Ana içeriğe atla

Figen Say'ın Çocuk Yalanı

Bir sabah günlük gazetelerin baş sayfasında Figen Say'ın resmini görenler şaşırdılar. Resimle ilgili haberi okuyanlar onun, henüz iki günlük bir bebekken terketmek zorunda kaldığı «sevgili kızına» nihayet kavuştuğunu öğrendiler. Haberde Figen; «Kocamla dostça ayrılmıştık. O zaman altı aylık hamileydim. Doğum yaptım, ve ne acı tecellidir ki yavrumun yüzünü göremeden ondan ayrıldım. Kocam, onu iki günlükken alıp İsveç'e götürmüştü. Sık sık mektuplaşırdık. Geçenlerd<e yaptığım teklifi kabul etti ve kızımı bana getirdi.» diyordu.
Bu konuda kendisiyle konuştuğumuz Figen Say, size haberi tekrarlayınca:
- «O zamanlar henüz iki günlük olan bebeğinizin yurt dışına çıkmasında demek mahzur görmediniz? Neden biraz büyümesini beklemeyip bu tehlikeye katlandınız?» diye sorduk.
- «Meral (Figen, asıl adı Malvina olan kızından Meral diye bahsediyor) biraz benim yanımda kalırsa ona alışır, bu defa da hiç bırakamazdım. Halbuki o günler maddî durumum çok bozuktu. Değil çocuğuma, kendime bile bakacak halim yoktu.»
Figen Say, sorularımızı cevaplandırırken holde kızı bisiklete biniyordu. Arada anne-kızın konuşmalarından, çocuğun hafif Ermeni şivesi ile olmakla beraber, iyi Türkçe konuştuğunu görünce hayret ettik. Çünkü Figen Say gazete haberinde «3 yıldır memleketinden ayrı olan çocuğunun 'ana dilini' öğrenmesi için ona Türkçe öğretmeni tutacağını» söylemişti.
- «Meral'e hoca tutacak mısınız?» diye tekrar sorduk.
- «Tabii tutacağım. Maşallah çok zeki çocuk ama ne de olsa doğduğundan beri İsveç'te yaşadı.»
- «Aman durun. En mühim şeyi unuttum. Meral de benim gibi Müslüman olacak, hak dinini seçecek» dedi.
Kapıdan çıkar çıkmaz bu konuda kulağımıza çalınan söylentileri tahkik etmek üzere Kurtuluş, Dibekçibaşı sokağının yolunu tuttuk. Orada kendileriyle konuştuğumuz Figen Say'ın eski komşuları da «Figen Say'ın çocuğu» konusunda hayli ilgi çekici şeyler söylediler.
- «Bu olaydan sonra Meri'nin reklam için yapamayacağı şey olduğunu öğrendik. Biliyorsunuz Figen Say aslen Ermenidir ve adı Meri Özbıyıklıyan'dır. Annesi hala bu sokakta oturur... İşte şu evde... 64 numarada. Meri terzi çırağı iken Melkom'la evlendi. Sonra, Meri altı aylık hamileyken ayrıldılar. Meri artist oldu ve mahalleden gitti. Malvina'ya iki ay öncesine kadar Meri'nin annesinin teyzesi yine bu sokakta, 91-93 numaralı apartmanın alt katında baktı. Meri, ihtiyar kadına aydan aya 250 lira veriyordu. Haftada bir de gelir, yasak savma kabilinden çocuğunu sevip giderdi. İki ay önce de geldi, kızıyle yaşlı kadını aldı, gitti.»
- «Siz böyle söylüyorsunuz ama, Figen Hanım da doğum yaptığı sıralarda maddî durumu çok bozuk olduğu için çocuğu babasına verdiğini ve yeni geri aldığını iddia ediyor» dedik.
- «O, gazeteye söyledikleri. Figen'in aile bağları gayet zayıftır. Eğer dediği gibi Melkom çocuğu alıp İsveç'e gitseydi, bırakın geri çağırmayı, sevincinden göbek atardı. Zaten onun 'aile' mefhumuna ne kadar bağlı olduğu 6 aylık hamileyken bu bağı koparmasından da anlaşılır. Sonra baksanıza aynı yastığa baş koyduğu kocasının nereye gittiğini bile doğru dürüst bilmiyor. Bugün Melkom, İsviçre'dedir. Meri ise hala İsveç diye sayıklayıp duruyor. Size hem Meri'nin aile bağlarının zayıflığına, hem de çocuğunun doğumundan beri o ihtiyar kadın tarafından bakıldığına daha güzel bir misal vereyim... Bakın şu eve. Meri ayda on binlerce lira kazanırken annesi gördüğünüz şu harap evde oturuyor da Meri'nin kılı bile kıpırdamıyor. Buna karşılık yeni taşındığı apartman katına kimi aldı... Annesinin teyzezadesini. Şimdi, söyleyin bakalım bize: Annesi böyle yaşarken onu bırakıp da teyzezadesini almak normal bir hareket midir? Ama Meri böyle yapmaya mecburdu, çünkü çocuğuna tam 3 yıldır o yaşlı kadın bakıyordu.»

Dibekçibaşı sokağının çocukları da birlikte oynadıkları Malvina'yı hatırlıyorlar. Yarım yarım konuşurken «Hıı ya amca. Malvina iki ay önce ditti bu'dan» diyorlardı..(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zavallı Oya Hep Yatakta

Oya Aydoğan 'ın sinemadaki çizgisi bellidir... Çevirdiği her filmde mutlaka dişiliğini şöyle ya da böyle gösterir ya da göstertirler... İşte, Berhan Şimşek’le birlikte oynadığı son filmi olan “Zavallılar”da da, Oya Aydoğan bir türlü yataktan çıkamadı. Çeşil çeşit zavallılık vardır... İnsan, açlıktan zavallıdır, çaresizlikten zavallıdır, işsizlikten, parasızlıktan, kimsesizlikten zavallıdır... Fakat bizim bilmediğimiz bir başka zavallılık türü daha varmış... Aşk zavallısı... Bunu nerede mi teşhis ettik? Hemen söyleyelim, Oya Aydoğan'ın son çevirdiği filmin setinde... Yapımcı Kemal Dilbaz adına, yönetmen Ümit Efekan tarafından çekilen ve “Zavallılar” ismini taşıyan filmde, Oya Aydoğan, köyden şehre gelip, büyük kentin çarkları arasında kaybolan ve kaderin acımasızlığına karşı koyamayıp, hayalleri yok olan ve sonunda da onun bunun elinde oyuncak olan bir genç kızı canlandırıyor. Bu filmde Oya Aydoğan, yukarıda söylediğimiz gibi tam bir aşk zavallısı... Mekanı ise çoğu ...

Bahar Öztan ''Eski Kocamdan Koca Olmaz'' Dedi

Kendi aralarında nişan takan Bahar Öztan ’ın eski kocası futbolcu Kasım Gündüz ile Hüner Coşkuner ’in ablası Sema Coşkuner, çok yakında bir gazinoda verecekleri bir yemekle bu nişanlarını ilan edecekler. İnsanoğlu ne tuhaf doğrusu... Hele kadınların işlerine akıl sır erdirmek gerçekten güç... Ne zaman ne yapacakları, nerde, ne söyleyecekleri belli olsaydı, kadından canı yanan biri çıkıp da “Allahım kadın varkan, sen neden şeytanı yarattın?” der miydi? Bunu hangi kadın kabul eder bilemeyeceğiz ama Bahar Öztan’a sorarsanız, “erkek milleti”nin şeytanın ta kendisi olduğunu söylüyor. Zaten zamanında yani futbolcu Kasım Gündüz’le evli olduğu günlerin bitiminde de kocasını böyle suçlamış ve onunla beraberken, film çevirmek için İstanbul dışına çıktığı zaman evlerine ucuz kadınları getirdiğini, artık bu hale tahammülü kalmadığını, dolayısıyla bu yüzden ayrıldığını bas bas bağırmıştı... Ayrıldığı kocası Kasım Gündüz, şimdi yeni bir evliliğe soyunuyor... Şarkıcı Hüner Coşkuner’in gerçe...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

DÜNYANIN birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik ’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam ’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İsta...

Bu Gacıya Bir Baro

Çingeneler.. Kendilerine özgü konuşmalarıyla rahat yaşantılarıyla ve özgürlüklerine düşkünlükleriyle yüzyıllardan bu yana gelen toplumunuzun küçük bir parçası, sanatçı ruhlarıyla önlü kompozitörlere ilham kaynağı, yazarlara roman konusu olacak kadar bambaşka bir insan topluluğu olan bu insanların önemi son bir yıldır ülkemizde de hissedilmeye başlandı... Şüphesiz bu önem dünün pavyön şarkıcısı bugünün ünlü assolistl ve çingeneliğini inkar etmeyen Kibariye ile başlayıp başka ''iye'' takısı ile gazino sahnelerinde boy gösteren çingene veya çingene olduğunu iddia eden ses yıldızlarıyla güncelleşti... Ancak düne kadar olduğu halde ''Çingene''liğini inkar eden, aslını söylemekten utanan kişilerin bugün çingene olduğunu iftihar ederek söylemesi toplumun bu özellik sahibi kişilere gösterdiği ilgiyle gelen maddi manevi kazançtı. Ünlü şarkıcıların bile sahnelerde çingene oyun havalarıyla göbek atmaları, sahne gösterilerine özel olarak ''Çingene gö...