Ana içeriğe atla

Cüneyt Arkın'ın Eski Eşi Konuştu

Aynı hafta içinde ikinci defa dünye evine giren, Yeşilçam'ın kafa kafaya yarışan iki dev ismi. Yılmaz Güney’le Cüneyt Arkın'ın özel hayatları şaşılacak derecede benzerliklerle doludur. Bir kere Yılmaz Güney de, Cüneyt Arkın da çocuklarının annelerinden hadiseli bir şekilde ayrılmışlardır. Bu yüzden ikisinin de başı epey ağrımış, gazetelerin, mecmuaların sayfaları, onların ayrılık dedikodularıyle dolup taşmıştı. Yeniden nişanlanmaları da olaylarla dolu olmuştu. Yılmaz Güney’in yeni eşi Fatma Süleymangil'in ailesi ile Cüneyt Arkın'ın evlendiği Betül Işıl’ın ailesi kızlarının bu evliliklerine önce karşı çıkmışlar, iki aile de sanki ağız birliği etmişçesine «Artist adama kız verilmez,» diyerek epeyce diretmişlerdi. Sonra iki şöhretin özel hayatlarındaki bir başka benzerlik de, ikisinin de birer kız çocuğuna sahip olmaları ve bu çocukların kendi yanlarında değil de, annelerinin yanında oturmaları, büyümeleridir..
İlk olarak konuştuğumuz Can Ünal, çocuk konusunda şöyle konuşmuştu: «Ben şu anda sadece Elif için yaşıyorum. Eğer Yılmaz isterse çocuğunu yanına alabilir.» Can Ünal, «Peki çocuğunuzun üvey anne yanında büyümesi sizi üzmeyecek mi?» sorumuzu ise bakın nasıl cevaplandırıyordu: «Benim bildiğim, tanıdığım Yılmaz, çocuğunu kimseye ezdirmez.»
Cüneyt Arkın'ın ayrıldığı doktor eşi Güler Mocan ise bu konuda pek konuşmak istemiyordu. Cüneyt Arkın ismini duyar duymaz sinirlendiği, yüz hatlarının gerilmesinden, sesinin titremesinden açıkça belli oluyordu: «Çok rica edeceğim,» diyordu, «ben size bu konuda hiç bir şey söylememiş olayım. Kimse ile polemiğe girmek istemiyorum. Hele bir artistle asla! Yalnız şu kadarını söyleyeyim ki, çocuğumu üvey anne eline bırakmam.»
Bir hayli zayıflamış olan Güler Mocan’ın ağzından bu sözlerden başka bir tek kelime çıkmadı.
Güler Mocan, «Kusura bakmayın, hastalarım bekliyor, gitmeye mecburum,» diyerek yanımızdan ayrılırken biz de düşünüyorduk: Yılmaz Güney ile Cüneyt Arkın, sevdikleri kadınlarla yeni birer yuva kurmuşlar, şimdilik mutlu görünen renkli, yepyeni bir hayata, «Merhaba!» demişlerdi. Fakat bu mutlu yaşantılarına gölge düşüren iki çocuk vardi ortada. Biri Yılmaz Güney'in kızı Elif, öteki de Cüneyt Arkın’ın kızı Filiz.
Evet şu anda baba ocağından, baba sesinden mahrum yşşayan bu iki minnacık çocuk, Yılmaz Güney ile Cüneyt Arkın'ın mutluluklarının önünde duran ve gittikçe büyüyen iki gölge gibidir...

Elif yaz sonunda babasına kavuşacak, buna karşılık annesini kaybedecek. Filiz ise hayatının sonuna kadar babasını bir-iki saatliğine görecek... Tabii babası isterse...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Ajda Pekkan Niye Saklanıyor?

AJDA PEKKAN ’a incecik porselen çay bardaklarıyla çaylarımızı içerken sordum: «Bana kalırsa her sanatçı sahne hayatından bu kadar şikayetçi değil. Kendinizi fazla yıpratmıyor musunuz?» «Belki ben fazla hassasım, belki de layık olduğum şeyleri istiyorum. Bunları bulamadığım zaman da üzülüp, yıpranıyorum.» «Ne gibi?» «Şöyle açıklayabilirim. Siz de kabul edersiniz ki, Türkiye’nin önemli, isim yapmış sanatçılarından birisiyim. Zaman zaman duraklama dönemlerine girdiğim oluyor. Ama, benim bu birkaç aylık duraklamam bunca yıldır yaptığım ismi bir anda silip götüremez herhalde. Bizde alışılmış bir kural var. Yeni bir sanatçı fırlamaya görsün. Hemen bir eski ismi tahtından indirdiği iddia ediliyor. Ne kadar aldırmasanız üzülüyorsunuz. Şöyle bir düşünün ne kadar çok sanatçıya bu çirkin davranışta bulunuldu.» «Türkiye'deki meslektaşlarınızla ilgili düşünceleriniz?» «Seyyal Taner’in showuna hayranım. Sezen Aksu 'nun sesine, duygulu bestelerine bayılıyorum. Erol Evgin’i ço...

Selda Alkor Hayranının Düğününde

Harbiye'deki Orduevi'nin önüne geldiğimiz zaman saat 23.15'ti. Yanımızda Selda Alkor vardı. SES mecmuasının 1966 yılında Türk beyazperdesine hediye ettiği, kısa süre İçinde sinemada büyük yol alan, sonra sahneyi seçen; sahne, ödenmeyen bonolar. Yeşilçam’ın dedikodusu yüzünden sinemayı bırakan Selda Alkor... Dikovaların düğününe davetliydik. O hafta, SES’in en çok mektup alan servislerinden biri olan «Halkla İlişkiler Servisi»ne yüzlerce mektup gelmiş ve şans Dikovalar'a gülmüştü. Merdivenleri ağır ağır tırmandık. İçeriden neşeli kahkahalar yükseliyor, entrümanlardan dökülen melodiler caddeye yayılıyordu... - «Çok heyecanlıyım,» dedi Selda Alkor, «Bakalım beni nasıl karşılayacaklar?» Anlaşılan unutulmaktan korkuyordu. Yıllarca etrafını çepeçevre kuşatan sevgi halesinin eksilmesinden korkuyordu... Ama korktuğu olmadı. Daha kapıdan içeri girer girmez, bir kızılca kıyamet koptu: - «Selda Alkor geldi!... SES’le birlikte!...» Bu beş kelimelik cümle bir anda salon...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...