Ana içeriğe atla

Sevda Ferdağ-Ferda Ferdağ Kavgası

Bir kere kişinin akima takılmıya görsün eski günler, geçmişteki "parlak, renkli" yıllar... İşte ne olduysa Ferda Ferdağ'a bundan sonra olmuş... Bir tarihlerdeki fiziği akima geldikçe, eskiden etrafım çepeçevre saran erkekleri hatırladıkça başlamış kara kara düşünmeğe... bozmuş kendini...
Ferda Ferdağ, yerli sinemanın soyunan kadını Sevda Ferdağ'ın ablası... Bundan yıllarca önce baş rollerde oynamış, Sarı Zambak, Beyaz Nehir gibi filmler çevirmiş ama o tarihlerde büyük paralardan laf edilmediği için fazla etkilememiş yerli sinema onu... bırakıp gitmiş... İki kız kardeş Sevda Ferdağ şöhret olana kadar iyi geçinmişler kendilerince ama aradan zaman geçip son yıllarda Sevda'nın durumu iyiden iyiye sağlamlaşınca abla Ferda da bir takım çıkışlar başlamış kız kardeşine karşı... Sevda'nın söylediklerine bakılırsa geçmişteki hataların, komplekslerin verdiği buhranlarmış hepsi bunlar... Ve sık sık kavgalar, hırçınlıklar başlamış aralarında... Sonra günün birinde Ferda ortadan kaybolmuş.. Yılbaşından beri kız kardeşini sorup aramaz olmuş fakat bu arada da hiç boş durmamış... Gazetecilere koşup "yıllarca baktığı kız kardeşi" için bol bol dökmüş içini.. "Soğan ekmek yedim ona baktım küçükken" demiş... ''O aşklar peşinde koşarken, elinden tutup sinemaya soktum" demiş ve sonra da göz yaşartan kararını açıklamış... "Madem kız kardeşim bana bakmıyor bende yaşamak, oğluma bakmak için 150 liraya figüranlık yaparım"...
Bütün bunlar, son günlerde yerli sinemayı gerçekten ilgilendiren aile dramının bir numaralı kadm kahramanının anlattıkları... Birde Sevda Ferdağ var ortada... Paraları tek başına yemekle, vefasızlıkla suçlandırılan kadının söyliyecekleri...
SIRA ŞİMDİ BENDE
-"Eskiden şöhretmiş ablam.. Şimdi aradan yıllar geçmiş yine o günlere dönmek istiyor.... Yine parmakla gösterilmek istiyor. .. Ama aradan yıllar geçmiş ve o tarihlerde herşeyi, herkesi, içki ve aşk uğruna,kız kardeşi başta olmak üzere harcıyan kadının bir laf etmeğe hakkı yok. Eski halini bulamıyorsa kendisine bugüne kadar bakmış bir kız kardeşe söz söylemesi yersiz..."
-"Böyledir hep... Sende yokken bir kişisindir... Ya da açlığını paylaşmağa gelen bir kişi daha çıkar... ama elin para gördümü bir kişi oniki kişiye bakmak zorunda kalır... Biri kazanır, onu yer..."
-"Ablam mı?... O tarihlerde bana bakmıyacaktı da ne yapacaktı yani... Mecburdu... Ben kendi hayatımı kazanıp yaşıyacak yaşlarda değildim o tarihlerde... Bana abla olarak bir vazife yaptı ama ben de ona bugüne katlar şöyle böyle kazanan bir kız kardeş olarak vazifemi fazlasıyla yerine getirdim... Zaten yerli sinemada artist olarak para kazanmağa başladığım bir buçuk yıl... ve ben, herkes bilirki, elimden geldiği kadar ablama bakmağa çalıştım... ama o yetersiz görüyorsa...
-''Bir de kötürüm değil benim ablam... bir de hasta değil. Çocuğu hep bende kalır... Yeğenimi severim... Benim kazandığım paraya ortak başka kim olabilir?... Anam, ben ablam ev çocuğu... Ama onun arzu ettiği hayatı temin edemiyorsam ben suçlu değilim... Belki benim kendi kazandığımla bile yaşadığım hayat onca memnun edici değil...
Kaleci Şükrü meselesine karıştığı konusu ve benim hala bu mesele üzerinde ısrar ettiğime gelince doğru olmasına imkan yok, çünkü bundan çok eski tarihlerde silkip attım Şükrü'vü hayatımdan. Artık bambaşka bir hayatın, bambaşka bir insanıyım... Bunu da ablam diğer bir çokları gibi tümüyle kendi hayalinde yaratmış...
-Bana küsmüş demekki.. Gazetelerden ve dergilerden daha çok yeni işitiyorum bunu.. Demekki Yılbaşından beri evime gelmeyişinin sebebi buymuş.... Kendisi bilir... Çocuğu kaç zamandır bende... Eğer ben ablamı bir figüran kadar, para yönünden tatmin edememişsem gerçekten haklı... Bu demektir ki, benim elimden birşey gelmiyor.. Yeni mesleğinde kendisine başarılar dilerim...
Bütün bunlardan sonra Sevda Ferdağ eskiden çevirdiği filmlerde başarı kazanmış, birkaç filmde baş rol oynamış fakat aşk ve içki uğruna kız kardeşinin tabiriyle "çok şey kaybetmiş" ablası için bir tek kelime daha etti:

-"Beni kıskanıyor... Eski günleri ve şimdikini düşündükçe yerli yerine oturmayıp böyle garip ve ayıplanacak işler karıştırıyor."...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...