Ana içeriğe atla

Türkan Şoray ve Yılmaz Güney Sonunda Tanıştılar

Konu aklıma ilk geldiğinde kendi kendime güldüm, başımı sallayıp, «Haydi canım sen del...» dedim. «Olur mu hiç? Yılmaz Güney’le Türkan Şoray'ı bir araya getirmek zorun zoru... işin mi yok senin...» Böyle deyip işi geçiştiririm sandım! Ama konu aklımı parsellemişti bir defa... Dövsen gitmez, sövsen gitmez, kovsan gitmez!... Gönlüm bu işi gerçekleştirmeyi, Kral’la Kraliçe'yi bir araya getirmeyi istiyordu, ama beynim ona karşı çıkıyor:
- «A fakir!» diyordu. «Bunu 3 yıl önce Muzaffer Aslan denedi... İkisiyle tek tek konuşup, 'Sizi bir filimde oynatayım,' dedi, ortaya isim meselesi çıktı, olmadı. Sonra aynı şeyi İrfan Ünal denedi, başaramadı. Peşinden Nami Dilbaz ikisine de filim teklif etti, yine olmadı...»
Gönlümse hiç oralı değildi. «Onlar filim,» diyordu beynime. «Filim dedin mi duracaksın. Bin türlü hesap vardır filim işinde. Sen bir röportaj yapacaksın. Bugüne kadar bir araya gelmeyen, birlikte kemara ve fotoğraf objektifi karşısına çıkmayan, hatta birbirlerini tanımayan Türk sinemasının Kralı'yla Kraliçe'si yan yana gelecek, tanışıp konuşacaklar. İşte, hepsi o kadar...»
Olurdu, olmazdı gözümü kararttım, temasa geçtim. Yılmazla konuştum, Türkan’la konuştum, Yılmaz'la gene, Türkan'la gene konuştum... Hayret... İki taraf da son derece anlayışlı davranmış, «Tabii... Tanışmayı ben de isterim,» demişti. O zaman yer meselesi çıktı ortaya. Önce bir otelin lobisini düşündük, sonra «orada rahat resim çekemeyiz» deyip bundan caydık. Tanışma, Levent’te Kral’la Kraliçe'nin evlerinden birinde olacaktı. «Hangisinde?» diye düşününce, ortaya bir mesele daha çıktı. Prensip olarak ilk ziyareti erkek, kadına yapmalıydı. Buna mukabil Yılmaz Güney mahalleye Türkan Şoray'dan sonra taşınmıştı, yani ilk ziyareti, «hoş geldin ziyareti» ni adete göre Şoray'ın yapması lazımdı. Bu ters durum içinde ilk teklifi Yılmaz Güney’e yaptım: «İkinizle bir röportaj yapmak istiyoruz. SES’in davetlisi olarak Türkan Hanımın evine gelir misin?» dedim. — Kabul etmeseydi, aynı teklifi Türkan Şoray'a tekrarlayacaktım. —
Yılmaz, yormadı beni, «Gelirim ağam,» dedi.
TANIŞMA
Yılmaz Güney, Yeşilköy'de çalışıyordu. Biz önce Türkan Şoray’ın evine gittik. Yılmaz saat 20.30 - 20.45 arasında evine döneceğini söylemişti. Tam 20.45’ te Kraliçe'nin evinden çıktım, iki evin arasındaki yeşil sahayı adımlayıp «Çirkin Kral»ın evine vardım. Yılmaz yeni gelmişti... Birlikte evden çıktık, aynı yeşil sahayı adımlayıp Türkan Şoray'ın evine gittik, zili çaldık.
Kapıyı Türkan Şoray açtı. (İkisi de hem iyi gülerler, hem «sevimli» gülerler, hem kararında gülerler. Baktım, bu defa gülüşleri ölçülüydü). «Buyrun efendim, hoş geldiniz,» dedi. Birlikte içeriye girdik, L şeklindeki salona girince durup Kral'la Kraliçe'yi resmen tanıştırdık. El sıkıştılar, «Memnun olduk» dediler karşılıklı... Sonra hep beraber oturduk koltuklara. Türkan Şoray oturur oturmaz özür diledi.
- «Yılmaz Bey... Komşuyuz ama, şimdiye kadar görüşmek kısmet olmadı. Aslına bakarsanız, size 'Hoş geldin'e gelmemiz lazımdı, ama malum... İş güç, bugün yarın derken bir türlü fırsat olmadı. Kısmet bugünmüş,» dedi.
Yılmaz Güney, «Öyle bacım» diye cevap verdi. «N'apalım... Geç olsun, güç olmasın derler...»
O sırada konuşmaya biz girdik ve bugüne kadar kaç defa karşılaştıklarını sorduk. Yılmaz Güney, «Bazen sabahları işe giderken karşılaşıyoruz,» dedi. Türkan Şoray ekledi:
- «Bir defa bir butikte karşılaşmıştık. Bir defa da ben 'Seninle Ölmek İstiyorum'u çekiyordum. Siz de Lütfi Beyi (L. Akad) ziyarete gelmiştiniz, sette karşılaştık.»
SİNEMA ÜZERİNE «ZİRVE KONFERANSI»
Bir ara konu Türk sinemasına intikal etti, Kral’la Kraliçe sinema üzerine konuşmaya başladılar. Konuya Kral girdi:
- «Türk sinemasında büyük bir şartlandırma var,» dedi. «Sinemamız her yönden şartlanmış. Oyuncu şartlandırması var, tip şartlandırması var, konu şartlandırması var, renkli filim bile kendi şartlandırmasını beraberinde getirdi. Bu şartlandırmanın üstesinden ancak oyuncu gelebilir. Bunu yapmaya mecburuz. Bu, sinemaya karşı borcumuz bizim. Mesela siz Türkan Şoray olarak şartlanmışsınız, Türkan Şoray olarak perdeye bir kalıp getirdiniz. O kalıbı ancak siz kırabilirsiniz.»
Türkan Şoray, «Haklısınız,» dedi... «Dediğiniz gibi... Gerçekten şartlanmışız. Bir filmi muayyen bir zamanda, muayyen bir konuyla, muayyen kalıplar içinde bitirmek gibi bir mecburiyet karşısındayız. Süre de çok az, filimler en geç bir ayda bitiyor.» Yılmaz Güney, Türkan Şoray'ın sözlerini dinledikten sonra «Siz yine şanslısınız,» dedi. Bizim çalıştığımız firmalar sizden çok az süre veriyorlar.»
- «Ama siz de büyük firmalardan kaçıyorsunuz... Birkaç büyük şirketin filim teklifini ret ettiğinizi duydum.»
- «Ben birkaç kişi hariç, 'büyük firma' dediklerimizin sinemaya olumlu bir şey getireceklerine kesinlikle inanmıyorum. O firmalara bu nedenle karşıyım.»
Konuşma dış pazar gereği İle noktalandı. Türk sinemasının ileri gitmesi için ilk şart, dış pazardı. Sonra biz sorduk:
- «Birbirinizin filmini gördünüz mü?»
Ve anlaşıldı ki Türkan Şoray, çok arzu etmesine rağmen, Yılmaz Güney’i beyazperdede seyretmemiş, ancak rejisör ve oyuncu olarak birçok filminin methini duymuştur. Buna mukabil Yılmaz Güney de Türkan Şoray'ın «Ana», «Vesikalı Yarim», «Arım Balım Peteğim» ve daha birkaç filmini görmüştür. O sırada Türkan Şoray, Yılmaz Güney’e «'Umut' un müziği için özel beste yapıldı mı?» diye sordu. «Yapıldı... Arif Erkin yaptı» ve ekledi:
- «Müzik çok mühim...»
«Filim müziği» nden sonra konu «filimdeki konuşmalar» a intikal etti. Yılmaz Güney, Türkan Şoray’a, «İsteseniz, biraz da gayret etseniz siz kendinizi konuşabilirsiniz. Sesiniz çok müsait,» dedi. Türkan Şoray kendisinin de bunu çok arzuladığını söyledi, «Siz filimlerinizde konuşmayı denediniz mi?» diye sordu. Yılmaz güldü:
- «Deniyorum,» dedi. «Mesela bir filim oluyor, di mi? Gidiyorum stüdyoya. Bir kelimelik, iki kelimelik çok çok tek cümlelik diyalog var mesela: 'Merhaba... Naci Bey geldi mi?... Hava çok sıcak' gibi... Onu ben söylüyorum!»
Konuşmaya, burada yine biz giriyoruz:
- «Peki, filimler sesli olarak çekilmeye başlarsa, ne yaparsınız?»
Birbirine 2 - 2,5 metre mesafede duran iki koltuktan iki ses geliyor:
- «O zaman konuşuruz.»
GİDERAYAK..
... Türkan Şoray, Yılmaz Güney’e köpeğini sordu. Yılmaz bir vakit evvel eve kurt köpeği almış. Türkan Şoray birkaç defa camdan bakarken köpeği görmüş, çok beğenmiş (Kendisinin de Mayk adlı bir köpeği vardır). «Son günlerde sesi duyulmuyor, ne oldu?» diye sordu. Yılmaz Güney güldü:
- «Yaramaz bir köpekti bacı,» dedi. «Havlayıp duruyordu. Gelen gidene de engel oluyordu. Zaten aldığımızda kocaman hayvandı. Baktık olmayacak, yanımızdaki evleri filan rahatsız edeceğiz. Aldığımız yere verdik gitti.»
Sonra Yılmaz Güney bir anısını anlattı. «1959 yılında galiba 'Yengem' diye bir filim çevrilecekti, ben de o filmin rejisör asistanlığını yapacaktım,» dedi. «Bir gün yazıhaneye uğradım. Siz o zamanlar sinemada yeniydiniz... Bana sizden bahsettiler. 'İstikbali çok parlak' dediler... O vakit nere, şimdi nere.»
Saatler su gibi akıp gitmişti. Sonunda Kraliçe, Kral’ı dış kapıya kadar uğurladı, «Güle güle... En kısa zamanda ziyaretinize gelmek istiyoruz. Hanımefendiye hürmetlerimi bildirin lütfen,» dedi.
Türkan Şoray'a orada, SES'in davetini kabul edip gelen Yılmaz Güney’e de yeşil sahayı son defa adımlarken teşekkür ettik. Dönerken bu işin gerçekleştiğine hala inanamıyordum.

Röportajı mecmuada görünceye kadar da inanamayacağım galiba!...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sevda Ferdağ'ın Gerçekleşmeyen Nikahı

BU hafta sonunda Sevda Ferdağ cephesinde olaylar yıldırım hızıyla gelişti, haberler birbirini kovaladı, söylentiler alıp yürüdü gerçekle yalan seçilmez oldu ve belki de Sevda Ferdağ hayatının en hızlı 72 saatini bu süre içinde yaşadı. Tamer Yiğit'ten ayrıldıktan sonra bir zamanların ünlü kalecisi Şükrü Ersoy'la evlenme hazırlığına girişti, her şey — nikah tarihi saatine varıncayadek — belli oldu ve tam nikah günü Sevda nikah masasına oturmaktan vaz geçti, o caydıktan biraz sonra annesi Ayşin hanım onu evlatlıktan reddetti. Sevda da evini terkedip Çınar Oteli'ne taşındı. Bunların hepsi, ama hepsi topu topu bir 72 saatin içine sıkışınca olanlar biz gazetecilere oldu. Bu hızlı trafik içinde Sevda Ferdağ’la karşı karşıya gelebilmek için akla gelecek, gelmiyecek her yola başvurduk, bütün köprü başlarını, nirengi noktalarını tuttuk ve sonunda geçen hafta çarşamba gününden itibaren takip ettiğimiz bu olayın başrolünü oynayan Sevda Ferdağ’la, Divan Oteli’nde, Kuaför Demir’in s...

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....

Hülya Avşar Dostluğu Anlattı

Nükhet kalabalık sinema salonundan çıkarken iki saattir kapalı bir yerde kalmanın sıkıntısını hissetti içinde. Ama sonra güzel bir film seyretmenin mutluluğu her şeyi aldı götürdü. Dışarıda hafiften yağmur yağıyordu. Kıştan kalan bir gün bu bahar havasını alıp götürmüş, yerini serin, yağmurlu, kapalı bir güne bırakmıştı. Caddenin kalabalığına, otomobillerin oradan oraya koşuşturmalarına baktı. İçinde milyonlarca insanı barındıran bir şehirde yaşamdan bir kesit diye düşündü. Sonra düşünceleri o insanların üzerinde yoğunlaştı... Sevgiyle baktı herbirinin yüzüne ayrı ayrı. Yaşam, insanlar, içinde bulunduğu ortam, her şey güzeldi aslında. Ama bu bir bakış açısı değil miydi? İnsan nasıl bakarsa öyle görmez miydi çevresini, öyle algılamaz mıydı çevresindeki olayları? Başını kaydırdı, gökyüzüne baktı. Serin yağmur damlaları yüzüne damladı, üşüdü, başını eğdi. Sonra bu hareketi caddenin tam ortasında yaptığını farketti. Kendi kendine güldü. Önündeki yol uzundu. Hızlanan yağmurla bi...

Zafir Seba Bir Yuvarlakla Ayıbını Kapatacak

“ Bugüne değin hep çıplaktım, zaten şöhretimi de soyunmama borçluyum. Ama bu ne zamana kadar sürer, orası meçhul. İşte ben de bu meçhulün kurbanı olmamak ve sahnelerde kalıcı olabilmek için yepyeni bir karar aldım. Yapacağım uzunçalarla sadece çıplak olmadığımı, sanatçılık yönümün de bulunduğunu kanıtlayacağım. Tüm şöhretimin yarattığı çıplaklık imajını bu uzunçalarla başka yönlere çekeceğim gibi ayıbımı da böylece bir yuvarlak plakla kapatmış olacağım.” Evet, yakında dolduracağı bir uzunçalarla geçmişine bir anlamda set çekeceğini açıklayan Zafir Seba söylüyor bu sözleri. Hani şu gerek sahnede, gerekse fotoğraflarında daima çıplak olarak görülen ve bu nedenle de normal bir giysi ile görsek “Aaa bu o mu acaba?” diyeceğimiz çıplak şarkıcı. Çünkü kendisi şimdiye kadar dikkatleri üstüne vücudunu hiç çekinmeksizin sereserpe gözler önüne sererek çekmiş, halen de öyle sürdürmekte. Ama bundan böyle çıplaklığın uzun ömürlü olamayacağını, bir yandan yaşının geçtiğini, bir yandan da soyunma...