Ana içeriğe atla

Sadettin Erbil'den Kadınlara Şok İtham

Sadettin Erbil, yıllar önca henüz ilkokul sıralarında iken arkadaş olduğu ve aralarındaki oyunlarda boyuna nişanlanıp evlendikleri kızı unutamıyordu. O küçük kız, şimdi evlenip çocuk sahibi bir kadın olmuştur.
BÖYLE MODELE KAMERACILIK EDİLİR — Sadettin Erbil, Gülbin Eray'ın poz vermesi karşısında kamera başına geçmeye bile yeltendi... Hayatı iyi yaşamayı ve kadınları seviyor, Erbil. Fakat garip bir hayat felsefesi ve aşk anlayışı var: «Bence kadın soyunan bir arkadaştır» diyor.
1943 yılında Kabataş Erkek Lisesinde öğrenciydim. Edebiyat hocam Faruk Nafiz Çamlıbal'dı... Okul Müdürü Galip Bey'in teşvikiyle tiyatrocu oldum. Hocam Faruk Nafiz ve Galip Bey, beni Muhsin Ertuğrul'a götürdüler. Hem konservatuvara, hem de Muhsin Bey'in derslerine devam ediyordum. Bir süre sonra ilk olarak Shakespeare'in «Nasıl Hoşunuza Giderse» adlı oyununda figüran oynadım. Hiç unutmam, boyum uzun olduğu için Sami Ayanoğlu ile Süavi Tedü'nün sahnedeki kavgalarına davulla tempo tutmuştum. Üç yıl Şehir Tiyatrosu'nda kaldım. Bunu Raşit Rıza, Ses, Çığır Sahne, Küçük Sahne, Dormen, Karaca ve son olarak Bulvar Tiyatroları takip etti. O yıllarda, sahneye her çıkışımda, bu rolün altından kalkamayacağımı sanırdım.»
«Sinema oyunculuğum, «Pilavne'de 13 Kahraman» la başladı. O zamanlar, şimdiki gibi değildi. İki senede bir film çevriliyordu. Ama sinema oyunculuğu tiyatrodan çok rahat... Sinemada her hangi bir hata, bir 'Stop' sözü ile halledilebiliyor. Oysa, tiyatroda oyuncu her gün halkın huzurunda... Her gün imtihan...»
«Dublaja başlayışım, sinema oyunculuğuyla aynı tarihlerde başlar. İsmini değil ama, ilk dublajını yaptığım filmi hatırlıyorum. Fırtınalı, gemili bir sahneydi. Boğulan veya boğulmak üzere olan bir tayfayı konuşuyordum. Başroldeki oyuncuyu da Hadi Hün konuşuyordu. Dünyanın her tarafında oynayan 30 senelik, turşusu çıkmış bir filmdi.»

Bu arada eski bir de hatıramı anlatayım. 1932 yıllarındaydı... Üçüncü sınıfta beraber okuduğum bir kız arkadaşım vardı. Hiç ayrılmazdık. Ders aralarında saklambaç oynar, eğlenirdik. Bir gün Sait Halim Paşa Korusuna gittik. Onu, korunun çok enteresan yerine götürmüştüm. Birden heyecanlandım. Zaten ne olduysa bu heyecan yüzünden oldu. Sırt üstü düşüp çalılık arasında bir pisliğin üzerine oturuverdim. Tabii ona ve eve karşı rezil oldum. O zaman 11 yaşında olan bu ilk sevgilim, şimdi evli ve çoluk çocuk sahibi... O yıllar, Yeniköy iskelesinin tam karşısında pazar kurulurdu. Bu pazardan oyuncak yüzük alır, birbirimizin parmağına takardık. Küsünce de yüzükleri kırar, sonra gene yenilerini alırdık. Birçok macera ve aşktan sonra, kadınlardan sıtkım sıyrıldı, bu konudaki anlayışım da değişti. Bence kadın sadece soyunan bir arkadaştır.»...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...