Ana içeriğe atla

Esen Püsküllü ve Engin Çağlar'ın Deniz Kaçamağı

Kış geçip de havalar ısınmaya başlayınca, sahil kenarında oturanların yüreklerini tatlı bir heyecan kaplar: Deniz heyecanı.. Sıcak kumların üzerinde yorgunluk atacakları, denizin tuzlu sularında serinleyecekleri, masmavi gökte göz kırpan güneşin ışıklarıyla yüzlerini. vücutlarını karartacakları günleri iple çekmeye başlarlar. Genellikle deniz mevsimi karpuzun manav dükkanlarında boy göstermesiyle başlar. Ama karpuzun çıkışını beklemeden kendini serin suların koynuna atanların sayısı da bir haylidir. Hele İstanbul’un kış yüzü görmediği, yazın erken geldiği bu yıl.
Nisan görevini mayıs ayına terkettiği zaman, sinema ile ilgilenen gazetecilerin de gözleri, kulakları dört açılır. Zihinlerinde, «Acaba bu yıl deniz mevsimini ilk kim açacak?» sorusu şekillenir. Allah'a şükürler, bizim bu konudaki merakımız geçtiğimiz pazar günü, giderildi!..
Bu yıl Yeşilçam'da deniz mevsimini açmak bir değil, iki artiste nasip oldu. Hem de ayni gün, ayni yerde. Ve siz tesadüfe bakın ki, bu sinema yıldızlarının ikisi de sinemaya «SES Sinema Artisti Yarışması» kanalıyla girmişlerdi. Bu yıldızlardan biri Esen Püsküllü, diğeri de Engin Çağlar’dı..
Haberi ilk önce Engin Çağlar vermişti bize: «Bu hafta sonunu Kilyos'ta geçireceğim,» demiş, arkasından da İlave etmişti: «İsterseniz siz de gelin.»
İlgilenmez olur muyduk hiç? Pazar günü hep beraber Kilyos'un yolunu tuttuk? Ve şansa bakın ki, siz daha bir ay önce azgın dalgaların dövdüğü Kilyos'un ıssız sahilinde bir taşla iki kuş vurduk. Esen Püsküllü de eşi Yücel Uçanoğlu ile beraber oradaydı. Sanki Engin Çağlar’la söz birliği etmişçesine o da Yeşilçam'da deniz mevsimini o gün açmıştı.

O gün akşama kadar Esen Püsküllü ve Engin Çağlar'la Kilyos'ta kaldık. Onlarla beraber daha tam ısınmamış kumların üzerine uzandık, onlarla beraber dalgalara taş attık, onlarla beraber çakılların üzerinde yalınayak dolaştık ve onlarla beraber 2 dakikalığına kendimizi Karadeniz'in koyu lacivert sularının koynuna bıraktık. Sonra İstanbul’a hep beraber döndük, onlar gibi doğru eve koştuk, sıcak su dolu banyonun içine kendimizi dar attık... Böylece de Esen Püsküllü ile Engin Çağlar «Yeşilçam’da 1970 deniz mevsimini açan ilk yıldız» unvanını kazanırken, biz de «BabIali’de deniz mevsimini açan ilk gazeteci» olduk...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....