Ana içeriğe atla

Fikret Hakan Artistler Takımında

Mithatpaşa Stadı lebalep doluydu. Bütün gözler çıkış tüneline dikilmişti. Birden saha içinde koşuşmalar başladı ve tünelin ağzında en önde kaptanları Cihat olduğu halde Fenerbahçe emeklileri gözüktü...
Onlar resim çektirirken stad bir daha dalgalandı. Bu defa başta giyinik olarak elinde bir çiçek buketi taşıyan Necdet Tosun ve onun arkasında takım kaptanı rejisör Memduh Un olmak üzere «artistler takımı» sahaya çıktı.
Cihat'Iı, Taka Naci'li, Boncuk Ömer'li, Dr. Melih'li Mikro Mustafa'lı Fenerbahçe ile artistler, halen filim prodüktörlüğü yapan eski Fenerbahçeli Osman'ın jübilesi için bir araya gelmişlerdi. Artistler sahada şu şekilde dizilmişlerdi:
Fikret Hakan - Sertaç Karan, Erol Batıbeki - Tanju Gürsu, Yılmaz Gündüz, Feyzi Tuna - Kartal Tibet, Önder Somer, Memduh Un, Orhan Günşiray, Necip Tekçe.
Başlama vuruşunu yapan Hülya Koçyiğit, her halde dedikodudan çekinmiş olacak ki, ilk «pası» sert bir şekilde boşluğa yolladı.
Oyunun ilk dakikaları iki tarafın da birbirini denemesiyle geçti. Nihayet 9'uncu dakikada artistler kalesi bir tehlike atlattı. Fikret'in ters çıkışından faydalanan Mikro Mustafa topu boş kaleye yolladıysa da Tanju Gürsu vaktinde yetişerek yüzde yüz golü önledi. 14. dakikada artistler ilk ve son gollerini attılar. Orhan Günşiray, Kartal Tibet'in sağaçıktan biraz sürerek ortaladığı topa hakim olduğu anda ofsayt pozisyonundaydı. Hakem düdüğü çaldı, fakat Günşiray hiç aldırmadan topu sürdü ve Cihat'ın sağından ağlara bıraktı. Tabii gol sayılmadı.
Artistler takımı, 2. devreye, sağbek Süleyman Turan'ı sağaçığa da Kuzey Vargın'ı alarak başladı. Eski Ankaragüçlü ve Fenerbahçeli Yılmaz Gündüz'ün başarıyla tatbik ettiği «ofsayt taktiği» sayesinde ilk dakikalarda Fenerbahçe emeklileri baskılı oynamalarına rağmen go! çıkaramadılar. İkinci devrede kaleci Fikret, Taka Naci'nin ayaklarına plonjon yaparak aldığı topla arkadaşlarının maneviyatını yükseltti.
5. dakikada Önder Somer çıktı ve yerine Yılmaz Duru girdi. 8. dakikada, isabetli paslarıyle dikkati çeken eski Beşiktaşlı Memduh Ün hakemden bir ihtar aldı. 8. dakikada Mikro Mustafa Fikret Hakan'la karşı karşıya kalmasına rağmen topu avuta yollayınca seyirciler dayanamadılar:
- «Artistler Fener takımına Mikro'yu casus sokmuşlar. Mikro bir filimde oynamıştı ya... Bugün bize gol atma, seni jönprömiye oynatırız demişlerdir...»
İkinci devrenin 14'üncü dakikasında maçın tek nizami golü atıldı. Eski Gazhane tarafındaki kaledeki Fikret Hakan 18'in sağ köşesinden kalesine gönderilen sert şutu yakalayamayınca Fenerliler ilk gollerini kazandılar.

Yirmişer dakikadan iki devre oynanan maçın son dakikalarında iki taraf oyuncuları da iyice yorulmuşlardı. Buna rağmen son beş dakikada Fenerliler galibiyeti perçinleyecek golü atmak için, artistler ise hiç olmazsa beraberliği kazanmak için gayret sarf ettiler, ama Fikret Hakan'ın ve ikinci devre Fenerbahçe kalesine geçen Fecri Ebcioğlu'nun gerçekten güzel kurtarışları başka bir gole imkân vermedi ve maç 1-0 Fener emeklilerinin galebesiyle son buldu...(diğer haberler için aşağıdaki line tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...