Ana içeriğe atla

Belgin Doruk'un Evi Antikacı Gibi

Bundan iki yıl kadar önce Belgin Doruk ile Nişantaşı'ndaki evinde bir röportaj yapmıştık. Sorular cevaplar derken konuşmalarımız gelip «hoby» konusuna takılıp kalmıştı. Eğer hafızamız bizi yanıltmıyorsa o gün şöyle konuşmuştu Belgin Doruk: «Genç kızlığından beri en büyük merakım antika ve tarihi eşya toplamaktır. Fakat, filim ve ev işlerinden zaman ayırıp da çarşı pazar dolaşamıyorum. Yoksa öyle kelepir şeyler satılıyor ki, insanın aklı, havsalası almıyor. Geçenlerde benim gibi antikaya; tarihi eşyalara meraklı yaşlı bir hanım arkadaşım, Beyazıt’daki eskicilerden 75 liraya bir sehpa almış. Belki inanmayacaksınız ama, sehpanın yapılış tarihi neymiş biliyor musunuz? 1814. Yani 155 yıllık. Paris'te bir mobilya fabrikasında yapılmış.»
Geçtiğimiz hafta aynı Belgin Doruk’la, bu defa Bebek’deki evinde konuşuyoruz. Konumuz yine antika ve tarihi eşya üzerine. Belgin Doruk, aradan geçen iki yıl içinde müzayedeleri izlemiş, antikacı dükkanlarını dolaşmış ve sonunda maddi, manevi değerleri çok yüksek, paha biçilmez eşyalarla evini bir baştan bir başa süslemiş. İsterseniz gelin, hep birlikte bu eşyaları teker teker inceleyelim.
Eskiden saraylarda yatak odalarında kullanılan bir lavabo satın almış Belgin Doruk. 350 liraya. Dışı ceviz işlemeli. Üzerindeki markadan 1867 yılında Paris’ te yapıldığı ve aynı yıl beynelmilel bir fuara katıldığı anlaşılıyor. Belgin Doruk, «Antikacılara gösterdim, hakiki değeri 50 bin lira,» diyor. «Nereden satın aldınız?» sorumuza ise gülerek, «Boşuna üstelemeyin, söyleyemem,» diye cevap veriyor. «Sır, meslek sırrı!..»
Salonun bir köşesini ise 2,5 metre boyunda dev bir saat süslüyor... Alman malı. Ceviz ağacından yapılmış. Dışı oyma motiflerle süslü. 156 yıllık, tertemiz bir mazisi var. Üzerine Almanca bir atasözü kazılmış: «Ömür biter, zaman bitmez!» Bu saati de çok ucuza satın almış Belgin Doruk.. Ama bu sefer ne fiyatını söylüyor, ne de aldığı yeri... Dedik ya, sır, meslek sun!..
Salonun bir başka köşesini gül ağacından 1 kanape, 2 koltuk, 4 iskemleden meydana gelen takım süslüyor... Bu takım, saatten daha yaşlı. Tam 103 yaşında. Paris’te yapılmış. Üzerindeki döşemelerin eskimesine rağmen, gül ağacından yapılmış iskeletleri sapasağlam. Sanki, «Bir asır, iki asır daha yaşarım» diye, salondaki bütün antika eşyalara meydan okuyor!..
Belgin Doruk, kristal, altın yaldız işlemeli olan Abdülmecit’e ait içki kadehini ise bir müzayededen satın almış. Manevî değeri, maddî değerinden daha yüksek. Netekim, geçenlerde antika meraklısı bir İngiliz, bu kadeh için ne kadar parayı gözden çıkarmış biliyor musunuz? Tam 35 bin lira. Belgin Doruk, 235 bin lira da verseler bu tarihi kadehin sadece kendi evini süsleyeceğini söylüyor.
Abanoz ağacından işlenmiş 400 yıllık iki Çin heykeli ile, bir Sadrazamın konağından çıkma sarı, kırmızı, yeşil camlardan yapılmış, arası kurşunla işlenmiş vitray. Belgin Doruk'un ele geçirebildiği en son antika eşyalar. Belgin Doruk, bilhassa vitraya gözü gibi bakıyor. «Bu vitrayın kaç yıllık olduğunu kesinlikle tespit edemedim, ama antikadan çok iyi anlayan bir dostumuz en az 350 yıllık olduğunu söyledi,» diyor ve ekliyor: «Bu vitrayı yatak odama paravana yapmak sitiyorum.»

Belgin Doruk'un evinden ayrılırken kendi kendimize şu karara varıyoruz: «Ev değil, antikacı dükkanı burası!..» Ve bizi caddeye kadar uğurlayan yıldıza, «Aman Belgin Hanım,» diyoruz. «Kapıya, bacaya dikkat edin lütfen... Zira, hırsızlar böyle antika ve tarihî eşyaları biraz fazlaca severler de!..»...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...