Ana içeriğe atla

Cüneyt Arkın'ın İçkiyle İmtihanı

YIL 1969... Cüneyt Arkın, zirvededir artık, ama yalnızdır. Eşinden ve çocuğundan ayrılmış, kendini Beyoğlu batakhanelerine vurmuştur.
İçki dolu geceler, sabahlara kadar sürer. Artık ona geceler de yetmemektedir. Set aralarında da içmeye başlar.
İçmediği zaman gayet sessiz bir yapıya sahip olan Arkın, içtiği zaman bir anda «olay yaratan adam» haline dönüşür.
Sanki 'kurt adam'ın bir başka halidir. İçtikçe değişen Arkın, gece kulüplerinde, sokaklarda, pavyonlarda sürekli olay çıkartır. Sık sık karakollarda sabahlar.
O devrin polis müdürlerinden Cemil Gülmen, defalarca karşısına çeşitli olaylardan getirilen Cüneyt Arkın'a, «Bak, ünlü bir aktörsün ama, sen bu alkolü bırakmadığın sürece ya hapse ya mezara gireceksin... Çok yazık olacak sana» der.
Arkın, hala alkolün etkisindedir ama, yıllarca bu sözleri hiç unutmaz. Adeta «kulağına küpe» yapar.
«Beni alkole iten, adeta alkolik yapan nedeni aramak da istemiyordum bulmak da... Cebinde sürekli kanyak taşıyan, su niyetine içki içen bir kişi olmuştum. Etrafımdakilerin de bana çok zararı oldu. 'Sen en büyüksün' diyenler önüme içki dolu kadehleri sürüyorlar, sonra da bilmediğim, tanımadığım gece kulüplerinde, pavyonlarda beni sarhoşluğum ve yalnızlığımla başbaşa bırakıyorlardı... Yıllarca bunun acısını çektim. Bela geliyorum demiyordu. Bitirimlerin, serserilerin, satılık kadınların takıldığı batakhanelerde, ünlü bir aktörün içip içip sızması kadar daha düşündürücü, daha acı bir şey olabilir miydi?.. Üç yıl bu soruya da cevap veremedim... Kendimden utandım. Aktörlüğümden utandım... Seyircimden utandım...»
Utanç yıllarım dediği alkollü yıllarında hayatına birdenbire bir renk gelmişti. Her şey Nişantaşı'nda bir arkadaşının yaşgünü partisine gitmesiyle başlamıştı. O partiye gitmese belki çok şeyler daha kaybetmeye devam edecekti:
«Ev çok kalabalıktı. Bir sürü davetli gelmişti partiye. Bütün gözler ünlü bir kişi olduğum için benim üzerimde toplanıyordu. Etrafa göz gezdirirken, birden gözlerim bir çift mavi mavi bakan gözün, sarışın, çilli bir yüzün esiri olmuştu. O benimle hiç ilgilenmiyordu. Onun gözünde sıradan bir insandım sanki. Bu daha çok ilgimi çekti, tanıştık, arkadaş olduk ve uzun mücadelelerden sonra da evlendik...»
Cüneyt Arkın'ın «uzun mücadele» dediği neydi acaba?..
«Kendi aramızda nişanlanmıştık.. Uzun süre de bunu basından ve kamuoyundan gizledik. Nişanlandığımız, Betül'ün beni film setinde ziyaret etmesiyle ortaya çıktı.»
Arkın nişanlıydı ama, yine içmeye, geceleri olay çıkarmaya devam ediyordu. Maslak'ta bir trafik kazası yapmış, yanına nereden aldığını bile hatırlayamadığı üç pavyon kadını da onunla birlikte yaralanmıştı.
Hastanede başından ayrılmayan tek kişi, tek dostu, ileride eşi ve çocuklarının annesi olacak olan Betül Işıl'dı. Işıl, sabırlı bir kişiliğe sahipti. Tahsilini Londra'da tamamlamıştı. Arkın'a sürekli ilgi, şefkat ve anlayış göstererek alkolden kurtulmasını hile başarmıştı... «Hayatımda beni benden daha çok düşünen tek kişi, Betül oldu. Büyük bir sabır örneği göstererek her türlü olayımda beni yalnız bırakmadı. Alkol beni artık etkisine almış, yiyip tüketiyordu. Alkolün kurbanı olmuş, etrafımda dostlarım azalmıştı. Yapayalnızdım ve uçurumun eşiğine kadar gelmiştim. Betül beni uçurumdan çekip kurtardı.»
Mutlu bir evlilik ve aynı seviyede giden sinema oyunculuğu... Arkın bunu da şöyle yorumluyor: «Eskiden çevrilen filmlerin şimdi onda birini bile çeviremiyoruz. Artık senaryolar bile sete yaprak yaprak geliyor. O gün iki sayfa eksik gelirse çekim erteleniyor. Şimdi yeni çıkan kadın oyuncular, benim 60'lı 70'li yıllarda yaşadığım derbeder hayatı yaşıyorlar. Yani nerede akşam, orada sabah... Yok öyle şey. Bizim devrin kadın oyuncularını düşünüyorum da hangisinde var o terbiye. Fatma Girik gözleriyle karşısında taş olsa oynatır Hülya'nın, Filiz'in sinemaya saygıları... Türkan'ın sinema tutkusu... Şimdiki kadın oyuncular özel hayatlarını biraz daha zenginleştirmek için sinemayla ilgileniyorlar...»
«YAŞLI VE YORGUN SİNEMAYA İYİ ŞEYLER BIRAKMAK İSTİYORUM»
Bir başka konuya da şöyle bir açıklık getiriyor Arkın:

«Sinemayı artık işletmeciler yönetiyor. Film iş yaparsa selam bile vermezler, elinize.sağlık demezler... Fiyatımız artar diye selam vermekten korkan işletmeciler tanıyorum ben. İtalya'ya film çekmeye gittim. Film stüdyolarında işçi gibi çalıştım. Orada film hilelerini öğrenmeye çalıştım. Ama Yeşilçam'da olmuyor bu numaralar, çünkü teknik yok... Onlar şekerden cam yapıyorlar. Araba maketlerini yakıyorlar. Kendi gücümle hep bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Sinemanın adeta Donkişot’u oldum ben. Yapacak başka bir işim yok benim. Son gücüme kadar sinemaya harcayacağım tüm enerjimi... Rüyamda bile sinema görüyorum, sinema ile yatıyor, sinema ile kalkıyorum. Dünya sinemasını videodan izliyorum... Yaşlı ve yorgun sinemaya, iyi şeyler bırckmak istiyorum...»...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İzzet Günay ''Alo'' Dedi ve Ortalık Karıştı

SES okuyucuları Filiz Akın, Kartal Tibet, Selda Alkor, Cüneyt Arkın ve Sema Özcan’dan sonra nihayet İzzet Günay'la da konuştular. «Nihayet» diyoruz, çünkü bilindiği gibi «Sevdiğiniz Artist Telefonda» programı İzzet Günay’la başlayacaktı, ama eşinin ani ölümü, Türk sinemasının bu ünlü yıldızını hayranlarının karşısına çıkıp onların sorularına cevap vermekten alıkoymuştu. İzzet Günay 29 temmuz pazartesi günü idarehanemize elifi elifine 16.00’da geldi. Bu «erkenciliğini» de bize şöyle izah etti: - «Ben ne zaman yeni bir filme başlasam heyecanlanırım. Bugün de yeni bir filme başlıyormuş gibi heyecanlıyım. Onun için havaya alışıp üstümdeki heyecanı atayım diye biraz erkence geldim.» Saat 17.55’te İzzet elini cebine attı ve önceden hazırladığı notları telefonun bulunduğu masanın üzerine yaydı. Kendisine son defa gerekli açıklamalar yapıldı... Ve nihayet tam 18.00’de ilk telefon santraldan SES mecmuasına bağlandı. Artık söz İzzet’le, İzzet Günay hayranlarınındı. ERGİN ATİLLA ...

Ayhan Işık ve Sinemada 20 yıl

Tam 20 yıl süreyle adını afişlerin, sinema fenerlerinin (bak: Haftanın ansiklopedisi), filim jeneriklerinin başında yazdırmak gerçekten önemli bir iştir... Hele sinemaya Reşit Gürzap’ların, Suavi Tedü’lerin, Muzaffer Tema'ların, Kenan Artun’ların egemen olduğu devirde girmek; Göksel Arsoy’ların, Orhan Günşiray  Göksel Arsoy’ların ’ların devrinde durumunu koruyup, ününü Yılmaz Güney’lerin, Cüneyt Arkın’ların, Kartal Tibet’lerin devrinde sürdürmek çok daha önemlidir. Ayhan Işık 5.5.1929'da İstanbul’da doğmuştur, ama ailesi Selanikli’dir. Selanik'te Atatürk' ün doğup büyüdüğü eve bitişik bir evde oturan aile mübadele ile İzmir'e gelir, oradan İstanbul'a göçer. Altı kardeşin en küçüğü olan Ayhan Işık (asıl soyadı Işıyan'dır) 13 yaşında çalışmaya başlar; Akademi’nin sonuna kadar bir taraftan çalışır, bir taraftan okur. Tezgahtarlık, seyyar satıcılık falan derken Bab-ı ali'ye gelir. Gazetelere başlıklar yapar, Hafta mecmuasına sayfası 7 liradan resimli ...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Fatma Girik'le Samimi Sohbet

O gün Fatma Girik'in Topağacı'ndaki dairesinin zilini saat tam 15.00'te çaldığımız zaman kendisini hazır bulunca ne yalan söyleyelim bir hayli şaşırdık. O da bu şaşkınlığımızı farketmiş olacak ki, gülümsiyerek, «Vallahi çocuklar saat tam 14.00'te hazırdım» diyordu. «Pencerenin önüne oturmuş sizi bekliyordum.» Şimdi diyeceksiniz ki, «Fatma Girik siz gelmeden bir saat önce hazırlanmışsa, bunda şaşacak ne var?» Var, var, hem de çok şey var. Siz Fatma Girik'le röportaj yapmanın, onu set dışında yakalayıp iki satır laf etmenin, üç poz resim çekmenin zorluklarını bir bilseniz.. BOĞAZ SIRTLARINDA BİR YILDIZ Hava pırıl pırıl. Yerlerde sarı sarı papatyalar.. Ağaçların yemyeşil yapraklar iyiden iyiye büyümüş. Koyunlar, keçiler telaşlı telaşlı koşuşuyorlar. Ve biz Fatma Girik ile birlikte Topağacı'nın «tıkanıklığından» sıyrılıp Bebek sırtlarının «ferahlığı» içinde Boğaz’ı seyrediyoruz. Nefis bir manzara. Sarayburnu’ndan Beykoz sahillerine kadar bütün Boğaz aya...