Ana içeriğe atla

Tuluğ Çizgen Verdiği Aralar Nedeniyle Pişman

''Aşk Dediğin Nedir ki?" adlı oyundaki rolüyle en iyi yardımcı oyuncu seçilerek ödül kazanan, biri başrol olmak üzere beş film çeviren, onbeş yıllık tiyatro oyuncusu Tuluğ Çizgen bu süre içinde verdiği aralar nedeniyle pişmanlık duyuyor. Bakın neden?..
Sanat dünyasında şöhret olma şansı doğrusu çok değişik boyutlarda gelişiyor... Bir bakıyorsunuz şans kimisine hiçbir sanatsal üretimde bulunmamasına karşın yarattığı sansasyonlarla, kimisine destekler sayesinde sonuna değin kapısını açarken, kimisini de onca yıllık çabaya karşın yıllar sonra o da ancak yavaş yavaş açılıyor. Ama sonuncu yolu yani zor olanı seçenler pek ortalıklarda görünmedikleri için çalışmalarını da ister istemez sessiz sedasız yürütüyorlar. İşte böyle sessiz sedasız çalışan sanatçılardan biri de ''Aşk Dediğin Nedir ki?" adlı oyundaki rolüyle en iyi yardımcı kadın oyuncu seçilerek Avni Dilligil Ödülö’nü kazanan, bugüne değin Seni Seviyorum, Pehlivan, Dağınık Yatak, Körebe gibi filmlerde, halen bir reklamda oynayan ve bu sezon vizyona giren ''Üşütük"de Aydemir Akbaş ile başrolü paylaşarak beş film çeviren, onbeş yıllık tiyatro oyuncusu Tuluğ Çizgen...
Oyunculuğuna şimdi geçmişte kalan evliliği nedeniyle zaman zaman ara verdiğini ancak üç yıldır gerçekten ağırlığını koyabildiğini belirten Tuluğ Çizgen ara vermelerinin kendisine şöhret açısından zarar verdiğini ve bunca yıllık çalışmanın sonunda bu gibi kesintiler olmasaydı çok daha başka yerlerde bulunabileceğini vurguladıktan sonra şöyle konuşuyor:
"Şu anda ömrümün yarısına yakın bir zamanı hep tiyatroda geçti ama verdiğim kesintiler nedeniyle kendi özeleştirimi yaptığımda istediğim sonuca ulaşamadığımı görüyorum. Doğrusu boşa geçen yıllarıma acıyorum, ancak bu maddi değil de manevi bir pişmanlık. Bugün o yılların acısını sinemada ve tiyatroda çıkarmaya çalışıyorum ve bunun için de izlediğim tek yol belirli kalitede olmak koşuluyla her rolü canlandırmak. Bana her ne denli vamp tipin var diyorlarsa da ben böyle bir kısıtlamayı kesinlikle kabul etmiyorum. Öyle ki, şimdiye değin kimi zaman konsomatris rolü oynadığım gibi kimi zaman da bir şoför karısını, Almanya'dan izine gelmiş bir işçi kadını, bir anayı da canlandırdım. Dediğim gibi yapay olmamak koşuluyla her rolde oynayacağım, yani beni her rol için çağırmalılar. Belki azmim sayesinde belirli bir kaybım olsa da bunu en kısa sürede kapatacağım..." (diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....