Ana içeriğe atla

Çetin İsterse Nikahsız Doğururum

Suna Yıldızoğlu Türkiye’ye gelmiş tutunmuş sanatçıların arasında en şanslısı. Çetin Alp’in kalbini çaldıktan sonra istediği her şeyi hemen hemen elde eden Yıldızoğlu’nun tek bir sorunu kaldı. O da nikah masasına oturabilmek. Eğer İngiliz planı tutarda, bir bebeği olursa sessiz davranıp, Çetin Alp’in kendiliğinden evlenme teklif edeceğini biliyor...
Kayhan Yıldızoğlu’ndan ayrıldıktan sonra Türkiye’de sağladığı yeri sarsmamak için soyadından vazgeçmeyen Suna Yıldızoğlu’nun Çetin Alp ile beraberliğini duymayan kalmadı artık. Karısından ayrılıp, sevgilisiyle bütünleşen Çetin Alp, Suna Yıldızoğlu’nu yalnız sevmekle kalmayıp, çocuklarının bile dünyaya değişmeyeceği bir insan, evinin kraliçesi yapıverdi. Onun desteğini kabullendi, ona destek oldu. Ama sanatçıya en çok istediği ve gereksinimi olan olayı, nikahı yaşatamadı...
Suna Yıldızoğlu başını döndüren ve kendi ülkesinde bulamayacağı rahatından, mutluluğundan dolayı bunu önceleri önemsemiyordu. Ama zamanla evli olmadan beraber yaşamanın sıkıntılarını çekmeye, çevrenin nazarlarından rahatsız olmaya başladı. Beraberliklerinin güzelliğinden vazgeçemiyordu. Ve tıpkı soyadını bırakmadığı gibi Çetin Alp’i de bırakamazdı artık.
Oysa bir şeyler yapması lazımdı. Düşündü, taşındı, her derdin bir çaresi vardı bunun da olmalıydı. Sonunda buldu da, çevresine “Çetin isterse nikahsız doğururum” diye ufak bir bebek olayının çalkalanmasını yarattı. Arkasından da Çetin Alp’e en güzel ortak yanlarının bile üstüne çıkabilecek bir sevgi ürünü, bir bebek dünyaya getirmek istediğini söyledi. Hatta böyle bir özlemin baskısını bile yaptı.
Evet, Suna Yıldızoğlu, Çetin Alp’i zayıf noktasından yakalamıştı. Boyuna ulaşan kızları hala Çetin Alp’in dizinin dibindeydi. Sanatçı çocuklarını seviyor ve babalığıyla gurur duyuyordu. Suna Yıldızoğlu’ndan bir çocuğu olacak olursa ona da bir baba olarak sahip çıkmak, ismini vermek isteyecekti. Hatta ileride çocuğuna ters bir söz gelmesin diye nikah masasına bile oturacaktı. Hem biri tutmazsa, biri tutardı. Diyelim ki çocuğuna ismini verecek ama nikah kıyamayacak, farketmezdi, kuvvetli, sağlam bir bağlantıları olacak, belki de bebekden dolayı hiç kopmayacakları.
Şimdi Suna Yıldızoğlu, bir İngiliz kibarlığında ve sinsice planının olumlu sonuçlanmasını bekliyor. Nikah veya bebek... Nasıl olsa aynı kapıya çıkıyor. İkisi de onun için. Mutluluğunun
üzerine güveni de eklemişti ya, artık gerisi kolaydı. Yeter ki Çetin istesin...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...