Ana içeriğe atla

Ergun Köknar 1 Koltukta 4 Karpuz

Ergun Köknar Türk sinema ve tiyatro dünyasının «en büyük» aktörlerinden biridir. Büyüktür, çünkü 140 kiloluk kocaman bir vücuda sahiptir! Büyüktür; zira, bir değil, iki değil, üç değil tam dört işi bir arada yürütür. Gün gelir ona bir filim setinde rastlarız. Sinema seyircilerine, «Yerin dibine batsın bu adam ! dedirtecek' bir «kötü - adam» rolündedir. Gün gelir bir başka sette «kötü - adamlar» a, kötü adamlığın nasıl oynanacağını öğreten bir rejisör asistanı olur... Gün gelir. Şehir Tiyatrolarının asırlık sahnelerinde seyircileri ağlatır veya güldürür. Gün gelir, sahneye piyesler koyar. Yani tiyatro rejisörlüğü yapar. Eğer bütün bu işlerden vakti kalırsa mimari proje yarışmalarına katılır, fotoğraf çeker, müzik «odası» yapmaya kalkar dublaj ve radyofonik temsillere çıkar, oruç tutmaya karar verir; ve bol bol yer, içer... Akşamları bir ufak şişe rakıyı yuvarlamadan yapamaz.
Ergun Köknar, «babadan tiyatrocu» olarak doğmuştur. Oarülbedayiin meşhur «Said» i, Ergun'un babasıdır. Ergun, daha dört aylık bir bebekken (o zaman da çok iriymiş) rejisörlüğünü Muhsin Ertuğrul'un yaptığı «Bataklı Damın Kızı Aysel» filminde figüran olarak kameranın karşısına çıkmıştı.
Ergun Köknar, yerli tiyatro ve sinema aleminin en «renkli» sinemalarından biridir. Evin de karşılıklı konuşuyoruz. Samimi, espri dolu bir sanatçı:
- «Beni sokakta görenler kasap filan sanır.» diyor. «Bu vücudu ben kendim istemedim, babadan miras kaldı. Doğduğum zaman da fazlasıyle gürbüzmüşüm. Galatasaray Lisesi’nde okurken, teneffüs zili çalınca herkes sınıftan çıkar, ben yerimden kalkamaz, kalırdım. Öğretmen tutar, kaldırırdı. O gün de, bu gün de zaman zaman perhiz yapmaya heveslenirim. Ama olmuyor. Bazen karıma, dostlarıma söz veririm: 'Artık perhize giriyorum' derim. Fakat dayanamam. Hem perhiz yemeğini yerim, hem de perhizden önceki gıdalarımı alırım. Dayanamadığını tek şey yemek, içmektir benim.»
Ergun Köknar, kendisi gibi çok sempatik bir tiyatro oyuncusu olan Suna Pekuysal ile evli...
- «Suna, sahiden uysal bir kadındır... Bana eşlik ettiği yetmiyormuş gibi annelik de yapar. Ben ondan izin almadan bir işe girişmem. Muhakkak fikrini alırım,» diyor ve «hayat hikayesini» şöylece özetleyiveriyor:
- 1934 yılının 23 nisanında, tam bayram günü toplar atılırken, Vefa'da Tirendaz sokağında doğdum. On yaşıma bastığım gün babam Sait Köknar öldü. Kasımpaşa ilkokulunda okuyordum. Galatasaray ve Teknik Üniversite Mimarlık Bölümü'nde okumama Muhsin Beyle, Vasfi Rıza Bey yardım ettiler. Muhsin Bey, benim aktör olmamı istemiyordu. Üniversiteyi bitirip Şehir Tiyatrosu'na gittiğim zaman beni tiyatroya almadı: 'Senin çok güzel bir mesleğin var. Mimarlık yap' diyerek geri gönderdi. Ben, fakültedeyken Genç Oyuncular topluluğu ile meşhur Erdek Tiyatro festivallerini tertipler, dekorları sırtımda taşır, tiyatro «havarisi» gibi çalışırdım. Baktım ki Muhsin Bey beni Şehir Tiyatrosuna almıyor, ben Arena Tiyatrosu'nda, Asaf Çiyiltepe, Çetin İpekkaya, Ege Ernard, Genco Erkal ve diğer arkadaşlarla «Ubü» oyunuyla profesyonel sahneye ayak bastım. «Übü» de beni çok beğendiler. Arkadan «Aslan Asker Şvayk», «Başkalarının Kellesi», «Kayıp Mektup» geldi... Arena'daki başarımı Muhsin Bey de duymuştu... Tekrar kendisine baş vurduğum zaman: «Günah benden gitti, madem bu kadar çok seviyor ve başarı kazanıyorsun, öyleyse gel tiyatroya...» dedi ve böylece Şehir Tiyatrosu'na girdim. Bu arada Oraloğlu'nda «Lady Chatterlay» i sahneye koydum, «Çatıdaki Çatlak» da Suna ile karşılıklı oynadık.»
Ergun Köknar «tiyatro» için «baba mesleği» olduğu için ayrıca seviyorum diyor ve sözlerine şöyle devam ediyor:
- «Kendimi bir çeşit bayrak yarışı yapıyorum sanıyorum. Babamın bana verdiği «meşale» yi şimdi ben koşturuyorum. Karı - koca aynı meslekteyiz. Suna da benim gibi, tiyatro, sinema, dublaj ve radyo piyeslerinde, skeçlerde çalışıyor. Ben, ayrıca, tiyatro ve sinema rejisörlüğü üzerinde çalışıyorum. Bazen evde birbirimizi görmediğimiz oluyor. Ben uyurken Suna işe gidiyor, veya ben çalışırken o uyuyor. Çok zaman, aynı evde olduğumuz halde mektupla anlaşıyoruz. Mesela bugün stüdyoda dublaj var, ondan sonra radyoda piyes... Daha sonra filim setinde hem oynayacağım, hem de reii asistanlığı yapacağım. Gece de «Othello» nun genel provasını yaptıracağım.»

Ergun Köknar, bunları anlatırken kalkıyor, sinema tiyatro üzerine yazılmış kitaplar, albümler getiriyor, bir yandan çift hoparlörlü, 7.500 lira sarfettiği «pikap tertibatı» nı çalıştırıyor, evinin kendi eliyle yaptığı «lambri» lerini gösteriyor, planlarını çizip yaptırdığı yemek odası takımı üzerinde izi hat veriyor. Ergun Köknar'ın güzel sanatların hemen hepsi üzerinde derin bir bilgisi var. Bunun için, konuşmaya doyamıyor insan. Çünkü konuştukça tatlı bir sürprizle karşılaşıyor, içiniz takdir duygularıyle dolup taşıyor. Yahya Kemal için «O şişman vücutta son derece duygulu bir ruh vardır» derlerdi. Ergun Köknar için de bu tarif tam yerine oturuyor...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zafir Seba Bir Yuvarlakla Ayıbını Kapatacak

“ Bugüne değin hep çıplaktım, zaten şöhretimi de soyunmama borçluyum. Ama bu ne zamana kadar sürer, orası meçhul. İşte ben de bu meçhulün kurbanı olmamak ve sahnelerde kalıcı olabilmek için yepyeni bir karar aldım. Yapacağım uzunçalarla sadece çıplak olmadığımı, sanatçılık yönümün de bulunduğunu kanıtlayacağım. Tüm şöhretimin yarattığı çıplaklık imajını bu uzunçalarla başka yönlere çekeceğim gibi ayıbımı da böylece bir yuvarlak plakla kapatmış olacağım.” Evet, yakında dolduracağı bir uzunçalarla geçmişine bir anlamda set çekeceğini açıklayan Zafir Seba söylüyor bu sözleri. Hani şu gerek sahnede, gerekse fotoğraflarında daima çıplak olarak görülen ve bu nedenle de normal bir giysi ile görsek “Aaa bu o mu acaba?” diyeceğimiz çıplak şarkıcı. Çünkü kendisi şimdiye kadar dikkatleri üstüne vücudunu hiç çekinmeksizin sereserpe gözler önüne sererek çekmiş, halen de öyle sürdürmekte. Ama bundan böyle çıplaklığın uzun ömürlü olamayacağını, bir yandan yaşının geçtiğini, bir yandan da soyunma...

Hülya Avşar Dostluğu Anlattı

Nükhet kalabalık sinema salonundan çıkarken iki saattir kapalı bir yerde kalmanın sıkıntısını hissetti içinde. Ama sonra güzel bir film seyretmenin mutluluğu her şeyi aldı götürdü. Dışarıda hafiften yağmur yağıyordu. Kıştan kalan bir gün bu bahar havasını alıp götürmüş, yerini serin, yağmurlu, kapalı bir güne bırakmıştı. Caddenin kalabalığına, otomobillerin oradan oraya koşuşturmalarına baktı. İçinde milyonlarca insanı barındıran bir şehirde yaşamdan bir kesit diye düşündü. Sonra düşünceleri o insanların üzerinde yoğunlaştı... Sevgiyle baktı herbirinin yüzüne ayrı ayrı. Yaşam, insanlar, içinde bulunduğu ortam, her şey güzeldi aslında. Ama bu bir bakış açısı değil miydi? İnsan nasıl bakarsa öyle görmez miydi çevresini, öyle algılamaz mıydı çevresindeki olayları? Başını kaydırdı, gökyüzüne baktı. Serin yağmur damlaları yüzüne damladı, üşüdü, başını eğdi. Sonra bu hareketi caddenin tam ortasında yaptığını farketti. Kendi kendine güldü. Önündeki yol uzundu. Hızlanan yağmurla bi...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Bu Gacıya Bir Baro

Çingeneler.. Kendilerine özgü konuşmalarıyla rahat yaşantılarıyla ve özgürlüklerine düşkünlükleriyle yüzyıllardan bu yana gelen toplumunuzun küçük bir parçası, sanatçı ruhlarıyla önlü kompozitörlere ilham kaynağı, yazarlara roman konusu olacak kadar bambaşka bir insan topluluğu olan bu insanların önemi son bir yıldır ülkemizde de hissedilmeye başlandı... Şüphesiz bu önem dünün pavyön şarkıcısı bugünün ünlü assolistl ve çingeneliğini inkar etmeyen Kibariye ile başlayıp başka ''iye'' takısı ile gazino sahnelerinde boy gösteren çingene veya çingene olduğunu iddia eden ses yıldızlarıyla güncelleşti... Ancak düne kadar olduğu halde ''Çingene''liğini inkar eden, aslını söylemekten utanan kişilerin bugün çingene olduğunu iftihar ederek söylemesi toplumun bu özellik sahibi kişilere gösterdiği ilgiyle gelen maddi manevi kazançtı. Ünlü şarkıcıların bile sahnelerde çingene oyun havalarıyla göbek atmaları, sahne gösterilerine özel olarak ''Çingene gö...

Emel Sayın'ı Yeliz Mi Ayırdı?

Güneşli ve sıcak bir mayıs sabahı Suadiye'nin Şendurak Sokağında bulunan 16 numaralı apartmanın 8'nci dairesinin zilini çaldık... Basında çıkan yazılar ve ortalıkta dolaşan söylentilere göre Emel Sayın ile Selçuk Aslan'ın ayrılmaları an meselesiydi... Gerekçe olarak da Yeliz gösteriliyor ve deniliyordu ki: «Selçuk'la Yeliz arasında büyük bir aşk var»... SES Dergisi her olayda olduğu gibi, bu olayda da meselenin gerçek yüzünü verebilmek için bir süre bekledi ve sonunda Emel Sayın’ın kapısını çaldı... Zil sesinden kısa bir süre sonra, kapı açıldı. Pek çok kişinin «Emel Sayın çok perişan... Evinden dışarı adım atmıyor...» dediği Emel Sayın karşımızda duruyordu: «Hoşgeldiniz... Buyurun, içeri girin lütfen...» Henüz sabahın erken saatleri olmasına rağmen farklı görünüyordu Emel Sayın... Gülüyordu... Sabah kahvaltısını çoktan yapmış, erken kalkan kişilere öz bir rahatlıkla çivin içinde dolaşıyordu. Pek çok sanatçının yataklarından ancak öğleden sonra kalktıklarını ...