Ana içeriğe atla

Yaprak Özdemiroğlu Nasıl Zengin Oldu?

ÇOK değil bir yıl öncesi... Bir dans grubunda kısa boylu, ince, zayıf, cılız bir kız... Gözlerinde numaralı gözlükler...
Dansı, diskoyu, serbest hayatı çok seviyor... Baba ünlü bir müzisyen, başından bir sürü evlilik geçmiş... Anne, babadan ayrılmış, başka biriyle evlenmiş... Ve dansçı kız Yaprak da tıpkı rüzgara kapılmış bir «yaprak» gibi oradan oraya sürüklenmiş durmuş...
Derken bir gün genç kız «Yüzkarası» filminde bir günlük bir rol kapabilmiş... Tüm işi Yusuf Sezgin'le bir masada oturup Bülent Ersoy'dan hakaret işitmek...
«Böyle de artist olunur mu?» «Böyle de şöhret olunur mu hiç?» diyeceksiniz.
Ne derseniz haklısınız. Elbette «böyle artist olunmaz.»
Zaten Yaprak da «tesadüfen» artist olmuş.
Önce bir iki filmde ufak tefek roller... Sonra devreye giren bir firma, ilk başrol... Hayli masraflı bir film... Beklenilmeyen derecede kötü bir hasılat... Yılmayan bir «karakter»...
Tam sinemadan ümidini kesip dört elle yeniden dansa sarıldığı anda, imdadına yetişen bir başka firma ve o firma hesabına peşpeşe iki film... Tesadüfün böylesi belki az görülür derler ya... Yaprak'la üvey annesi Müjde Ar'ın da peşpeşe film yaptığı ne hikmetse aynı firma, aynı ekip... Bir rivayete göre de firmayı destekleyen eski bir yapımcı yönetmen... Dedik ya belki gerçek, belki rivayet ama, sonuçta iki başrol filmle kazanan yine Yaprak... Ve birden patlayan bir reklam bombardımanı. Göğüsleri çıplak resimleri yayınlandığı anda da Yaprak Özdemiroğlu'ndan değişik yayın organlarına, «Nabza göre şerbet dağıtma» usulünden demeçler, beyanatlar, itiraflar, açıklamalar... Bir bakıyorsunuz, «saf, masum, temiz küçük bir kız» sanki... Ertesi günkü yayında, «büyümüş, büyümüş de küçülmüş, görmüş, geçirmiş cinsinden bir olgun kadın...»
Sonra gözlere yeşil lens... Teşvikiye'de dayalı döşeli, hizmetçin, aşçılı bir ev... Video müzik seti... Arkadaşlar, dostlar... Filmografyasında sadece üçü kısa, dördü uzun yedi film... Ve ünlü yıldızların bile imrendiği, merak ettiği Hollywood yıldızları gibi bir yaşam... Sonra yine rivayetler, rivayetler... DiyarbakIrlI toprak ağasından davulcuya, arabeskçiden ünlü yapımcı - yönetmene kadar uzanan bir dizi aşk hikayesi...
Ve «ser verip sır vermeyen» bir Yaprak... Gözüne gözlüklerini takınca, üvey annesi Müjde Ar'dan hilelerini öğrendiği makyajını da silince sıradan bir kişi... Tanı tanıyabilirsen...
Ve makyaja dayalı güzelliğiyle çevirdiği son filmi «Damga», filmcilerin deyimiyle, iki seksen yatınca, bir işletmeci: «Yaprak'ı Tarık Akan bile kurtaramadı. Nedense seyirciye soğuk gelen bir şeyler var Yaprak'ta... Artık isimsiz kızların filmi de o kadar hasılat topluyor.
Şaşırdık kaldık bu işe» derken Yaprak sanki boş mu duruyor? O yine film üstüne film çeviriyor...
Kar ya da zarar... Oyuncu olarak en iyi şekilde rolünü oynamaya devam ediyor. Hayat da bir sahne olduğuna göre!..
Artık siz karar verin sevgili okuyucular,
«Yaprak iyiye mi, kötüye mi gidiyor?»...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zavallı Oya Hep Yatakta

Oya Aydoğan 'ın sinemadaki çizgisi bellidir... Çevirdiği her filmde mutlaka dişiliğini şöyle ya da böyle gösterir ya da göstertirler... İşte, Berhan Şimşek’le birlikte oynadığı son filmi olan “Zavallılar”da da, Oya Aydoğan bir türlü yataktan çıkamadı. Çeşil çeşit zavallılık vardır... İnsan, açlıktan zavallıdır, çaresizlikten zavallıdır, işsizlikten, parasızlıktan, kimsesizlikten zavallıdır... Fakat bizim bilmediğimiz bir başka zavallılık türü daha varmış... Aşk zavallısı... Bunu nerede mi teşhis ettik? Hemen söyleyelim, Oya Aydoğan'ın son çevirdiği filmin setinde... Yapımcı Kemal Dilbaz adına, yönetmen Ümit Efekan tarafından çekilen ve “Zavallılar” ismini taşıyan filmde, Oya Aydoğan, köyden şehre gelip, büyük kentin çarkları arasında kaybolan ve kaderin acımasızlığına karşı koyamayıp, hayalleri yok olan ve sonunda da onun bunun elinde oyuncak olan bir genç kızı canlandırıyor. Bu filmde Oya Aydoğan, yukarıda söylediğimiz gibi tam bir aşk zavallısı... Mekanı ise çoğu ...

Bahar Öztan ''Eski Kocamdan Koca Olmaz'' Dedi

Kendi aralarında nişan takan Bahar Öztan ’ın eski kocası futbolcu Kasım Gündüz ile Hüner Coşkuner ’in ablası Sema Coşkuner, çok yakında bir gazinoda verecekleri bir yemekle bu nişanlarını ilan edecekler. İnsanoğlu ne tuhaf doğrusu... Hele kadınların işlerine akıl sır erdirmek gerçekten güç... Ne zaman ne yapacakları, nerde, ne söyleyecekleri belli olsaydı, kadından canı yanan biri çıkıp da “Allahım kadın varkan, sen neden şeytanı yarattın?” der miydi? Bunu hangi kadın kabul eder bilemeyeceğiz ama Bahar Öztan’a sorarsanız, “erkek milleti”nin şeytanın ta kendisi olduğunu söylüyor. Zaten zamanında yani futbolcu Kasım Gündüz’le evli olduğu günlerin bitiminde de kocasını böyle suçlamış ve onunla beraberken, film çevirmek için İstanbul dışına çıktığı zaman evlerine ucuz kadınları getirdiğini, artık bu hale tahammülü kalmadığını, dolayısıyla bu yüzden ayrıldığını bas bas bağırmıştı... Ayrıldığı kocası Kasım Gündüz, şimdi yeni bir evliliğe soyunuyor... Şarkıcı Hüner Coşkuner’in gerçe...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

DÜNYANIN birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik ’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam ’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İsta...

Bu Gacıya Bir Baro

Çingeneler.. Kendilerine özgü konuşmalarıyla rahat yaşantılarıyla ve özgürlüklerine düşkünlükleriyle yüzyıllardan bu yana gelen toplumunuzun küçük bir parçası, sanatçı ruhlarıyla önlü kompozitörlere ilham kaynağı, yazarlara roman konusu olacak kadar bambaşka bir insan topluluğu olan bu insanların önemi son bir yıldır ülkemizde de hissedilmeye başlandı... Şüphesiz bu önem dünün pavyön şarkıcısı bugünün ünlü assolistl ve çingeneliğini inkar etmeyen Kibariye ile başlayıp başka ''iye'' takısı ile gazino sahnelerinde boy gösteren çingene veya çingene olduğunu iddia eden ses yıldızlarıyla güncelleşti... Ancak düne kadar olduğu halde ''Çingene''liğini inkar eden, aslını söylemekten utanan kişilerin bugün çingene olduğunu iftihar ederek söylemesi toplumun bu özellik sahibi kişilere gösterdiği ilgiyle gelen maddi manevi kazançtı. Ünlü şarkıcıların bile sahnelerde çingene oyun havalarıyla göbek atmaları, sahne gösterilerine özel olarak ''Çingene gö...