Ana içeriğe atla

Sinemanın Yenileri Çiğdem Tunç ve Harika Avcı

Büyük büyük ilanlar, milyonlarca lira tutan paralı reklamlar, yurt dışında 5 milyon liraya malolan güzellik operasyonları ve toplam 35 milyon lira harcanarak yaratılan bir assolist...
Evet... Harika Avcı bu yeni assolistin ismi... Avcı, assolistlikte belki yeni ama, 10 yıldır sahnelerde... Bu 10 yılın yarısından fazlası irili ufaklı gazinolarda uvertürlük yaparak geçmiş. Sonra bir film çevirmiş...
Ve ne mi olmuş?.. «Gökten üç elma düştü» ya da «Alaattin'in sihirli lambası» gibi bir olay olmuş ve aniden Avcı kendini sahnelerde assolist olarak bulmuş...
Bir rivayete göre, çalıştığı gazinodan hiç para almadığı, bir başka rivayete göre de, gecede 40 bin liraya çalıştığı söylenen Harika Avcı, «Ne o doğru, ne de bu... Gecede yüksek bir ücret alıyorum ama, söylemek zorunda da değilim» diyor...
Giysilerini özellikle kapalı modellerden seçtiğini belirten yeni assolist Harika Avcı: «Eskiden uvertürken mecburen açık-saçık tuvaletler giyiyordum... Amaç, gazinoya müşteri çekmek içindi. Şimdi artık assolistim. Uvertür değilim ki, neden açık saçık tuvalet giyeyim?.. Onu uvertürler düşünsün... Müşteri benim vücudumu görmeye değil, sesimi, şarkılarımı dinlemeye gelsin» diyor.
Harika Avcı'nın bir başka sorunu da filmcilerden... «Eskiden ben filmlerde oynamaya can atıyordum, kimse kapımı çalmıyordu. Kemal Sunal'la bir filmde oynamak nasip oldu. O filmde de sanatımı gösterme fırsatı bulamadım. Şimdi artık şöhret olduk ya, tüm filmciler kapımı aşındırıyorlar. Ama senaryoları beğenmiyorum. Nasıl beğeneyim? Benim de Ahu gibi, Banu gibi, Yaprak gibi soyunup yatağa girmemi istiyorlar. Ben assolistim. Büyük bir reklam kampanyasıyla assolist oldum. Hangi assolist filmlerde yatağa giriyor ki ben gireyim? Haksız mıyım sanki?»
Evet... Harika Avcı haksız sayılmaz yani... Onca reklam, onca kampanya, onca masraf... Sonra da bir berbat senaryo ile çabuk elde edilen şöhrete bir kocaman darbe... Oldu mu ya?..
Şimdi gündüzlerini plak stüdyoları, film şirketleri, kuaförler, güzellik salonları, jimnastik salonları ve film senaryolarıyla; gecelerini de gazinoda geçiren Harika Avcı, TV için birkaç şarkılık bir bant yapmayı da bu arada düşünüyormuş...
Avcı gibi, çok büyük reklamlarla olmasa da önce ufak-tefek aşk kaçamaklarıyla, sonra da dans ederek adını duyuran genç balerin Çiğdem Tunç da küçük çapta da olsa bu reklamların faydasıyla kısa sürede sinemada iki filmde birden rol aldı.
Halen Nükhet Duru'nun dans grubunda çalışan, haftada birkaç gün de «Şen Sazın Bülbülleri»nde balerin olarak rol alan Çiğdem Tunç, yakın arkadaşı Yaprak Özdemiroğlu gibi gözünü sinemaya dikmiş, o da şöhrete giden yolun «bol bol soyunmak olduğuna» inanarak başlamış soyunmaya...
«Tesadüf müdür nedir, iki filmde oynadım, ikisinde de ne soyunma, ne de öpüşme yoktu... Ben çağdaş zihniyette bir insanım. Senaryo ne gerektiriyorsa onu yaparım. Amacım çok filmde oynamak, film yıldızı olarak adımı duyurabilmek» diyen Çiğdem Tunç, bir başka soruya da şöyle yanıt veriyor: «Balerinlik belirli bir yaşa kadar yapılıyor... Kan ter içinde sahnelerde saatlerce dans ediyorum. Elime ne geçiyor?.. Koskoca bir hiç... Ne arabam, ne de kendime ait bir evim var. Bugünlerde borç harç bir videoyu zor aldım...»
Çiğdem Tunç, «Ya sanhe teklifleri alırsanız?» sorusuna daha da ilginç bir cevap veriyor: «Efendim... Ne farkeder? Ben bir koltukta üç- beş karpuzu rahatlıkla taşıyabilirim. Sahneye de çıkarım iyi bir teklif olursa... Neden olmasın? Mühim olan çabuk isim olabilmek... Şöhret kuşunu çabuk tutabilmek...»
Bu kez Çiğdem Tunç'a özel hayatıyla ilgili çok özel bir soru soruyoruz... «Evlilik mi?.. Henüz evliliği hiç düşünmüyorum... Haa, o genç... Nişanlım diye yazdılar... Beraberdik... Baktım beraberlik bizim meslekte olmuyor, ayrıldık... Ama yine de görüşüyoruz... Fakat bu kez iki nişanlı gibi değil de, iki dost gibi filan...»
Evet, Çiğdem Tunç cephesindeki son durum da böyle...

Harika Avcı ve Çiğdem Tunç... Bu yılın ilk aylarında isim olmaya çalışan, şöhrete adaylıklarını koyan iki ayrı isim... Ve ikisinin de gözleri daha yükseklerde, daha tepelerde...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...