Ana içeriğe atla

Zeki Müren'in Şiirleri

BU BESTECİKLER SANA
«Manolyamdaki» «naz»,
«Yasemen» deki «demet»,
«Yaz yağmuru» ndaki «damla»,
«Kimsesiz yolcu» mun yolu,
«Aşkın ıstırabı» nda çile,
«Kara sevda» mın rengi,
«Yaprak dökümü» ndeki filiz,
«Yaşamak zevki» nde keder,
«Beklenen şarkı» da beklediğim,
«Son aşk» imin sonu,
Sensin sen...
Ben seninle ısınan nefesim şarkılarımda.

SENİ
Seni
Kılıcın keskin tarafında,
Örsün ergimiş yüzünde sevdim...

ÇİGAN ÇOCUKLARI
Bir gün kuru yapraklar üstünde siyah adımlarınla sen
Avuçlarında acı yeşil vefasızlık
Geleceksin.
Sonu olmayan bir yolda
Tek yapraklı ağacın buruk gölgesinde bekleyeceğim.
Saçlarında riya
Nefesin üşütecek tırnaklarımı
Çigan çocuklar çalı çırpı yakacak
Karşı tepede...
Bir köpek uluması kurşunî
Sonsuzdaki türkü sesi buğulu,
Ağlayacaksın
Yanakların kuru.
Eski yalanlarını kirpiklerime dizeceksin
Nemli riya
Yaş gerçek
Bir gün kuru yapraklara basarak boş
Bana döneceksin siyah adımlarınla
O vadide bekleyeceğim
Çigan çocuklar böğürtlen toplarken.
Bir kız acı şarkılar söyleyecek derinden
Ağlayacağız sonsuzda
Çigan çocuklar, türkü yakacak ardımızdan

«Garip hicaz»

Sevmişlerdi diyecekler.
Şarkımız büyük kentlerin kirli duvarlarında yankı
Şarkımız lâmba şişelerinde is
Şarkımız bar dumanlarında hüsran
Şarkımız Viyana ormanlarında senfoni

Gerçek aşkmış diyecekler
Diyecekler inanmadan.
Ve bir gün sevecekler
Onlara da yeni türküler yakacak çelimsiz çigan çocukları

Yeni kirpiklere yeni yalanlar dizilecek.
Bir kız soluk şarkılar söyleyecek derinden
Ölümsüz bir vadide
Yalnız beyaz menekşeler dinleyecek boynu bükük.
Gerçek sevgiymiş diyecekler inanmadan

Buruk türküler yakacak çigan çocukları

GECELER
Gözüm açık uyurum
Düşlerim kara,
Resmin yastığımın altında
Yara...

DÜĞÜN
Örümcekler duvağını dokusun;
Akrepler doldursun güvey kadehimi.
Sırat Köprüsü'nde zifaf döşeğim,
Günahlarım yüz görümlüğü...

İKİ SADIK DOST
İki sadık dost buldum;
İçki,
Gözyaşı.
İlki bittikçe satın alırım,
İkincisi tükendikçe dörde bölerim soğanı.

Ne olurdu kahkaha da satılsaydı...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...