez sinema kameraları karşısına geçtiği rolu ise Süheyla'nın tam tersine oldukça açık sahnelerle başladı... Evet Yeşilçam'a Gülşah Film adına yönetmen Melih Gülgen'in çektiği ''Utanıyorum'' filmiyle geçen ve kurallara uyarak yer yer çıplaklık da sergileyen Nilgün Akçaoğlu'nun sinemaya ''Merhaba'' dediği bu filmindeki rol arkadaşı da kendisinin...

Ben Unutulacak Kadın Mıyım?

Figen Han küçük yaşta başladığı sanat yaşamının belki de en dağerli armağanı olan emekliliği kesinlikle kabul atmlyor. Film yapımcılan har na kadar kendisini unutsa da o kendisinden sakal bir sanatçı tanımayarak, yoluna başka bir yön varmaya niyetli olmadığını belirtiyor... Daha henüz oniki yaşındayken, yeni gelişmeye başlayan göğüsleriyle sinemaya merhaba diyen Figen Han Yeşilçam'daki seks filmlerinin bitimiyle hayata küskün bir hale geldi. Seks fırtınası Yeşilçam'ı kasıp kavururken vücudunun hakkıyla bir çok filmde başrol oynayan sanatçı şimdi tüm oyun gücünü kullansa da figüranlıktan öteye gidemiyor. Gidemeyişi bir yana bir da emekliye ayırıyorlar onu. Bir çok çalışan kişinin rüyalarını süsleyen emeklilik, bugün otuzaltı yaşında olan Figen Han'ı altmış yaşına gelmlşceslne çökertiyor. ''Ben on tane genç kıza taş çıkartının. Sinemada benden seksi bir sanatçı düşünemiyorum. Gözlerimle bile sevişirim ben. Vücudumun her bir köşesini bir başka sevdirir, bir ba...

Derya Arbaş Arap Prensesi Oldu

Son filminde bir Arap prensesi canlandıran Derya Arbaş, rol icabı kapanmak zorunda kaldı. Babası rolündeki Arap şeyhi ise, «Derya gerçek bir prenses» dedi. Arap şeyhi babası Derya Arbaş 'ı kapattı... «Bir Günlük Aşk» adlı filmde bir Arap şeyhinin kızını canlandıran Arbaş, rolü gereği kapanmak zorunda kalınca tam bir Arap prensesi oldu. Arbaş'ın babası rolündeki Arap şeyhi ise onun için «Aslında Derya gerçek bir prenses. Arap prensesi olması için başını da örtmesi gerekiyordu» dedi. «İlk önce garip geldi» «Bir Günlük Aşk»ın çekimleri sırasında rol gereği Araplara özgü elbiseler giyen ve başını kapatan Derya Arbaş «Bana saçlarımı örtmem gerektiği söylendiğinde ilk başlarda yadırgadım ama aynaya baktıktan sonra fikrim değişti» diyerek sözlerini şöyle sürdürdü: «Başımı örttükten sonra yakıştığım gördüm. Rol gereği de olsa bir prenses olmak çok güzel.» Güzel yıldız bu Simden çok umutlu olduğunu belirterek, «Sinemada her türlü rolü başarıyla oynayacağıma inanıyorum» diye...

Sevişen Kazanıyor

Loş bir odada duyulan iniltiler ve çalışan kameranın tekdüze sesi. Kompozisyon, baş kadın oyuncuyla baş erkek oyuncunun sevişmesi. Oldukça ateşli ve gerçeğe en yakın biçimiyle ve nihayet stop... Diğer yanda ıssız bir orman, genç bir kıza saldıran üç gözü dönmüş erkek ve yine kameranın o tekdüze sesi. Kameralar stop deyip, bütün işlemler bittikten sonra koca koca afişler. "Bu filmi çocuklarınızla görünüz", "Yılın ibret verici film olayı..." İşte Yeşilçam’ın en son kozu Ahu Tuğba gibi, Banu Alkan, Müjde Ar gibi sinemanın soyunan kadınlarıyla yapılmış "eğitici" filmler. Evet. 1970'li yılların seks furyasından sonra filmcilerin tek dayanağı yine seks. Arzu Okay , Mine Mutlu , Zerrin Egeliler , Dilber Ay ve bunlar gibi birçoğuyla başlamıştı seks furyasının altın çağı. Sadece ticari amaç güdülerek, hiçbir eğitici, öğretici, verici yanı düşünülmeksizin yapılan filmlerdi, o tarihte yapılan filmler. Sonunda "dur" diyenlerin baskısı altında sükse...