Ana içeriğe atla

Ajda Pekkan'ın Gönlünde Yatan Aslan

1962 yılında Ajda Pekkan hiç kimsenin tanımadığı meçhul bir şantözdür. Moda Deniz Kulübünde beş para almadan, belki ilerde şöhret olabilirim ümidiyle, şarkı söylemekte, zirveye doğru yükselebilmek için açık bir kapı aramaktadır.
Aradan bir yıl geçmiştir. Sıcak bir haziran gecesinde Ajda Pekkan üçü kız, ikisi erkek beş arkadaşıyle Suadiye'de bir gazinoda oturmaktadır. Konu şarkıcılık üzerinedir, ama konuşmaların içinde sık sık «şöhret» kelimesi geçmektedir. Sohbetin heyecanlı bir anında üç kızdan sarışın olanı Ajda Pekkan'a, orada bulunan herkesin tasdik ettiği, fakat Ajda’nın hiç, ama hiç düşünmediği cazip bir teklifte bulunur: «Ajda SES Mecmuası'nın Sinema Artisti Yarışması'na niye girmezsin? Gençsin, güzelsin, kültürlüsün, muhakkak birinci olursun!»
Ajda Pekkan güler bu sözlere. Ve arkadaşlarına üç ay önce başından geçen bir olayı anlatır: «Çocuklar görüşlerinizde belki haklısınız, ama bilemiyorum ki... Üç ay kadar önce tesadüfen 'Zavallı Necdet' filminin setine gitmiştim. Orada başrolü oynayan Göksel Arsoy'la tanıştırdılar beni. Yakışıklı, sempatik bir çocuk. O da bana sizin az önce söylediklerinizi söyledi, 'Niçin artist olmuyorsunuz?' diye sordu ve ilave etti: 'Fiziğiniz çok iyi. İsterseniz size bu konuda yardım edebilirim.' Ne dersiniz. yarın SES Mecmuası'na fotoğraflarımı göndersem mi acaba?»
Ve masadaki arkadaşları hep bir ağızdan haykırdılar: «Evet!...»
Bu konuşmanın üzerinden geçen altı ay içinde Ajda Pekkan tam üç defa şapır şapır terleyerek, kalbi heyecandan küt küt çarparak SES Mecmuası'nın idarehanesine gelmiş, iki defa prodüktörlerin karşısına çıkmış, bir defa da tecrübe filminde oynamıştır. Ajda Pekkan o heyecan dolu günleri bakın nasıl anlatıyor:
- «SES Mecmuası'nın kapısından içeri ilk girişimde neredeyse heyecandan ölecektim. Kalbim sank göğsümden dışarı fırlayacakmış gibi çarpıyor, güçlükle, tıkana tıkana nefes alıyordum. Yukarı çıktım.. Aman yarabbi o ne kalabalık! Birbirinden güzel yüzlerce kız ve erkek. Kimi dal gibi zarif, kimi Herkül'ü kıskandıracak kadar güzel, kimi Divan şairlerine yüzlerce aşk dolu şiir yazdıracak derecede işveli, cilveli.. Odaya girince bir anda içim korkuyla doldu, ümitsizlik denizinde yüzmeye başladım. Hatta bir ara kendi kendime 'Kızım Ajda sana burada iş yok! Rezil olmadan çek git!' bile dedim. Fakat tam o sırada aklım başıma geldi, kendimi topladım, beni kolları arasında sıkan kabustan kendimi kurtardım. 'Ajda,' dedim, 'sen mücadeleci kızsın. Daha ortada fol yok yumurta yokken böyle yaparsan, her zaman düşündüğün, özlemini çektiğin şöhrete nasıl ulaşırsın?' Eğer o gün tam zamanında kendimi toplamasaydım SES'in finalisti olamayacaktım. Evet finale kalmıştım. Sevinç içinde, adeta sevinçten uçarcasına eve dönerken arkadaşlarımın 'Muhakkak birinci olursun' sözleri geldi aklıma. Ve bu sözler içimdeki gücü perçinledi. Birinci olacaktım pirinci olmalıydım, ideallerim, arzularım sonucun böyle olmasını emrediyordu bana..
Bunları Ajda Pekkan ile Etiler'deki muhteşem dairesinde konuşuyoruz. Önümüzde o şahane ve kelimelerle anlatılması imkansız Boğaz uzanıyor.. Nerede 1963 yılının meçhul, şöhret olmak için çırpınan şantözü Ajda Pekkan, nerede bugünün şöhretin zirvesinde olan, fotoğrafları, röportajları gazetelerin, mecmuaların sayfalarını dolduran, her yaptığı hareket, her giydiği elbise olay olan Ajda Pekkan... Dünle bugün arasında uzanan o muhteşem köprünün temellerinde, hiç şüphe yok ki, «SES Mecmuası 1963 Sinema Artisti Yarışması» ölümsüz bir kaya gibi duruyor.
Evet bugün Ajda Pekkan sahnelerimizin bir numaralı şantözüdür. Ama acaba SES Mecmuası'nın «1963 Sinema Artisti Yarışmasına girmeseydi, 30 kadar filimde başrol oynamasaydı, şöhreti bugünkü kadar göze batar mıydı? ismi etrafında bugün olduğu gibi fırtınalar kopar mıydı? Hiç zannetmiyoruz. Düşünün bir kere, eğer Murat Soydan sinema artisti olmasaydı, sahneden bir gecede 8 bin lira kazanabilir miydi? Veya Nebahat Çehre Yeşilçam’da ün yapmasaydı, Ankara'lı herhangi bir gazino patronu acaba ona gecede 5 bin lira yevmiye vermeye cesaret edebilir miydi? Ajda da bizim gibi düşünüyor, hak veriyor bize: «Doğru,» diyor. «Samimi olarak itiraf etmeliyim ki, bugünkü şöhretimi sinemaya, ondan önce beni sinemaya sokan SES Mecmuası’na borçluyum..»
Söz dönüyor dolaşıyor yine 1963 yılında yapılan Sinema Artisti Yarışması'na geliyor. Ajda Pekkan’ın birinciliği ile sonuçlanan o yarışmada bugün Türk sinemasının iki numaralı yıldızı olan Hülya Koçyiğit de ikinci olmuştur. Üç, dört oy farkıyle... Ajda’ya bunu hatırlattığımız zaman, o günkü heyecanını tekrar yaşamaya başlıyor. Sanki yine yarışmada, sanki karşısında yine Hülya Koçyiğit var. «Doğrusu o yarışmada Hülya beni çok zorladı,» diye anlatmaya başlıyor, «ikimiz kıl payı farkla gidiyorduk. Herkes'ya Ajda, ya Hülya!’ diyordu. Ama kısmet bu... Şans bana güldü işte. O da benim kadar kısmetliymiş ki karşısına Metin Erksan çıktı, 'Susuz Yaz' da oynadı. Ödeştik böylece.»
Bir ara duruyor, yüzü bulutlanıyor:
- «İnkar edemem,» diyor. «Hülya büyük kabiliyet.. Ama şunu da itiraf etmeliyim ki ben sinemaya gereken önemi vermedim. Beş, altı yıldır, yapılan bütün teklifleri geri çeviriyorum. Sinema yorucu ve parası sahneye göre az olan bir iş. Eğer sinemaya gereken önemi verseydim, bugünün sinema artisti Ajda Pekkan’dan çok ileriye gidebilirdim.»

Ajda Pekkan'a son olarak bu yılki yarışmamıza katılacak gençlere ne gibi tavsiyeleri olduğunu soruyoruz. Hiç düşünmeden, «Onlara iki tavsiyem olacak,» diyor Ajda Pekkan: «Birincisi heyecana kapılmamaları, İkincisi de yarışmaya girdikleri andan itibaren etraftan gelecek dedikodulara ve söylentilere inanmamaları, kulaklarını tıkamaları. Gerisi hiç önemli değil. Hangi dereceye layıksanız, jüri muhakkak hakkınızı teslim edecektir. Parayı onlar verecekleri için iyiyi seçmeye mecburlar.»...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zavallı Oya Hep Yatakta

Oya Aydoğan 'ın sinemadaki çizgisi bellidir... Çevirdiği her filmde mutlaka dişiliğini şöyle ya da böyle gösterir ya da göstertirler... İşte, Berhan Şimşek’le birlikte oynadığı son filmi olan “Zavallılar”da da, Oya Aydoğan bir türlü yataktan çıkamadı. Çeşil çeşit zavallılık vardır... İnsan, açlıktan zavallıdır, çaresizlikten zavallıdır, işsizlikten, parasızlıktan, kimsesizlikten zavallıdır... Fakat bizim bilmediğimiz bir başka zavallılık türü daha varmış... Aşk zavallısı... Bunu nerede mi teşhis ettik? Hemen söyleyelim, Oya Aydoğan'ın son çevirdiği filmin setinde... Yapımcı Kemal Dilbaz adına, yönetmen Ümit Efekan tarafından çekilen ve “Zavallılar” ismini taşıyan filmde, Oya Aydoğan, köyden şehre gelip, büyük kentin çarkları arasında kaybolan ve kaderin acımasızlığına karşı koyamayıp, hayalleri yok olan ve sonunda da onun bunun elinde oyuncak olan bir genç kızı canlandırıyor. Bu filmde Oya Aydoğan, yukarıda söylediğimiz gibi tam bir aşk zavallısı... Mekanı ise çoğu ...

Olay Kadın Christine Haydar

Milli gelinimiz Christine Haydar , uzunca bir süredir ilgileri üzerinde topluyor. Christine Haydar denildiğinde herkes farklı şeyler düşünüyor haliyle... Tarihe düşkün olanlar Osmanlı İmparatorluğu'nun son zamanlarını hatırlayıp, çöküşün neden bu kadar şiddetli olduğunu keşfediyorlar. Tarihle arası hoş olmayıp da, gazino sahnelerinde kadın vücudunun inceliklerini araştırmayı tercih edenlerin aklına ise, güzel ve düzgün vücutlu bir kadın düşüyor. Beş parmağın beşinin de bir olmayacağına göre, değişik renk ve zevklerden hoşlanan insanların Christine Haydar adını duyduklarında değişik şeyler düşünmeleri, hatta bazı düşüncelerini çok ileri noktalara götürmeleri de olağan bir durum. Milletin hayal dünyası torba değil ki büzesin! TARİHİ KÖKEN Aslında Christine Haydar'ın şöhret yolu tarihi kökeni sayesinde açıldı... Türkiye'de herkes Christine Haydar'ın hangi «Haydar Paşasnın gelini olduğunu bilimsel metodlarla araştırırken, Avrupa dergileri paşaları atlayıp Christine...

Fikret Hakan'ın Sancılı Dağarcık'ı

Fikret Hakan yılların birikimini sonunda ak kâğıtlara döktü... Başarılı bir sinema sanatçısı olarak tanıdığımız Fikret Hakan ’ın değişik bir yönü olan şiir dünyasını, yakında piyasaya çıkacak olan, «Sancılı Bir Dağarcık» adlı kitapta tanıyacağız. Ortaokul sıralarında yakalandığı, (kendi deyimi ile) «manzume» yazma tutkusu giderek şiire dönüşen sanatçı, sonunda bugüne kadar oluşturduğu şiir dağarcığını bir kitapta toplamaya karar verdi. Yakında çıkacak olan kitapta 35'e yakın şiir yer alacak. Dilerseniz sanatçının iki şiirine yer verdikten sonra, şiir konusundaki görüşlerini kendisinden dinleyelim. «Bende bu uğraşı çoğu gençte olduğu gibi ortaokul sıralarında başladı. Ama o yıllarda daha çok 'manzume' beğenirliği içinde gelişir kişide bu. Çoğu insanda da yüksekokul dönemi ile tavsamaya başlar... Çalışma yaşamına girincede, kişinin 'manzume severlik' ile ilişkisi kesilir... Aydın geçinen pek çok insan, kişiyi gerçek şiire götürecek okumayı ve öğrenmeyi sürdür...

Nükhet Duru'nun Çıplaklığı Başına Dert Oldu

ARTIK Nükhet Duru gecede 3-4 yerde sahneye çıkan bir uvertürdür. Repertuvarına daha bir dikkat eder; saçına, giyimine, hareketlerine daha bir özen göstermeye gayret eder. Bu arada Yeşilçam'dan da film teklifleri gelmektedir. Ve yıl 1970'tir. Ayhan Işık, Bahar Erdeniz ve Yusuf Sezgin 'in başrolleri paylaşacakları bir filmin hazırlıkları yapılmakta ve bu filme bir kadın oyuncu aranmaktadır. Ve Nükhet Duru adında karar verir yapımcılar. O günleri de şöyle anlatır Duru: «Bir gün çalıştığım gazinonun kulisine bir prodüksiyon amiri geldi. 'Nükhet Hanım hikaye tam size göre, Ayhan Işık'la oynayacaksınız' dedi. «Ben 'Oynayamam, imkanı yok' dedim. Adam 'Neden?' diye sordu. «'Zaten gecede üç dört yerde sahneye çıkıyorum. Gündüzleri de uyuyorum filmi ne zaman çekeceğiz. Film çekmeye zamanım mı var?' dedim. «'Biz çekim saatlerini sizin boş saatlerinize göre ayarlarız' dedi adam. «Sonra çekimler başladı. Ben ne filmin adını b...