Ana içeriğe atla

Selda Alkor Sinemayı Bıraktı

- «Hava çok sıcak... Birden karşıda bir deniz görülüyor. Küçük dalgacıklar, bembeyaz köpükler. Düşüncesi bile insana serinlik veriyor, içinizden, «Şu denize girip bir serinlesem,» diyorsunuz. Deniz serin, cazip, deniz güzel... Dışarısı da alabildiğine sıcak. Hemen koşuyorsunuz denize, atıyorsunuz kendinizi sulara... Ama deniz hiç de dışarıdan göründüğü gibi çıkmıyor. Su sıcak, bastığınız yerler yosunlu, küçücük sandığınız dalgacıklar dev gibi... Bir süre direniyorsunuz, direniyorsunuz ve birden bıkıyorsunuz, tükeniveriyorsunuz, anlatılmaz bir bezginlik sarıyor dört bir yanınızı...»
Sinemayı anlatıyordu Selda Alkor... Ne bilirim ki bu «deniz» tasvirinin gerisinden Selda Alkor bir an duracak ve sanki, «Bugün yumurta pişirdim!» dercesine iddiasız bir sesle, sadenin sadesi bir tonla, «Kesin kararımı verdim.
Ben sinemayı bırakıyorum. Dışarıdan cazip olan 'denizleri' artık kendilerinin olsun,» diyecek. Ama kelimesi kelimesine bunları dedi Selda Alkor. Dedi ve susuverdi. Bu susuşun getirdiği yalın bir gerçek var şimdi:
Artık Türk sinemasında Selda Alkor yok!
BİR SELDA ALKOR VARDI
Selda Alkor sinemayla her çocuk gibi, her halde çok eski yıllarda tanışmıştır. Sinema sevgisiyle, yıldızlığın o göz alıcı parlaklığına aşık oluşu, daha sonraki yılların, genç kızlığının işi... Sonra kısa süren ve boşanmayla noktalanan bir evlilik serüveni. Ve birden şansın, talihin Manisalı Selda'nın önünde ardına kadar açılan kapıları: SES mecmuası «Sinema Artisti Yarışması» yapmaktadır. İsa'nın doğumundan bu yana geçen yılların 1964'üncüsünde Selda Alkor bu yarışmaya girer ve birinci olur. Bu cümlenin gerisi mecmuanız SES’in sinema artisti yarışmalarının yapıldığı 1962 yılından beri hep, «... Sonra servet ve şöhretin kapıları onun için ardına kadar açıldı. Kameralar, fotoğraf objektifleri ve rotatifler hep onun için çalıştı,» olmuştur. Kural, Selda’da da değişmez. «Cumartesi Senin Pazar Benim», «Sene: de Bir Gün» ve «Çiçekçi Kız» adlı üç filim Selda'yı birden Türkiye çapında bir şöhret yapar. Sonra filimler filimleri izler. ilk filimlerinden 10.000 lira alan Selda'nın fiyatı iki yıl içinde iki buçuk misli artıp 25.000 lira olur. Burada da durmaz, artışa devam eder. Sonra araya şarkıcılık girer. Selda Alkor adı gazinoların neonlarında da parlamaya başlar. Bu arada gönül serüvenleri de vardır elbet. Her genç ve güzel kadın gibi o da etrafında dolaşan erkeklerin sihrine kapılır, bir sfenk sessizliği içinde kayıtsız kalamaz. Tanju Gürsu ile sonra prodüktör - rejisör Ümit Utku ile iki uzun flört, 6 yılın «dedikodu» alanında anılarda kalan iki «macera» dır.
Sonraaa... 1969 yılı başlarında Selda Alkor'un sinema grafiğinde hissedilir bir «iniş» başlar. Bunun çeşitli nedenleri vardır. Sahneye çıkışı «sinemadaki Selda’yı» yıpratmıştır. Selda'da anlaşılmaz bir umursamazlık başgöstermiştir. Ve aradan bir buçuk yıl geçtikten sonra varılan kararla daha da iyi anlaşılıyor ki, Selda sinemaya bundan bir buçuk yıl önce küsmüştür...
NEDEN BIRAKIYOR?
Psikoloji kitapları, insanların önemli kararlara öyle birden varmadıklarını yazarlar. Bu «kararlar» bir birikimin sonucudur. Selda'nın «sinemayı bırakma» kararında da muhakkak böyle bir «birikim» in varlığından söz edilebilir. Ama bardağı taşıran damla nedir? Selda anlatıyor:
- «Kemal Film’le benim ilişkilerim hep iyi, hep olumlu olmuştur. Belki ayıp olacak bunları anlatmam ama mecburum. Kararımın gerekçesi çünkü bu olay. Ben, Kemal Filme birkaç defa nakdi yardımda bulundum. Sıkışmışlardı, para verdim, sonra borçlarını ödediler. Bu arada onlarla 3 filimlik bir anlaşmam vardı. Bonolarımı almış, hatta bir kısmını kullanmıştım. Bu filimler çevrilmedi, bonolar da ödenmedi. Hakkım olmasına rağmen olacağımı istemedim onlardan. Sonra geçenlerde 'Yiğitlerin Türküsü' için beni çağırdılar. Yine eski dostluğun hatırını sayarak oynadım. Son gün bana, 'Size üç filimlik bono vermiştik. Bu filmi ona sayalım,' dediler. Yüzüme karşı bunu söyleyince, Tamam, ama o paraları ödemediniz ki’ diyemedim, içimden, 'Hediyem olsun. Sus Seldal' deyip gittim. Sonra filmin afişi çıktı. Şaşakaldım. Tanju Korel’in adı benim ismimin üzerine yazılmıştı. Benim tutumuma bakın, Türk sinemasında yıllanmış bir şirketin tutumuna bakın. Bu durumda yıllardır düşündüğüm şey birden kesinlik kazandı. Bu olay beni sinemadan büsbütün uzaklaştırdı.»

Bu bardağı taşıran damladır aslında. Bunun gerisinde neler yatar? Bilinen dertler, küçük ayak oyunları, Selda'nın «hak bellediği yola yalnız giden, düşündüğünü eğip bükmeden apaçık ve sert bir biçimde» ileri süren kişiliği de bu «terk» olayında rol oynamıştır elbet. Ve bir gerçek: Selda Alkor sinemaya girdiği günden itibaren daima ilk beş arasında ismini saydırmıştır ve zaten «kadın oyuncu sıkıntısı çekilen Yeşilçam'dan ayrılışı da şüphesiz Türk sineması için büyük bir kayıptır...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...