Ana içeriğe atla

Ferdi Tayfur'un Necla Nazır Aşkı

Minicik goncalı bir gül varmış... Aşıkmış bu gül... Sevgilisini gördüğü günler gülücükler içinde şarkılar söyler, dalga dalga yayılan yapraklarıyla neşeler saçmış gelip geçenlere... Ama bir gün bırakıp gidivermiş sevgilisi o beyaz gülünü... Ve bir daha da hiç mi hiç rastlamamışlar birbirlerine... Beyaz gül öylesine kederlenmiş ki, öylesine acı çekmiş ki, dikenlerini kendisine batırıp ölmeğe karar vermiş... Ve beyaz gül kanayan rengiyle hemen o anda oracığa yığılıp kalmış... Ferdi Tayfur'dan Necla Nazır'a... Küçük bir kağıt parçası üzerine mavi bir ka lemle yazılmış üç satır..
«Sana bunları plak stüdyo, sunda yazıyorum. Hiçbir zaman eline, geçmeyecek bu kağıt parçasını yaşadığım sürece saklayacağım. Seni çok seviyorum. Bestelerimde hep ayrılık var ama biz hiç ayrılmayacağız değil mi?»
Yine Ferdi Tayfur'un gözü gibi sakladığı bir başka pusula...
«Bugün çılgına döndürdün beni. Üç defa telefon ettim, kuaföre gittiğini söyledi annen. Sesini duymak için şu anda, her şeyimi feda etmeye razıyım. Yeter ki, sana adadığım şu yüreğime bir nebze olsun su serpebilsen.»
Bir başkası... Daha uzun ve daha muntazam harflerle yazılmış... Birinci hamur kağıda ve dolmakalemle...
«Dün seninle ilgili bir haber okudum. Sen de okumuşsundur ya. İnanmadım. Ama seni bir başkasıyla birlikte görünce, eski bir fotoğraf dahi olsa, ne yalan söyleyeyim içim burkuldu. Tahmin ederim ki, sen de aynı acıyı duyuyor, sundur. Ama üzülme sevgilim. Bizim ilişkimiz iki ayrı vücutta yaşayan tek ruh gibidir. Her türlü dedikoduya ve baskılara rağmen me. tenetimizi muhafaza etmek zorun, dayız. Yaşadığımız sürece bu sevgi de bizle birlikte yaşayacak. İntikam ve ümitsizlik bizim gibilerin kitabında ve karakterinde yoktur. Çünkü her ikimizin de doğumu birbirimizi gördüğümüz günün tarihini taşır. Yarın ilk uçakla İstanbul'a geliyorum. Kim bilir teselliye ne kader çok ihtiyacın vardır. Seni seviyor, seni öpüyorum. Binlerce... Binlerce defa Necla...»
Yıl 1976... Ferdi Tayfur plak dünyasında büyük bir tırmanış içindedir... Arabesk olarak bilinen müzik türünün iki ismi arasına girmiştir... Dev adımlarla rekor düzeye ulaşan plak satışlarıyla zirvenin de ötesinde yerlere doğru yükselmektedir... Gerçek bir halk sanatçısı olarak posterleri kapışılmakta, besteleri en ilkel meyhane köşelerinde sızan insanların deduklarından düşmemektedir... Türkiye'yi sarsan bir adı vardır artık onun... Ardahan'dan Edirne'ye, kuzeyden güneye dek uzanan bir vatan toprağı üzerinde Ferdi Tayfur adı önemli bir yer işgal etmektedir...
Henüz hiç film çevirmemesine, TV'ye çıkmamasına karşın, yalnızca basında ve plak kapaklarında çıkan fotoğraflarıyle toplumun aşina bir yüzü olup çıkmıştır.
Birkaç film firmasından teklifler alır... Ancak gerek menejeri Atilla Alpsakarya ve gerekse kendisi film tekliflerini, izledikleri politikaya ters düşer gerekçesiyle reddederler... Özellikle Alpsakarya, sanatçının şimdilik kamera karşısına geçmesini sakıncalı bulmaktadır... Kendisi de menejerinin bu yargısını onaylar ve her film önerisini geri çevirir...
Yine aynı yılın son aylarıdır... Ferdi Tayfur Adana'dadır. Henüz İstanbul'a yerleşmemiştir... İstanbul'un yoğun ve karmaşık yapısı onun ruhuna ve özüne aykırı düşmektedir... Çalışmalarını Adana'da yoğunlaştırmayı yeğ tutmaktır.. Şarkılarını orada besteleyip İstanbul'da da stüdyoya girmektedir... İşte bu yüzden de Adana-İstanbul arasında mekik dokumaktadır... İstanbul'a geldiğinde ise bir otelde kalmaktadır Ferdi Tayfur... Bu otel Aksaray meydanında bir yerdedir...
İstanbul'daki işini bitirir bitirmez yeniden Adana'ya dönerdi... Genellikle uçakla yolculuk yapardı... Adana günlerini anlattığında Ferdi Tayfur bakın ne diyor:
«Adana'da arkadaşımın plak dağıtım deposuna gider, orada plak satışlarını izlerdim... Aynı zamanda da dükkanda telefon olduğu için İstanbul'la bağlantı kurardım... Adana'da günlerim genellikle belli bir tempo içinde geçerdi... Geceleri beste çalışmalarına yönelir, gündüzleri de yukarıda sözünü ettiğim gibi plak dağıtım deposunda vakit geçirirdim...»
Bir cumartesi günü İstanbul'dan bir telefon alır Ferdi Tayfur... Menejeri Atilla Alpsakarya'ya aittir telefondaki ses...
«Hemen uçağa atla ve İstanbul'a gel...» diyerek Ferdi Tayfur'a bir sürprizinin olduğunu söyler...
İlk önce bir anlam veremez bu ani çağrıya sanatçı...
«Ne var Atilla Bey, ne oluyor... Niye beni acele İstanbul'a çağırıyorsun... Hayrola sürpriz ne...?» diye sorar...
Ancak karşı taraftan hiçbir yanıt alamamıştır Ferdi Tayfur... Telefon kapanır ve sanatçı başını iki elinin arasına alıp başlar düşünmeye... Bu meçhul davet neyin nesidir ki acep ...Cumartesi ve pazar gününü büyük bir heyecan içinde geçirir... Her türlü ihtimali kafasından bir bir geçirir ama telaşını ve merakını yenemez... Pazartesi sabahı olunca, ilk uçağa atladığı gibi İstanbul'a uçar... Önce Aksaray'daki oteline iner, bir duş alıp elbisesini değiştirir ve sonra da doğruca Unkapanı'ndaki Atilla Alpsakarya'nın yazıhanesine gider..
«Selamlar ağabey... Nedir durum... Ne oluyor... Söyle de meraktan kurtulalım...» der.
«Otur bakalım Ferdi'ciğim... Hayırlı bir haber var. Dikkat et, söylüyorum... Bir aya kalmaz filme başlıyorsun... Haydi aslanım bakalım...»
Donakalır Ferdi Tayfur... Sevinç, ten bir süre konuşamaz ...Gözlen çocukluk yıllarının filmlerine uzanır gider... Kurmuş olduğu düşleri anımsar... Hep bir film artisti olmak istediği dönemleri kucaklar bir an için...
«Ciddi misin, gerçek mi ağabey..»
«Tabii... Hemen şimdi çıkıp gidiyoruz, anlaşmayı yapmaya» yanıtını alır...
Firmanın sahibi Hulki Saner onları beklemektedir..
Hulki Saner onları beklemektedir..
«İşte sözünü ettiğim Ferdi Tayfur, Hulki Bey...» diyerek Ferdi Tayfur'u Soner'e takdim eder Atilla Alpsakarya... Hulki Saner dikkatlice karşısında oturan esmer delikanlıyı kritik etmekte, boydan boya onu izlemektedir... Altı filmlik bir anlaşma yaparlar ilk aşamada... Yılda iki film çevirecek olan Ferdi Tayfur önüne uzanan birtakım evraklara imzalar atar ve viski kadehleriyle de ayaküstü bir kutlama töreni yapılır...
Ferdi Tayfur rüyada gibidir adeta... Gerçekle düş arasında gezinip durmaktadır... Bir türlü inanamaz...
«Sen git şimdi Adana'ya... Biz sana haber veririz...» derler.
Büyük bir mutluluk içinde Adana'ya geri döner... Ama kafasında bazı sorular da yok değildir hani..
«Beni tanımadıkları ve bilmedikleri halde nasıl olur da bir kalem, de altı film için bir anlaşma yaparlar... Yoksa beni başlarından mı savmak istediler...»
Fakat birkaç haftaya kalmaz ki, Ferdi Tayfur yanıldığını görür... Yine İstanbul'dan bir telefon gelir... Yönetmen Temel Gürsu ile prodüksiyon amiri Şerif Ablak'ın iki gün içinde Adana'ya geleceklerini ve mekan konusunda kendisiyle irtibat kuracaklarını söyler yapımcı Hulki Saner... Belirtildiği gün ve saatte Adana Havaalanına gider ve iki kişiyi karşılar... Altında Wolksvagen 1303 turuncu renkte bir otomobil vardır... Otomobile valizler konur ve Akdeniz sahil şeridinden Antalya'ya giderler... Yönetmenle prodüksiyon amiri mekan saptaması yaparlar ve otomobili Antalya'da bir garajda bırakarak uçakla İstanbul'a dönerler...
İstanbul'a geldiklerinde kolları sıvar ekip... Hanım oyuncunun Necla Nazır olduğunu söyler Hulki Saner... Ferdi Tayfur «Evet tanıyorum...» gibilerden başını sallar... Nazır'ı birkaç ay önce Adana'da bir sinemada Orhan Gencebay'la başrolünü paylaştığı bir filmde görmüştür ilk kez... Gözünün önüne rol arkadaşının yüzünü getirir... Perdede koskocaman bir yüzdür bu... İçin için bir sevinç duyar... Necla Nazır gibi bir isimle birlikte oynayacağı için mutlanır...
Bir gün sonra yazıhaneye Necla Nazır gelir...
Ayağında siyah pantolon kırmızı bir kazak ve çizme vardır Necla Nazır'ın... Ferdi Tayfur, Necla Nazır'ı ilk gördüğü andaki izlenimlerini şöyle aktarıyor:
«Aklımdan geçmezdi Necla Nazır'ın yüzünün bu kadar küçük olacağı... Çünkü perdede kocamandı.. Bir vaşington portakalı büyüklüğündeydi... İçimden herhalde teknik bir oyundur diye geçirdim... Alımlı ve çok güzeldi... Karşıma geçip oturduğunda her yerim titriyordu...»
Dört gün sonra Yeşilköy havaalanında buluşulmak üzere ayrılır... Antalya'ya hareket edileceği gün havaalanına Hulki Saner de gelir uğurlamak için... Ferdi Tayfur'u bir yana çekip şu uyarıda bulunur.
«Şansın açık olsun oğul... Bak şimdiden söyleyeyim... Anlaşma yaptık ama film iş yapmazsa bir daha seninle çalışmam...
Bu söz bir an düşündürür Ferdi Tayfur'u... Sesini çıkarmaz...
Uçak hareket eder ve havalanır.. Yanında Necla Nazır oturmaktadır. Öte yanda ise rol arkadaşının ablası vardır... Yol boyunca avuçlarının içinin terlediğini hisseder Ferdi Tayfur... Önceleri havadan sudan birkaç laf ederler... Sonra sohbet daha da koyulaşır... Ferdi Tayfur kısaca hayatını özetler... Necla Nazır da yaşamından kesitler ve nasıl artist olduğunu anlatır... Ve bir de bakarlar ki, Antalya'ya gelmişler bile...
Ve bir gece ağlar Necla Nazır... Antalya'dan İstanbul'a Ferdi Tayfur'un otomobiliyle dönerken gözlerinden süzülen yaşlarını gizlemeye dahi gerek duymadan yüreğindeki tüm acıyı yanaklarına döker...

Çünkü bir gerçeği öğrenmiştir Necla Nazır... Ferdi Tayfur evlidir ve bir de çocuğu vardır ...
Bir büyük serüvenin, bir büyük sevdanın eşiğindedir Ferdi Tayfur... Akdeniz yöremizin tüm güzelliklerini içeren Düden Şelalesi'nde Temel Gürsu’nun yönetiminde ilk filminin ilk planları için kamera karşısına geçtiğinde sanatçı, büyük bir heyecan içindedir... Âdeta bir hummaya kapılır... Bu heyecan kasırgası bir ölçüde filmden kaynaklanmakta ama, çoklukla karşısındaki rol arkadaşı Necla Nazır’ın büyülü güzelliğinden gelmektedir. İnce bir prova yapılır... Bir prova, bir prova daha... Titreme nöbetine tutulmuş gibidir... Bunu fark eden Temel Gürsu. çalışmaya bir süre ara verir... Ferdi Tayfur bir köşeye çekilip önce yüzünü yıkar, sonra da gözlerini uçsuz bucaksız doğanın derinliklerinde gezdirerek telaşını yenmeğe çalışır... Elinde ağaç dallarından kopardığı bir tutam yeşillik vardır... Kaçıp, gitmek ve Ferdi Tayfur kişiliğinin dışında bir yaşam sürmeyi düşler... O sırada bir ayak sesi fark eder ardında... Dönüp baktığında, komutanını görmüş bir asker misali hemen ayağa fırlar ve gömleğinin açık düğmelerini ilikleyerek hazırola yakın bir vaziyete geçer... Necla Nazır umursamaz bir ses tonuyla, «Yoo, rahatsız olmayın lütfen... Göreceksiniz bakın... Hiç de korktuğunuz gibi olmayacak. Bu işi de başaracaksınız... Ben de ilk filmimi çektiğimde saatlerce kamera karşısına geçememiştim...» der.
«Buyrun, oturmaz mısınız? Bakın avuçlarımın içi sırılsıklam... Çocukluğumdan beri ne zaman heyecana kapılsam, hep böyle bütün vücudumu ter basar, ellerim ayaklarım titrer...»
«Bir doktora görünsenize... Ama burası da öylesine sıcak ki, insan durduğu yerde üzerine yağmur yağmış gibi oluyor...»
İkisi yan yana oturmaktadırlar... Ferdi Tayfur yine susar ve tedirgin halini gizlemeğe çalışır... Necla Nazır ise rol arkadaşına moral vermek için biteviye konuşmakta, onun her hareketiyle ilgilenmektedir... Uzaktan prodüksiyon amirinin sesi duyulur...
«Ferdi Bey, Necla Hanım set hazır... Sizi bekliyoruz...»
Bir kelebek hafifliği İçinde yerinden kalkar Necla Nazır... Ferdi Tayfur çağrıyı duymamıştır...
«Hadi bakalım... Bizi çağırıyorlar...» diyen Necla Nazır, adımlarını sıklaştırarak ekibe doğru gider... Arkadan da Ferdi Tayfur gelir...
Yine bir prova yapılır ve İkincisinde Temel Gürsu «Motor» der... Sanatçıyı ilk kutlayan Necla Nazır olur...
«Bravo, bakın ne güzel oynadınız. Size demiştim değil mi başaracağınızı...»
Küçük bir tebessümle karşılık verir Ferdi Tayfur;
«Teşekkür ederim... Ama henüz her şey bitmiş değil...»
Yine aynı filmin aynı mekândaki bir çekimi sırasında ilginç bir konuşma geçer iki sanatçı arasında.. İkisi de kamera karşısındadır... Ancak, çekim başlamamıştır... Işık düzeninde bir aksaklık olduğu için başta yönetmen olmak üzere tüm set ekibi oraya doğru yönelmiştir... Fısıltı halinde Ferdi Tayfur, Necla Nazır'a bir bestesinden söz eder...
«Bir şarkı besteliyorum... Henüz sözlerini yazdım...»
O da kaçamak olarak, «Ya öyle mi?» diye sorar...
«Nasıl bir şey... Hemen okuyabilir misin?»
...Ve Ferdi Tayfur, yarı mahçup bir tonlamayla, aslında Necla Nazır için yazdığı sözleri okumaya başlar.
Durdurun dünyayı başım dönüyor
Felek halimize gülecek gibi
Sökün şu kalbimi alın yerinden
Gönül sevgiliden çekecek gibi...
Sözlerin tam burasında yönetmenin, «Evet, arkadaşlar prova hazır» sesiyle dizeleri yarıda keserler...
Artık gün günü takip etmekte, filmin sahneleri birbiri ardına çekilmektedir... Ferdi Tayfur, garip bir ikilem içindedir. Bir yandan film hiç bitmese diye düşünmekte, son sahneler yaklaştıkça içten içe bir tedirginlik, bir huzursuzluk duymakta, günler ilerledikçe hir şeyler yitirdiği duygusuna kapılmaktadır... Öte yandan zaman zaman mantığı ön plana geçmekte, Necla Nazır’la birlikte olduğu anlarda yüreğinden yükseliveren hir çırpıntı, teninde duyduğu bir ürperti, giderek korkusunu, huzursuzluğunu arttırmaktadır. Bir şeyler olacağını, bir şeylerin değiştiğini, etiyle, kemiğiyle hissetmektedir...
Tüm sayılı günler gibi, o günler de sona eriverir... Film 20 gün kadar bir süre içinde tamamlanır...
Yılbaşı gecesinden bir gece önce set ekibi İstanbul'a dönmek üzere yola çıkar... Ancak Necla Nazır, uçaktan korktuğu ve zorunlu olmadıkça havayolu ile seyahate çıkmadığı için ablası ile birlikte Antalya'da kalır... Tabii Ferdi Tayfur da onları yalnız bırakmaz... 1976’yı 1977’ye bağlayan gecenin sabahında Ferdi Tayfur, Wolkswagen’ine Necla Nazır ve ablasını da alır ve Antalya'ya veda ederler...
Yol boyunca yaşamlarından ve geleceğe ait tasarılarından söz ederler. Ne gariptir ki, ikisinin de ortak yazgısı bu konuşmalar sonucu ortaya çıkar... Yoksul yaşamları, sefalet yılları ve sonra da zirveye doğru tırmanış dönemleri her iki sanatçının giderek birbirlerine daha bir yakınlaşmasına neden olur...
Ferdi Tayfur, direksiyon başında, Necla Nazır önde ve ablası da arkada olduğu halde kilometrelerce yol sevda türküleri ve sanatçıların birlikte söyledikleri şarkılarla katedilmeye başlanır... Aslında otomobilde bir hüzün egemendir... Özellikle Ferdi Tayfur söylemek istediklerini söyleyememenin sıkıntısını duymaktadır. Necla Nazır da bu ansızın gelen serüvenin nerelere dek sürükleneceğini düşünerek, büyük huzursuzluk içindedir...
Eskişehir'e geldiklerinde yemek molası verirler... Kent içinde bir lokantaya girerler... Ferdi Tayfur bir suçluluk psikozu içinde, kendisini Necla Nazır’ı sevmeye hakkı olmadığı konusunda koşullandırmaya başlar...
Garson yemekleri getirir... Ferdi Tayfur bütün gücünü toplayıp gayet serinkanlı bir şekilde ve önüne bakarak şunları söyler ;
«Benim karım da güzel yemek yapar...»
O an tıpkı filmlerdeki gibi bir görüntüyle karşılaşır sanatçı... Necla' nın elinden çatal düşmüş ve ablası da hançeresini yırtarcasına bir şaşkınlık çığlığı atmıştır...
«Öyle mi, sen evli misin?.. Bilmiyordum...» der sanatçı.
«Evet, evliyim ve bir de kızım var...»
Buz gibi bir hava eser... Ferdi Tayfur karşısındaki insanın giderek kötüleştiğini ve renginin sararıp solduğunu görünce, dayanamaz ve konuyu hemen değiştirir... Fakat Necla Nazır, bir ölü gibidir artık... Sanki bu acı gerçeğin matemini tutuyordum.. Yol boyunca hiç konuşmaz... Hava yavaş yavaş kararmaktadır... Gün batımındaki romantizm her ikisinde de derin bir hüzün oluşturur... Bu ölüm sessizliği taa İzmit'e dek sürer... Bir ara Ferdi Tayfur dönüp Necla Nazır’a bakar... Bu bakışta özlem, tutku ve alabildiğine bir sevda vardır... Ve görür ki, Necla Nazır için için ve sessiz bir biçimde ağlıyor... Yanakları göz yaşları içindedir...
O anda sevgilisine sarılıp, onu öpmek, doyasıya kucaklamak için kimbilir neleri feda etmezdi Ferdi Tayfur... Ama o bunların hiçbirini yapmayıp sadece bir soru sormakla yetindi ;
«Neden ağlıyorsun?»
«Bu topraklarda amcamın mezarı var da ona ağlıyorum...»
Karanlık iyice çökmüş, yol gittikçe kalabalıklaşmıştı...
İşte sonradan plak olan şu şarkının sözleri sanatçının o anda içine doğan duygularıydı...
Gece yarısına bir-iki saat kala İstanbul'a girerler... Önce Necla'ların evine gidip yol arkadaşlarını bırakırlar...
Necla, Ferdi'yi evlerine davet eder...
«Yukarı çıkın da bari bir yorgunluk çayı için» der...
Kısa bir tereddüt geçirir Ferdi Tayfur... Gerçekten yorgundur ama bu yorgunluğu fiziksel değil, ruhsal ve beyinseldir... Dinlenmeye ve hele hele yalnız kalmaya o denli gereksinimi vardır ki... Ama kıramaz bu nazik çağrıyı ve eve çıkar., Birlikte bir yemek yerler.. Sofrada kesin olarak sessizlik ve suskunluk hüküm sürmektedir. Yemek biter ve Ferdi Tayfur izin isteyip Necla Nazır'ın evinden ayrılır.
Ferdi Tayfur, o yıllarda Aksaray' da bir otel odasındadır... İstanbul'a geldiği günlerde o otelde kalmaktadır...
«Çeşme» filminden sonra yine ikisinin başrollerini paylaştıkları yeni bir filme başlarlar... Bu filmde yine iki sevgiliyi oynarlar... Bir gün Ferdi Tayfur'un Necla Nazır’sız bir çalışma günü vardı... Öğle sıralarında çalışması olmadığı halde Necla’nın çıkıp sete gelmesi Ferdi’yi sonsuz derecede umutlandırır... Akşam olup filmin o günkü sahneleri bittiğinde Necla Nazır'ın kulağına eğilip, fısıltı halinde şu soruyu sorar :
«Seni ben eve bırakacağım değil mi?»
Necla Nazır, «Evet» der gibilerden başını sallar...
Bu teklifi yaparken Ferdi Tayfur huzur içindedir... Çünkü, bunalımı artık son bulmuş ve Necla ile yalnızca arkadaşlığı tercih etmiştir... Bu karar Ferdi'yi büyük bir ölçüde rahatlatmıştır... Gizli ilişkilerin adamı olmadığını anlamış ve bu yasak aşka yaşamında yer veremeyeceğinin bilincine varmıştır...
Setten birlikte ayrılırlar... Amacı evlerinde yediği yemeğe bir karşılık vermektir... Ama nasıl teklif etsin.... Ya yanlış anlaşılırsa... Ve canını dişine takıp dudaklarının arasından şu sözcükler dökülüverlr :
«Sizinle bir akşam yemeği yemek istiyorum.»...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Sahneye Çıkıyor

Fotoğraf stüdyolarından Yeşilçam'ın film platolarına bomba gibi düşen sarışın Yugoslav göçmeni Banu Alkan 1984 yılını “Altın Yılı” olarak ilan etti adeta. Geçen yıl çevirdiği filmlerin bu sezon yaptığı bol hasılatlı işlerden sonra peşi sıra gelen tekliflere yanıt veremeyen güzel yıldız bu arada aylardır ısrarlı biçimde tekrarlanan oldukça cazip bir teklifi de kabul etti. Ama bu ne bir film projesiydi ne de bir reklam filmiydi. Gazino dünyasının güçlü patronlarından Osman Kavran’ın sağ kolu olarak bilinen organizatör Ayman Artun’un İzmir Fuarı’nda assolist olarak çıkması için yaptığı teklife bir ay önce çıktığı Avrupa gezisi dönüşünde olumlu yanıt verdi yani "Evet'' dedi Banu Alkan. Ancak şimdilik gecede alacağı ücreti açıklamaktan kaçınıyor. Bir gecelik yevmiyesini merak edenlere ise sadece ''Ben de artık 35-40 milyon vergi veren starların arasına gireceğim" diyor... Sanki hesabını siz yapın" dercesine... Banu Alkan’ın gazino sahnelerine çıkac...

Hülya Avşar Dostluğu Anlattı

Nükhet kalabalık sinema salonundan çıkarken iki saattir kapalı bir yerde kalmanın sıkıntısını hissetti içinde. Ama sonra güzel bir film seyretmenin mutluluğu her şeyi aldı götürdü. Dışarıda hafiften yağmur yağıyordu. Kıştan kalan bir gün bu bahar havasını alıp götürmüş, yerini serin, yağmurlu, kapalı bir güne bırakmıştı. Caddenin kalabalığına, otomobillerin oradan oraya koşuşturmalarına baktı. İçinde milyonlarca insanı barındıran bir şehirde yaşamdan bir kesit diye düşündü. Sonra düşünceleri o insanların üzerinde yoğunlaştı... Sevgiyle baktı herbirinin yüzüne ayrı ayrı. Yaşam, insanlar, içinde bulunduğu ortam, her şey güzeldi aslında. Ama bu bir bakış açısı değil miydi? İnsan nasıl bakarsa öyle görmez miydi çevresini, öyle algılamaz mıydı çevresindeki olayları? Başını kaydırdı, gökyüzüne baktı. Serin yağmur damlaları yüzüne damladı, üşüdü, başını eğdi. Sonra bu hareketi caddenin tam ortasında yaptığını farketti. Kendi kendine güldü. Önündeki yol uzundu. Hızlanan yağmurla bi...

Zavallı Oya Hep Yatakta

Oya Aydoğan 'ın sinemadaki çizgisi bellidir... Çevirdiği her filmde mutlaka dişiliğini şöyle ya da böyle gösterir ya da göstertirler... İşte, Berhan Şimşek’le birlikte oynadığı son filmi olan “Zavallılar”da da, Oya Aydoğan bir türlü yataktan çıkamadı. Çeşil çeşit zavallılık vardır... İnsan, açlıktan zavallıdır, çaresizlikten zavallıdır, işsizlikten, parasızlıktan, kimsesizlikten zavallıdır... Fakat bizim bilmediğimiz bir başka zavallılık türü daha varmış... Aşk zavallısı... Bunu nerede mi teşhis ettik? Hemen söyleyelim, Oya Aydoğan'ın son çevirdiği filmin setinde... Yapımcı Kemal Dilbaz adına, yönetmen Ümit Efekan tarafından çekilen ve “Zavallılar” ismini taşıyan filmde, Oya Aydoğan, köyden şehre gelip, büyük kentin çarkları arasında kaybolan ve kaderin acımasızlığına karşı koyamayıp, hayalleri yok olan ve sonunda da onun bunun elinde oyuncak olan bir genç kızı canlandırıyor. Bu filmde Oya Aydoğan, yukarıda söylediğimiz gibi tam bir aşk zavallısı... Mekanı ise çoğu ...

Yaprak Özdemiroğlu Şöhret Uğruna Soyundu

Son zamanlarda sinema çevrelerinde ve magazin basınında adından sıkça sözedilen bir genç kız var: Yaprak Özdemiroğlu ... Çok değil bundan bir yıl öncesine kadar onu yakın çevresinden başka tanıyani ismini bilen yoktu. Ama «Alişan» adlı filmden sonra ismi birden sinema dünyasında patlamış ve gelecek vaadeden bir genç kız olarak anılmaya başlamıştı. Üstelik bu başarıyı bir tek filmle sağlaması da ayrı bir başarı olarak değerlendirilmişti. Oysaki Yaprak, bu çevreye ne yabancıydı ne de oyunculuk konusunda deneyimsizdi... Yaprak, o günleri söyle hatırlıyor: «Küçük bir çocukken bile oyuncaklarımla oynadığımı pek hatırlamıyorum. Üvey annem Füsun Önal o zamanlar evde gazetecilere poz verir, resim çektirir, ben de hayran hayran ama seyrederdim.» Evet Yaprak'ta sahneye ve üne özlem işte böyle oluşmuş ve diğer üvey annesi balerin Lale Yurdatapan'ın yolunu seçerek bale dersleri almış ve profesyonel bir balerin olarak bazı sanatçıların gruplarında ve müzikallerde çalışmaya başlamış. ...