Ana içeriğe atla

Uğur Güçlü'yü Tanıyalım

Kalın, tok bir sesi var. Hani saz şalilerinin, Anadolu güneşinde yanan başaklar gibi güneşli sesleri vardır ya öyle... İçten, uğultulu, yumuşak, ısıtıcı... Üç telli saz gibi, biteviyelik içinde değişmezler. Bu sesin, ağır basan tarafı acı çekmiş insanlara mahsus duyarlığı...
Gözleri de tatlı kahverengi. Ne çok koyu siyah, ne de sarıya çalan açıklıkta. Zeka ışıklarıyle sık sık parlıyor. Ekseriya ciddi, saygılı, düşünceli. Çatık kaşları simsiyah. Kirpikleri de öyle. Profilden bakıldığı zaman kartalımsı bir burun ve hemen üstündeki ince, parlak kaşları dikkati çekiyor. Siyah saçlarının arasında belli belirsiz görülen birkaç beyaz tel, hassas bir insan olduğunu işaret ediyor.
«Daha gencim ama bakma Aklar düştü saçıma»
Tangosunu hatırladım.
Bir aralık, «Genç kızlar saçlarına ak düşmüş olgun erkeklere önem verirler,» gibilerden bir söz geçti aramızda... Tatlı tatlı gülümsedi. Ağzını açmadan, beyaz dişlerini göstermeden... Şöyle yukarıdan aşağıya belli etmeden süzüyorum. Tırnakları pırıl pırıl temiz. Tepeden tırnağa kadar intizamlı. Bazıları sadece «şekil» bakımından titizdir de iç dünyası, boş gaz tenekesi gibi, tın - tın öter. Bakalım Uğur Güçlü nasıl bir genç? Çeşitli soruları arka arkaya soruyorum. Soru soruyu açıyor. İmtihan olan bir öğrenci gibi.
Uğur Güçlü 27 mayıs 1942'de Adana'da Reşat Bey Mahallesinde 248'inci sokakta 31 sayılı evde doğmuş. Annesi Hüsniye, babası Mehmet Güçlü. Çiftçilikle uğraşan babası sekiz yıl önce ölmüş. Bedia, Nebile ve Çiçek Antepiioğlu adında üç ablası ve Jale Güçlü adında bir kız kardeşi var. İlkokulu Adana Ziya Paşa İlkokulunda okumuş. Sonra aynı şehirde Tepebağ Ortaokulu, daha sonra Adana Erkek Lisesi ve İstanbul Kabataş Lisesi... Uğur Güçlü'yü daha sonra Beşiktaş'taki Yıldız Teknik Okulu'nda görüyoruz. Şimdi Kadıköy Özel Mühendislik ve Mimarlık Okulu dördüncü sınıf öğrencisi...
- «Öğrencilikle artistliği bir arada nasıl yürüteceksin Uğur?» sorusuna şöyle cevap veriyor: «Filim çevirmeye mayıs, haziran aylarında başlayacağım. O tarihlerde okulum sona eriyor. İkisinin çatışması diye bir şey olmayacak. Sonra, mühendis değil artist olmak istiyorum. Mühendisliği her zaman yapabilirim. Ama, artistlik, hele bizim sinemada, jönprömiyelik ile başlıyor. Bu da belli bir yaştan sonra mümkün olmuyor tabii...»
- «Sinema yıldızı olmak ne zaman aklınıza geldi?»
- «SES mecmuasını ilk çıktığı günden beri izlerim. Yerli filim dünyasında SES'in çıkardığı artistlerin gittikçe çoğaldığını görüyordum. Hepsi kendi kabiliyet ve istidatlarına, kişiliklerine göre yer aldılar. Tamer, Selda, Ediz, Hülya, Ajda, Yusuf, Süleyman Turan ve diğerleri bugün memleketin en tanınmış isimleri. Sinema artisti olmak çok cazip bir şey... Milyonlarca insan tarafından tanınmak ve sevilmek, muhakkak ki insanı mutlu yapacak sebeplerin başında geliyor. Şöhret ve servetin insanı, eğer gücü varsa, saadete, mutluluğa götüreceğine inanıyorum. Bu inançla SES'in yarışmasına girdim ve... Evet ve kazandım işte...»
Uğur Güçlü «eğer gücü varsa» demişti. Soyadıyle «güç» kelimesi arasında bir espri köprüsü kurduk. Bunu söyledim, «Uğur Güçlü, senin gücün var mı?»
- «Matematik düşünce insana gerçekten güç veriyor, onu güçlü yapıyor. Plan, program, devamlı gayret ve iyi hesaplanmış bir hedef olmadan insanın güçlenip başarıya ulaşması imkansız.»
- «Güç» kelimesi kuvvet manasında. Ama bir de zor anlamına gelen «güçlük» var. Ona ne dersin?»
- «Güçlükleri yenmek bana zevk verir. Kolay başarılardan, ucuz zaferlerden zaten hoşlanmam.»
Uğur Güçlü'nün en büyük özelliği, yerli sinemada yer yapmış jönlerin hiç birine benzememesi. Eğer benzetmek gerekirse ona Yılmaz Güney ile Fikret Hakan'ın bazı özelliklerini, şekil ve mana olarak, birleştirmiş demek gerekir: Yılmaz'ın vücut inceliği, ondan daha sıhhatli, daha uzun boylu olarak Uğur'da mevcut... Fikret'in duygulu ruhu, estetik davranışlarını da Uğur'da (kendi kişiliğine uygun biçimde) bulmak mümkün. Yerli sinemanın en iyi iki oyuncusunun bazı meziyetlerinin Uğur Güçlü'de bulunması bizi doğrusu bu ya pek memnun etti. İstikbali hakkında iyimser olmamızı sağladı.
Uğur Güçlü'nün atletik, sırım gibi bir vücudu var. Altı yıldan beri «büyük şehrin» insanı olan «SES mecmuası 1968 Sinema Artisti Yarışması» birincisi, yabancı sinema yıldızları arasında Marlon Brando, Anthony Ouinn'i pek beğeniyor. Kadın yıldızlardan ise Kim Novak, Shirley MacLaine, Catherine Deneuve ve Jeanne Moreau'yu seçiyor. Bizden seçtiği kadın veya erkek oyuncu yok.
Uğur Güçlü, sinema kadar tiyatroyu da seviyor. İstanbul'da seyretmediği piyes kalmamış, iyi oyuncu olmanın, önce dram sanatına karşı büyük sevgi ile başladığına inanıyor. Beğendiği yabancı filimler: «Beyaz Geceler», «Karamazof Kardeşler», «Kwai Köprüsü», «Sessizlik» ve «Mutluluk»...
- «Yerli filimler konusunda ne dersin Uğur?» diyoruz.
Bir an düşünüyor. Sonra, «Türkiye'deki teknik imkanlar gözönüne alınırsa çok iyi filimler yapılacağına hiç şüphem yok,» diye politik bir cevap veriyor.
Uğur Güçlü güzel de şiir okuyor. Bize birkaç şiirden sonra Tagor'dan ezbere bildiği bazı vecizeleri nakletti: «İnsanları anlamak, kocaman denizleri bir fincanla boşaltmaya çalışmak gibidir», «Sevilmeyen yol, kalabalık olduğu zaman bile ıssız sayılır», «Yandığı ateşi hissedebilen, şiddetle yanmıyor demektir» gibi...

Uğur Güçlü, yarışmada kazanmanın değil, sinema yıldızı olmanın zor olduğunu söylüyor ve «Asıl güçlük bundan sonra başlıyor,» diyor. Az miktarda sigara içen Uğur Güçlü hayvanlardan kedi, köpek ve bülbülü seviyor. Yemekler bahsinde, «Annemin yaptığı bütün yemekleri severek yerim,» diyor. «Tuttuğun spor kulübü hangisi?» sorusuna ise «Beşiktaş» diye cevap veriyor ve hemen arkasından ilâve ediyor, «Adresim: Ayaspaşa Cami Sokak No: 20, Daire: 1 - Beyoğlu. Beni Arayanlar burada buIabilirler.»...(Diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zafir Seba Bir Yuvarlakla Ayıbını Kapatacak

“ Bugüne değin hep çıplaktım, zaten şöhretimi de soyunmama borçluyum. Ama bu ne zamana kadar sürer, orası meçhul. İşte ben de bu meçhulün kurbanı olmamak ve sahnelerde kalıcı olabilmek için yepyeni bir karar aldım. Yapacağım uzunçalarla sadece çıplak olmadığımı, sanatçılık yönümün de bulunduğunu kanıtlayacağım. Tüm şöhretimin yarattığı çıplaklık imajını bu uzunçalarla başka yönlere çekeceğim gibi ayıbımı da böylece bir yuvarlak plakla kapatmış olacağım.” Evet, yakında dolduracağı bir uzunçalarla geçmişine bir anlamda set çekeceğini açıklayan Zafir Seba söylüyor bu sözleri. Hani şu gerek sahnede, gerekse fotoğraflarında daima çıplak olarak görülen ve bu nedenle de normal bir giysi ile görsek “Aaa bu o mu acaba?” diyeceğimiz çıplak şarkıcı. Çünkü kendisi şimdiye kadar dikkatleri üstüne vücudunu hiç çekinmeksizin sereserpe gözler önüne sererek çekmiş, halen de öyle sürdürmekte. Ama bundan böyle çıplaklığın uzun ömürlü olamayacağını, bir yandan yaşının geçtiğini, bir yandan da soyunma...

Hülya Avşar Dostluğu Anlattı

Nükhet kalabalık sinema salonundan çıkarken iki saattir kapalı bir yerde kalmanın sıkıntısını hissetti içinde. Ama sonra güzel bir film seyretmenin mutluluğu her şeyi aldı götürdü. Dışarıda hafiften yağmur yağıyordu. Kıştan kalan bir gün bu bahar havasını alıp götürmüş, yerini serin, yağmurlu, kapalı bir güne bırakmıştı. Caddenin kalabalığına, otomobillerin oradan oraya koşuşturmalarına baktı. İçinde milyonlarca insanı barındıran bir şehirde yaşamdan bir kesit diye düşündü. Sonra düşünceleri o insanların üzerinde yoğunlaştı... Sevgiyle baktı herbirinin yüzüne ayrı ayrı. Yaşam, insanlar, içinde bulunduğu ortam, her şey güzeldi aslında. Ama bu bir bakış açısı değil miydi? İnsan nasıl bakarsa öyle görmez miydi çevresini, öyle algılamaz mıydı çevresindeki olayları? Başını kaydırdı, gökyüzüne baktı. Serin yağmur damlaları yüzüne damladı, üşüdü, başını eğdi. Sonra bu hareketi caddenin tam ortasında yaptığını farketti. Kendi kendine güldü. Önündeki yol uzundu. Hızlanan yağmurla bi...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Bu Gacıya Bir Baro

Çingeneler.. Kendilerine özgü konuşmalarıyla rahat yaşantılarıyla ve özgürlüklerine düşkünlükleriyle yüzyıllardan bu yana gelen toplumunuzun küçük bir parçası, sanatçı ruhlarıyla önlü kompozitörlere ilham kaynağı, yazarlara roman konusu olacak kadar bambaşka bir insan topluluğu olan bu insanların önemi son bir yıldır ülkemizde de hissedilmeye başlandı... Şüphesiz bu önem dünün pavyön şarkıcısı bugünün ünlü assolistl ve çingeneliğini inkar etmeyen Kibariye ile başlayıp başka ''iye'' takısı ile gazino sahnelerinde boy gösteren çingene veya çingene olduğunu iddia eden ses yıldızlarıyla güncelleşti... Ancak düne kadar olduğu halde ''Çingene''liğini inkar eden, aslını söylemekten utanan kişilerin bugün çingene olduğunu iftihar ederek söylemesi toplumun bu özellik sahibi kişilere gösterdiği ilgiyle gelen maddi manevi kazançtı. Ünlü şarkıcıların bile sahnelerde çingene oyun havalarıyla göbek atmaları, sahne gösterilerine özel olarak ''Çingene gö...

Emel Sayın'ı Yeliz Mi Ayırdı?

Güneşli ve sıcak bir mayıs sabahı Suadiye'nin Şendurak Sokağında bulunan 16 numaralı apartmanın 8'nci dairesinin zilini çaldık... Basında çıkan yazılar ve ortalıkta dolaşan söylentilere göre Emel Sayın ile Selçuk Aslan'ın ayrılmaları an meselesiydi... Gerekçe olarak da Yeliz gösteriliyor ve deniliyordu ki: «Selçuk'la Yeliz arasında büyük bir aşk var»... SES Dergisi her olayda olduğu gibi, bu olayda da meselenin gerçek yüzünü verebilmek için bir süre bekledi ve sonunda Emel Sayın’ın kapısını çaldı... Zil sesinden kısa bir süre sonra, kapı açıldı. Pek çok kişinin «Emel Sayın çok perişan... Evinden dışarı adım atmıyor...» dediği Emel Sayın karşımızda duruyordu: «Hoşgeldiniz... Buyurun, içeri girin lütfen...» Henüz sabahın erken saatleri olmasına rağmen farklı görünüyordu Emel Sayın... Gülüyordu... Sabah kahvaltısını çoktan yapmış, erken kalkan kişilere öz bir rahatlıkla çivin içinde dolaşıyordu. Pek çok sanatçının yataklarından ancak öğleden sonra kalktıklarını ...