Ana içeriğe atla

İmparator Kadir İnanır

Genç kadın neşeli bir şekilde garaja gider ve kocasının arabasını çalıştırır. O anda müthiş bir patlama olur. Garaja koşan Şehmuz, karısının cansız vücuduyla karşılaşır. Kucağına alır karısını, hastaneye yetiştirmeye çalışır. Fakat iş işten geçmiştir. Şehmuz artık kızı Mine ile beraber yalnız yaşayacaktır. Ancak intikamını aldıktan sonra...
Yönetmenliğini Melih Gülgen'in yaptığı, senaryosunu Erdoğan Tünaş'ın yazdığı ve Çetin Gürtop'un görüntülediği «İmparator» filminin setindeyiz.
Kanlıca'nın Kavacık köyünde Berker İnanoğlu'nun köşkünde yapılan çekimlerin en zor planı, Şehmuz (Kadir İnanır)'un arabasına binen Nevin (Seda Sayan)'in arabaya konan bombanın patlaması sonucu ölmesi. Bunun için İnanır'ın arabasının camlan yapıştırıcı sürülerek kırılmış gibi yansıyacak beyazperdeye. Camın üzerine biraz saman ve kiremit tozu dökülerek gerçekleştirilir bu sahne. Bu arada samanların tutuşturulmasıyla sağlanan duman, bombanın patlaması sonucu oluşmuş duman gibi aksedecek izleyiciye. Bu arada, bu işlemlerden önce Seda Sayan'ın makyajı da bir sonraki sahnenin tamamlayıcı unsurudur. Şimdi gelelim filmin konusuna...

Şehmuz, Mardinli zengin bir işadamıdır. İnşaat işleriyle uğraşır. Ve girdiği bütün ihaleleri kazanır. Bunu çekemeyen rakipleri Şehmuz'u pusuya düşürerek vururlar, fakat öldüremezler. Hastanede hemşire Nevin ile tanışan Şehmuz, kıza kısa sürede aşık olur ve evlenirler. Mutlu bir yuvaları olmasına rağmen, çiftin çocukları olmaz... Bunun üzerine bir kız çocuğunu evlat edinirler. Bu arada kendisini pusuya düşürenlerin temliğini öğrenen Şehmuz'u, Nevin güçlükle engeller. Ancak boş durmayan rakipleri Şehmuz'un arabasına bomba koyarlar. Arabaya binen Nevin patlama sonucu ölür. Bunun üzerine Şehmuz düşmanlarının hepsini öldürür ve adalete teslim olur. Filmde diğer rolleri Erol Taş, Kadir Savun, Turgut Özatay, Bilun Nazlıhan, Damla İra ve küçük kız Mine paylaşıyor...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Muzaffer Tema ile 30 Yılı Konuştuk

«ÇAPKINLIK» konusunda ehliyeti herkesçe kabul edilebilecek «bilirkişi»lerden (!) biri olan Muzaffer Tema ile konuşuyoruz. Konumuz 30 yılın kadını ve 30 yılın kadın - erkek ilişkileri. Hızla çevrilen bir defterin yapraklarını çevirir gibi, zaman içinde hızla geriye gidip 1940 yılını durak yapıyoruz. Muzaffer Tema önce o yılların erkek modasını çiziyor: - «O yılların modasının adı 'BOBSTİL'di. Şimdinin modası olan maksi var ya, poltolar- da o zaman da maksi rüzgarı eserdi. Berber önüne oturulur ve top enseyle kalkılırdı. Pantolon da şimdi gençlerin giydiklerine benzerdi. Üstü dar, paçaları bol pantolonlar giyerdik. Douglas bıyık, vazgeçilmez bir unsurdu o yıllarda. Başı açık dolaşılmaz, şapka giyilirdi.» - «Peki, kadın - erkek ilişkileri nasıl kurulurdu?» «Bilirkişi» bir an duraklıyor, sonra ders veren bir profesör ciddiyeti içinde. «Mektup yolu hâkimdi,» diyor. Yalnız, mektup deyip geçmeyelim. Bu mektuplar astarlı ve renkli özel zarflara konurmuş, PTT’de çalışanlar be...

Seda Sayan Napolyoncaya Merak Sardı

Dünya yüzünde yüzlerce lisan var bildiğiniz gibi... İngilizce, Fransızca, İspanyolca gibileri beynelmilel... Bir de yöresel olanlar var... Belirli bir çevrede konuşulan... İşte Napolyonca da bunlardan biri... Dünyanın en az bilinen dili... Ancak bazı kişiler anlıyor bu dilden... Çünkü bu dilde her kelimenin, anlatılmak istenen herşeyin sonu ''para'' ile bitiyor... Zaten Napolyonca denişinin nedeni de o... Şimdilerde sahnelerin genç şöhreti Seda Sayan da öğrenmiş Napolyoncayı... Yanlız sadece erkeklere karşı kullanıyor bu ikinci lisanını... Fakat Seda Sayan 'la arkadaş olmak için sadece anlatmak yetişmiyor çok da iyi konuşmak lazım Napolyoncayı... Bu da ancak ve ancak güzel yıldıza bazı küçük ''jest''lerle anlatılabiliyor... Yani bonkörlükle... Onu kürklere, mücevherlere, paraya boğmakla, uzun lafın kısası han dediği yere hamam yaptırmakla konuşuluyor Napolyonca... Bu da ne demek demeyin... Çünkü Seda Sayan'ın elindeki sözlükte Napolyoncanın ...

Sevda Ferdağ ile Fikret Hakan'ın Aşkı

Türk sineması, hep kendi «sınırları» içinde kız alıp veren «kapalı aileler» gibidir. Yenli filim oyuncuları da, bütün oyunlarını, eğlencelerini, aşklarını, kendi aralarında yaparlar Yerli sinemanın erkekleri de, «çok eşli» erkekler gibidir. Mesela, bugün Fikret Hakan'a: - «Şimdiye kadar hayatından kaç kadın geçti?» diye sorsanız ve arkadan: - «Bu listeyi tam veremezsen, senin kafanı keseceğiz!» deseniz, Fikret de, başkaları da size tam bir cevap veremezler. Son yıllarda, ancak iş «resmiyete» döküldüğü zaman öğrenilen isimler «gerçek liste» nin binde biri bile değildir. Bu kaideye uygun olarak, bugünlerde, yerli sinema dışarıya kız vermiyor ve Fikret Hakan, üç yıllık Tamer'inden ayrılan Sevda Ferdağ adı ile adını birleştiriyor. Bu oiayın gerçekliğini, «Adem ile Havva» filminde gördük. Acar Film ekibiyle, Karacabey'e gitmiştik. Filimde Fikret «Adem», Sevda da «Havva» rolünü yapıyor. Ama, ikisi de meydanda yok. Meğer, Fikret'in seyyar eve benzeyen minübüsü i...

Rekor 30.000 Lira ile Türkan Şoray'da

Temmuz ayının girişiyle birlikte müzik dünyasında bir faaliyettir başlar. Gazino ve kulüpler için temmuz bir programın geride bırakıldığı aydır. Gazino sahipleri, program düzenleyicileri bu programın halk tarafından «tutulup», tutulmayışına göre yeni faaliyetlere girişirler. Program tutulmamışsa bir «bomba» patlatarak halkın ilgisini toplamaya, «müşteriyi» gazinolarına çekmeye çalışırlar. Program tutmuşsa durum pek farklı değildir. Bu defa da bir «bomba» patlatıp halkın ilgisini devam ettirmeye, müşterinin gazinodan «bıkmamasını» sağlamaya çalışırlar. Ankara'daki yazlık bahçelerden, 20 ağustosta açılacak İzmir Fuarı için program düzenlemeye İstanbul'a gelen gazino sahiplerine kadar birçok insan müzik alanında çaba gösterirler. Bir teklif bombardımanıdır, başlar. Gelenek bu yıl da bozulmadı. Bu satırların yazıldığı anda Ankaralı ve İzmirli birçok gazino sahibi, ya da «adlarına imzaya yetkili mutemet adamları» İstanbul'da cirit atıyor. Mikrofon arkasına çıkmış çıkmamış...