Ana içeriğe atla

Ahu Tuğba Beş Parasız Kaldı

Milyonlar içinde yüzen bir kadındı Ahu Tuğba... Bir eli yağda, bir eli balda... Bunda biraz da zengin sevgililerin rolü vardı ama yine de devamlı film çevirip sahneye çıkan sanatçı bol para kazanıyordu... Ancak bu düzen bir anda bozuldu... Ahu Tuğba'nın başına gelen felaket güzel sanatçıyı sahnelerden çektiği gibi hayatını da düzene sokmasına neden oldu... Ve dolayısıyla parasızlık geldi... Güzel sanatçı şimdi, ancak zar zor taksitlerini ödeyebiliyordu.
Geçen zaman bunu da yok edince Ahu Tuğba kırk yıl düşünse aklına getiremeyeceği bir sonla yüzyüze geldi... Kelimenin tam manasıyla beş parasız kalmış, iflas etmişti. Eski bol paralı günlerini özler olmuştu... Ve kararını verdi... Para kazanacaktı...
İşte milyonların sevgilisi olan bir yıldızın yaşadığı melodram.
Peşinden koşan gazinocular, film prodüktörleri ve milyonları ayakları altına seren zengin sevgililer var ama Ahu Tuğba parasızlıktan yakınıyor. Bir yılı aşkın süredir gazino sahnelerine çıkmayan güzel yıldız şimdi gelen teklifleri elinde olsa aynı anda değerlendirecek. Çünkü en büyük isteği içinde bulunduğu para sıkıntısından kurtulmak... Ahu Tuğba ile beraber olmak ve uzun süreli flört etmek için milyonlarını feda edecek çok zengin var ama genç yıldız beraber olduğu son sevgilisi Süha Kutlu’dan sonra da erkeklere karşı bir soğukluk duyar gibi. Neredeyse erkeksiz dolaşarak gece eğlencelerine renk katan Ahu Tuğba şimdi bir türlü içine girmek istemediği evinin dışında başka bir ev arıyor. Hatta bu yüzden otel masrafı olmasın diye annesinin yanında kalıyor. Bunca yıldan sonra tekrar ana evine girmenin yarattığı sıkıntıları dile getiren Ahu Tuğba'nın derdi de tam Marko Paşa'ya anlatılacak cinsten: -"Evimde bulunan büyülerden sonra çok soğudum. İçinde oturamıyorum bir türlü. Şimdi annemin yanında kalıyorum. Ama eşşek kadar kadın oldum artık. Bu yaştan sonra ana kuzuluğu yapılmıyor ki. Ben özgürlüğüne düşkün bir insanım. Filmden kazandıklarımı da yeni aldığım teknenin borcuna verdiğim için elimde beş kuruşum yok. Çünkü yakınlarım bilirler ben kazandığını harcayan bir insanım para sıkıntısı bitsin diye sahneye çıkacağım. Yoksa hiç içimden gelmiyor iki düzine insana yüzbinler harcayarak sahnede gövde gösterisi yapmak. Sinemayı daha çok seviyorum. Elimden gelse bütün teklifleri aynı anda değerlendirip parsayı toplayacağım ama bu da olamayacak bir şey."
Bir yandan Muazzez Abacı'nın öte yandan Emel Sayın'ın İstanbul'daki kadrosuna istenen Ahu Tuğba ne yapacağına henüz karar veremedi. Ama onu kara kara düşündüren para sıkıntısı da güzel yıldızı hayli kötü bir duruma düşürdü.
Her halde siz de farkındasınızdır, kısa süre öncesine kadar her gece bir eğlence yerinden resmi çıkan Ahu Tuğba'dan son iki aydır ses seda yok. Haberimizin başında yazdığımız gibi gerçekten ilginç bir melodram bu. Ve yine hepsinden önemlisi Ahu Tuğba gibi bir kadın için beklenmeyen son: İflas...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....