Ana içeriğe atla

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti...
Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten ayrı kalmayacağım ama, bundan sonra çok şeyin değişeceğini göreceksiniz.» O günlerde çok fazla bir açıklama yapmak istemiyordu Ajda Pekkan. Belki de açıklayacak kadar kesin kararlar alamadığı, şaşkınlığını üzerinden atamadığı için...
Geçtiğimiz hafta içinde Londra'da görüştük Ajda Pekkan'la. Daha doğrusu bir rastlantı ile karşılaştık ve bin zorlukla razı edip, Ajda Pekkan efsanesinin üzerindeki giz perdesini aralayabildik.
Her gün saat 11'de evinden çıkıyor ve yürüyerek yakındaki bir lisan okuluna gidiyordu Ajda Pekkan... Bunu Londra'da yaşayan Türkler'in çoğu biliyordu. Üzerinde bir blue-jean, ince bir kazak, saçları dümdüz taranmış... Gözünde, belki de ülkesinde ünlü bir kişi olarak makyajsız gezemediği için edindiği bir alışkanlık, hafif renkli bir güneş gözlüğü... Elinde kitapları ile bir öğrenci gibi...
Karşılaştığımız ilk gün Ajda Pekkan'a SES Dergisinin muhabiri olduğumu, kendisiyle konuşmak istediğimi söyledim. Yüzünde hafif bir şaşkınlık belirdi.
«Çok sevindim» dedi. «Tabii konuşmak isterim. Doğru yazacağınıza eminim. Ama resim kesinlikle çektirmek istemiyorum.»
İşin aslına bakarsanız Ajda uzun zamandan beri, Türkiye'de olduğu günlerde bile resim çektirmek istemiyordu. Resim konusunda İsrar ettiğim takdirde röportajdan da vazgeçebileceğini düşünüp teklifini kabul ettim. Randevulaşıp ayrıldık.
AJDA'NIN GÖRÜNTÜSÜ BENİ ŞAŞIRTIYOR
Randevu günü Ajda'nın kapısını çaldım. Londra'nın banliyölerinden birinde üç kattı bir evde oturuyordu. Ev bahçe içindeydi. Zaten o bölgede bütün evler bahçeliydi. Kapıyı Ajda açtı. Üzerinde yine bir pantolon, bluz, ellerinde lastik eldivenler vardı. Evdeki gümüşleri parlatıyordu. Beni rahat döşenmiş salona aldı. Onu bu halde görünce hemen evde hizmetçi olup olmadığını sordum.
«Ayda bir önemli temizlik için şirketten adamlar geliyor. Onun dışındaki ufak tefek işleri ben yapıyorum. Burada bol zamanım var. Biraz da normal bir kadın gibi yaşamak istiyorum.»
Ev çok sade ve güzel döşenmişti. Ancak eşyalar biraz yıpranmıştı. «Evi möbleli tuttuk. Sadece çiçekleri ben koydum» dedi.
Nereden başlayacağımı bilemiyordum. Aramızda bir duvar vardı sanki. Sıkıntılı, huzursuzdu Ajda. Konuşmakla konuşmamak arasında tereddüt halindeydi. En iyisi soruları birbiri arkasına sıralamak, sohbeti sonraya bırakmaktı.
«Londra’ya aniden gelişinizin ve Türkiye'ye dönmeyişinizin bir nedeni olmalı. Türkiye’de bu konuda birçok yorum yapılıyor... Ancak siz hiç mi hiç konuşmadınız?»
«17 yıldır müziğin içindeyim. Hep zirveye oynadım. Kazandım. Ama savaşa devam etmek özellikle bir kadın için çok güç. Eğer Türkiye'de olsaydım kesinlikle bu kadar uzun bir süre dinienemeyecektim. Çünkü kısa bir süre kendimi çekecek, anlamsız rekabetlere girecektim hırsa kapılıp. Ben sanatçıyım ve ihtiraslı bir insanım. Kendimi uzun süre pasifize edemiyorum. Ve bu çarkın içinde kısa zaman içinde ruh sağlığım allak bullak oluyor.»
«Peki Türkiye'de hakkınızda dolaşan söylentiler hakkında ne düşünüyorsunuz?»
Yüzü geriliverdi birden.
«Ne söylentisi? Bilmiyorum.»
«Kulağınıza geldi sanıyordum... Bir banker ve marketleri olan ünlü bir işadamı?»
«Yok böyle bir şey. Banker diye birini tanımıyorum. Diğer kişi ile tüm ilişkimiz bitti.»
«Size bu üç katlı evi onlardan birisinin tuttuğu söyleniyor.»
«İşte beni çıldırtan da bu, Birincisi, bu evin tamamı bana ait değil. Ben bir katında oturuyorum... Londra'ya geldiğim zaman bir arkadaşımla birlikte tuttuk evi. Sonra o Türkiye'ye döndü. Ama hala kirasını ödüyor. Sonra ben 17 yıldır çalışıyorum ve çok iyi paralar kazandım. Bir evin kirasını ödemekten aciz değilim.»
«Demek yatırımlarınız var?»
«Evet. Çalıştığım süre içinde yatırım yaptım.» bilemedim. Neyse ki o devam etti konuşmasına:
«Çevrenizde mutlu çiftlen gördüğünüz zaman kıskanıyor musunuz?»
«Kıskanmıyorum desem yalan olur. Bazı geceler sabaha kadar Uykularım kaçıyor kıskançlıktan... Artık benim de gece sabaha kadar elini tutabileceğim bir erkeğe ihtiyacım var. Ama olmuyor işte...
İlişkilerim bir türlü başarılı olamıyor. Yanımdaki her erkek Ajda Pekkan kompleksine kapılıp gidiyor...»
«Peki yalnızlık sizi ürkütmüyor mu?»
«Çok korkuyorum yalnızlıktan ve ölümden...»
«Kaç yıldır korkar oldunuz ölmekten?»
Güldü Ajda Pekkan. «Bana psikanaliz yapmak istiyorsunuz anlaşılan. Çocukluğumdan beri korkarım ölümden ben. Zaten ben genel olarak çok korkak ve çelişkili bir insanım. Beni başarıya götüren şey bu iki aksayan yönüm. Bunu çek iyi biliyorum. Bakın ben kendi kendimi nasıl tahlil etmişim değil mi? Tıpkı bir ruh doktoru gibi...»
Gülüyoruz karşılıklı.
«Akıllısınız. Çok kimsenin sandığından daha akıllı.»
«Yok canım sandığinız kadar da akıllı değilim.»
«SOSYETE ŞARKICISI DEĞİLİM»
«Türkiye'ye hazıran sonunda döneceğiniz söylenmişti. Ama galiba daha bir süre buradasınız?»
«Evet, şimdiki fikrime göre temmuz ortalarında dönmeyi düşünüyorum.»
«Sahne için mi?»
«Benim için o defter kapandı.»
«Kesin olarak sahneye çıkmayacak mısınız? Düşünün bir gün dayanamayabilirsiniz?»
«Biraz önce de söyledim. Sanatçıyım ve çelişkili bir yapım var. Sahneye çıkmayı, gazino düzeninin içine girmeyi, tekrar içkili müşterinin önünde sadece bir eğlendirici olmayı istemiyorum. Ama, seviyeli bir takım işler gelirse ona kuşkusuz hayır dimem. İşin aslına bakarsanız dedi kodusuz ve rahat bir ortamda sahneye çıkmayı öylesine çok özlüyorum ki...»
«Çokları, sizin, halkı küçümsedi ğinizi söylüyor. Sosyete şarkıcısı olarak tanımlanıyorsunuz.. Fazla snob değil misiniz?»
Ajda, rahat halini kaybediyor. Sinirlendiği hemen belli oluyor. Reaksiyon vermemesine rağmen sesinin tonu değişiveriyor:
«İşte beni sinirlendiren konulardan birisi de bu... Aslında belki de sormanız iyi oldu. Çünkü gerçekten bu suçlamalara cevap vermek istiyordum.
«Ben kesinlikle sosyete şarkıcısı değilim... Benim plak alıcım halkın ta kendisi. Ayrıca zengin bir aileden de gelmedim. Babam namusuyla para kazanan bir subaydı. Dişimle tırnağımla tek başıma çalıştım ve zengin oldum. Beni zengin eden hiçbir zaman sosyete olmadı, halk oldu. Genellikle sahnede gerginleşen bir tipim. Sahnede kasıldığımı sananlar, sanıyorum beni bu yönümden suçluyorlar Oysa bu, halka karşı alınmış bir cephe değil... Ben her, zaman halkın karşısında, zengin müşterinin karşısında olduğumdan daha canlı, ve içten oluyorum.
«Giyimime ve yaşantıma gelince. Param var, hayatımın çoğu Avrupa'da geçiyor. Bir takım şeyleri önceden görüyorum. Lüks giyinmekten, lüks yaşamaktan hoşlanıyorum. Ama size şunu söylemek isterim; ben bir takım sanatçılar gibi milyonları, milyarları bir tarafa koyup, kendime halkın sanatçısı süsü veremiyorum. Çünkü sınıfımın bilincindeyim.
«Sinirleriniz neden bu kadar bozuk?»

«Siz de 17 yıldır benim yaptığım işi yapsaydınız, akıl hastanesine düşmediğinize şükrederdiniz.»...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Hülya Yiğitalp Çıkan Dedikodulara İsyan Etti

Hülya Yiğitalp’in son aylarda ortadan sır gibi kaybolması gazino çevrelerinde büyük skandal yarattı... Çıplaklığıyla ünlü mankenin güney illerinde pavyona düştüğünü anlatan dedikodular sonunda Hülya Yiğitalp ’in de kulağına gitti. Hayatında karşılaştığı en iğrenç olay olarak dedikodulara cevap veren manken şarkıcı şimdi şöhretine sürülen karayı temizlemek için ortaya çıktı... Podyumların gözde mankeni iken paranın cazibesine dayanamayıp gazino sahnelerine show yıldızı olarak geçen Hülya Yiğitalp cömertçe soyunarak kısa süre öncesine kadar adından hayli söz ettiriyordu. Son aylarda ortalıktan bir sır gibi kaybolan Hülya Yiğitalp hakkında birbirinden ilginç söylentiler yayıldı. Bu dedikoduların en çirkini ise güzel mankenin kadın tüccarlarının eline düştüğünü anlatıyordu. İstanbul dışıda daha sık programları olan Hülya Yiğitalp bu arada evindeki telefonu kapandığı için bütün yakınlarından kopmuştu. Sonunda güzel mankeni İstanbul’a döner dönmez alış verişte bulduk ve ayak üstü hakkınd...

Emel Sayın Ayrılığa Dayanamıyor

Yüksek bir kuleden çevreyi gözlüyorum. Birden kulenin dibinde Selçuk beliriveriyor. Saçlarım öyle uzun ki, aşağıya kadar uzatabiliyorum... Tıpkı, masallarda olduğu gibi, saçlarıma tutunarak tırmanmaya başlıyor. Sonra boşluktan bir el uzanıyor ve saçlarımı tam ortadan kesiveriyor.. Selçuk düşüyor...» Emel Sayın , sık sık buna benzer düşler görüyor ve çığlıklarla uyanıyor... Günler, haftalar, aylar, hatta yıllar, öylesine çabuk gelir geçer ki, çoğu kez hızla geçen bu zaman içinde, kimi zaman aynaların, kimi zaman da takvim yapraklarının karşısında şaşırır kalırız. Ne var ki, zaman, herkes için çabuk geçmez. Hele hele yolları gözlenen bir sevgilinin dönüşü beklenirken, hiç geçmez... İşte, Emel Sayın için de zaman bir türlü geçmiyor. Ünlü sanatçı, zaman içinde zaman yaşıyor. Kimbilir, vatani görevini Konya’da yapmakta olan Selçuk Aslan için de durum aynıdır. Belki de «İbibikler öter ötmez ordayım, vatan borcu biter bitmez ordayım» türküsü dilinde, talim alanlarında koşarken, hep...

Kartal Tibet'in Arabası Paramparça Oldu

Kartal Tibet 220 bin liraya satın aldığı 280 S 1970 modeli Mercedes’ini geçen hafta Rumelihisarı’nda ön tarafı paramparça buldu. SES’in 8 Kasım1969 tarihli sayısında Kartal Tibet’in 220 bin liraya satın aldığı 1970 model Mercedes marka otomobili için şöyle bir başlık atmıştık: «Sinema artistleri içinde en lüks otomobil, Kartal Tibet’in». Fakat Kartal Tibet’in «280 S» tipindeki bu lüks otomobili, göze mi geldi, nazara mı geldi, ne olduysa oldu, geçen hafta bir gece Rumelihisarı Mezarlığı’nın önünde bir taksi ile çarpıştı, ön tarafı paramparça oldu. Sigorta ilgililerinin yaptıkları tahminlere göre, hasar 25 bin lira civarında. Şimdi diyeceksiniz ki, «Kazada acaba Kartal’a bir şey oldu mu?» Bu sorunun cevabını hemen verelim de yüreklerinize soğuk sular serpilsin! Kaza sırasında otomobilde Kartal Tibet yoktu. Şoförü de yoktu. Bir yabancı adam vardı. Kartal’ın da tanımadığı, yüzünü ilk defa Bebek Karakolu’nda gördüğü bir yabancı adam. Olayın iç yüzünü gelin hep birlikte Kartal Ti...