SİNEMAYA
tutkun ve Yeşilçam özlemiyle yanıp tutuşan bir genç kızdır
Banu Alkan... Geçen sayımızda da sözünü ettiğimiz gibi bu
uğurda öğrenimini dahi yarıda bırakır. Ünlü yıldızların
bir bir kapılarını çalıp film çevirme konusunda kendilerinden
yardım ister. Ancak her başvurusu olumsuz sonuçlanır. Belki düş
kırıklığına uğrar, belki beklentisi doğrultusunda bir ilgi
görmez ama yine de tuttuğu işi koparmanın verdiği kararlılık
ve ihtirasla hedefinden kesinlikle uzaklaşmaz... Arkadaşları ve
ailesi sinema sevdasından vazgeçirmek isterIer. Kimileri sinemayı
kötüler, kimileri Yeşilçam'da dönen ayak oyunlarından ve
kulislerden söz eder Ama bunların hiçbirinin yararı yoktur. Tüm
bu uyarılar vız gelir Banu Alkan'a... «Göreceksniz günün
birinde büyük bir yıldız olacağım ve hepinizi mahçup edeceğim»
diyerek çevresine kesin tavrını koyar.
...
Ve birden aklına Nişantaşı'ndaki LCC Dersanesi gelir... İşe
mankenlikle başlayabileceğini düşünür. Gidip LCC Dersanesi'ne
kaydını yaptırır. O yıllarda birçok ünlü manken yetiştirmiş
olan LCC Dersanesi'nde mankenlik eğitimine başlar. Güzelliğiyle
hemen ilgiyi üzerine çeker. Henüz 16 yaşında var ya da yoktur.
Kısa bir süre sonra bir reklam firması Banu Alkan'a bir teklifte
bulunur. Televizyonda reklam filmi çekip çekmeyeceği sorulur.
Teklifi hiç düşünmeden kabul eder ve TV reklamlarına çıkmaya
başlar. Bu arada yapımcı - yönetmen Memduh Ün'le tanışır.
Ünlü yönetmen Banu Alkan'ın fizik yapısına hayran kalmıştır.
O sırada kafasında da bir proje vardır Ün'ün... Filmin erkek
oyuncusunu saptamış ancak kadın sanatçı konusunda bir türlü
karar verememiştir. Hemen aklına kısa bir süre önce tanıştığı
Banu Alkan gelir. Açar telefonu ve yazıhanesine davet eder,
Senaryoyu anlatır ve filmin başrolü için teklifte bulunur.
«Bu
teklif karşısında dilimirt bir süre tutulduğunu hissettim. Cevap
veremeyecek denli büyük sevinç içindeyim... Ve Şerif Gören'in
yönettiği 'Taksi Şoförü' adlı filmle artık bana Türk
sinemasının yolu açılmıştı...»
Banu
Alkan ikinci filmini Cüneyt Arkın'la çevirir... «Akrep Yuvası»
adlı yapımda başarılı bir kompozisyon çizer... Bu iki filmden
sonra artık Yeşilçam'a yeni bir oyuncu gelmiş ve adı günden
güne duyulmaya başlamıştır. Ancak Banu Alkan'ın gözü çok
daha yükseklerdedir. Canını dişine takıp zirveye tırmanmayı
düşlemektedir. Bu uğurda hiçbir özveriden kaçınmamaya
kararlıdır.
Banu
Alkan, bir yandan film çevirirken, öte yandan da mankenlik
kurslarına devam etmektedir. Bir hafta sonu LCC Dersanesi tarafından
öğrencilere büyük otellerin birinde reception verilir.
Bu
davette kendisinden hayli büyük bir iş adamı ile tanışır. Adı
Gürbüz Hanif olan bu iş adamı ile Banu Alkan arasında baba - kız
ilişkisi içinde bir dostluk doğar. O geceden sonra Gürbüz Hanif
sık sık Banu Alkan'ı aramaya başlar. Çevresinde hayli saygın
bir iş adamı kişiliğinde olan Gürbüz Hanif, gittikçe Banu
Alkan'ı etkilemeye başlar. Ancak bu ilişki Alkan ailesinde tatsız
ve huzursuz bir ortam yaratır. Özellikle anne ve babası yaşı
kızlarından çok büyük olan birisi ile beraberliklerini
istememektedirler. Bir yıl kadar Banu Alkan bu iş adamına karşı
koymayı başarır. Fakat bir yıldan sonra Banu Alkan sevgisine
teslim olmuştur.
«Yaşım
tutmadığı için Gürbüz Bey bana beraberlik teklifinde
bulunamıyordu. Ailemin de bu işi tasvib etmediğini bildiğim için
ben de böyle bir arzu hissetmiyordum. Ancak günden güne ona
bağlandığımı ve onu sevdiğimi biliyordum. Ve gün geldi biz
artık bu beraberliğin kaçınılmaz olduğunu anladık. Ve Avrupa
gezilerim başladı. Avrupa'ya ikimizin çıkmasında mahzur gören
Gürbüz Bey babamı da davet ediyordu. Beni Avrupa'nın en nadide
kızı yapmak için kollarını sıvamıştı. Yılda 3-4 kez Avrupa
gezisine çıkıyor, en klas otellerde kalıyor ve Avrupa
sosyetesinin devam ettiği eğlence yerlerine gidiyorduk. Aynı
filmlerdeki gibi görkemli bir hayat yaşıyorduk. Yurt dışına her
çıkışımızda birinci sınıf butiklerden bavullar dolusu
giysiler alıyor ve ülkemize dönüyorduk. Birden hayatım
değişmişti. Kendimi sosyetenin içinde bulmuştum. Bu arada Türk
sinemasında bir seks furyasıdır gidiyordu. Birçok film şirketi
aile türü film yapmayıp, seks yapıtlarıyla kasalarını
doldurmaya bakıyordu. İşte bu sırada ben de büyük bir bocalama
içindeydim. Sinemaya devam mı etmeliydim, yoksa ara mı
vermeliydim? Çünkü o tip filmler benim ve ailemin ahlak anlayışına
uygun değildi. Bir gün Gürbüz Bey bir teklifte bulundu bana.
Sinemaya ara vermemin daha doğru olacağını söyledi. Çok makul
buldum ve sinemayla kısa süreliğine dahi olsa vedalaştım. Yaşım
çok küçük olduğu için giyinmesini bilmiyordum. Makyaj dahi
yapamıyordum. Bazı konularda da bilinçsiz olduğumu bilmiyordum.
Fakat bütün bu eksikliklerimi gidermek için sevgilim beni
Cenevre'de soyluların devam ettiği bir okula gönderdi. Yılın
birçok aylarını artık Avrupa'da geçiriyordum. Paris, Londra,
Viyana, Oslo, Zürich, Madrid gibi kentlerde Gürbüz Bey ile başbaşa
günler geçiriyorduk. Ama benim gözüm yine de sinemadaydı. Arada
sırada Türkiye’ye dönüp, sinema ile ilgili bilgiler
topluyordum. Seks furyasının bitip bitmediğini arkadaşlarıma
soruyordum. Ancak aldığım cevap hep olumsuz yönde idi. Seks
furyası bütün şiddeti ile devam ediyor ve benim gibi starlar da
bu salgının geçmesini bekliyorlardı. Bu durum karşısında ben
de tekrar özel yaşamıma dönüyordum. Avrupa'ya her gidişimde
dünyanın en ünlü yıldızlarının devam ettiği kuaför
Aleksandra'da saçlarımı yaptırıyordum. Ünlü yıldızların
davetli oldukları toplantılara katılıyordum. Yurt dışındaki bu
yaşantımın içinde adeta sarhoş gibiydim.»
Ve
bir gün Türk sineması bu krizi atlatır, ancak bu kez de seks
furyasından sonra sazlı sözlü filmler çevrilmeye başlanır.
Kısa bir süre devam ettikten sonra bu tür filmler azalmaya başlar.
Ve Banu Alkan oturmuş yüz çizgileri ile, görgüsü ve kültürü
ile, fakat en önemlisi o büyük özlemi ile ikinci kez sinemaya
başlar. Yıl 1981... Ardı ardına filmler çevirir. Adnan Şenses
ile «Ağla Gözlerim» Gökhan Güney ile «Vurun Beni Öldürün»,
adları ile 2 film yapar. Ve sonra da diğerleri gelir. Artık
zirveye doğru bir çıkış içindedir Banu Alkan... Gazeteler ve
dergiler sanatçının resim ve haberleriyle doludur. İhtirası ve
başarma hırsıyla gittikçe yükselmektedir Banu Alkan. Kendi
deyimiyle artık sınıfını geçmiştir. Ve bir karar alır.
Arabesk türü filmlerde oynamak istemez. Bu yolda gelen tüm
teklifleri de reddeder. Kadir İnanır’la birlikte «Aşkların En
Güzeli» adlı bir film yapar. Bu filmden sonra tek başına filmler
yapmayı düşünür. Bunu yapımcılara kabul ettirmekte hayli
güçlük çeker. Çünkü firma sahipleri yalnız Banu Alkan'ın
adının olduğu filmlerin iş yapıp yapmayacağı kuşkusu
içindedirler. Bu arzusunu onlara da kabul ettirir ve adını
afişlere en büyük yazdırır.
«Benim
için 'hava atıyor' diyorlar. Sadece giyim sergiliyor diyorlar. Adım
her türlü dedikoduya karıştı. Sözde burnum havalardaymış.
Oysa ben bu yere tepeden inme gelmedim. Herkes gibi halkın içinden
biriydim. Çalıştım, çabaladım ve başardım. Başarımı
kıskanıyorlar ve her türlü lekeyi bana sürmek istiyorlar. Bugüne
dek seyircime en iyisini vermeğe çalıştım. Ben hava atılacak
insanlara hava atarım. Yoksa seyircilerim ve hayranlarım benim için
nimettir. Benim için diyorlar ki, kendini çok övüyor ve kendimi
çok güzel buluyormuşum, Hayır!.. Beni övenler ve beni güzel
bulanlar sinemanın içindeki sanatçılar, Ve bunların dışında
her aldığım mektupla hayranlarım beni çok güzel bulduklarını
söylüyorlar. Ben kendimi övecek kompleksli bir insan değilim.
Ayrıca hiç de ihtiyacım yok. Yüzüme karşı, 'Çok güzelsin'
diyenler arkamdan dedikodumu yapıyorlar. Ve şunu da söylemek
isterim ki, birçok sanatçı bugün kendini bana benzetme çabasında.
Beni taklit ediyorlar. Benim giysilerime imreniyorlar. Bana
söyleyecek sözleri olmamalı.»...(diğer haberler için aşağıdaki
linke tıklayın)
Yorumlar
Yorum Gönder