Ana içeriğe atla

Zeki Müren'in Babası Öldü

Saat sabahın 05'ini tam 10 dakika geçiyor. Bursa’da Çelik Palas Otelinin 210 numaralı lüks dairesinin telefonu iki defa çaldı. Uykusuzluktan ve ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözleriyle Zeki Müren ahizeyi eline aldı: «Alo... Ben Zeki efendim... Buyurun...»
Telefonun öbür ucundaki şahıs Zeki Müren'in teyzesinin kızının kocasıydı: «Zekiciğim, Allah sana uzun ömürler versin, baban az önce...»
Zeki Müren’in telefonu kapatmasıyle konuşma burada kesildi ve odayı bir anda, «Babacığım... Babacığım... Benim bir tanecik babacığım... Allahım ben bugünleri de mi görecektim?.. Şimdi nasıl yaşayacağım ben...» diye feryatlar, hıçkırıklar doldurdu.
«Kara haber tez yayılır» derler, iki saat sonra 62 yaşındaki Kaya Müren'in ölümünü bütün Türkiye duymuştu. Artık, Çelik Palas Oteline telefon, telgraf yağıyordu. 67 vilayetin telefon, telgraf hatları Bursa’ya bağlanmıştı sanki. Posta müvezzilerinin biri gidiyor, biri geliyordu. Telefonlar bir saniye olsun kapalı kalmıyordu. Civar vilayetlerden de. başsağlığına gelenler vardı.
Kaya Müren Bursa'nın en çok sevilen ve sayılan simalarından birisi idi. Bütün BursalIların O’nun hakkındaki kanaatleri şöyleydi: «Dünyanın en efendi insanı. Karıncayı bile İncitmez.» Gerçekten de bizim tanıdığımız kadarıyle bu zamanda az bulunur cinsten bir İnsandı Kaya Müren. Rind adamdı. Türk musikisini çok severdi. Her akşam içtiği bir, iki kadeh rakıdan sonra pikaba oğlunun plaklarını koyar, saatlerce dinlerdi. Bundan yedi yıl önce ayağını kırmış, aylarca hastanede yatmıştı. Sonra doktorların teşhislerine göre, kemikleri zayıflamış, bundan bir yıl kadar önce de kalça kemiğini kırmıştı, işte o günden sonra bir daha kendisini toplayamamış, hastalıklar birbiri ardından çullanmıştı Kaya Müren’in üzerine.
Ölümünden dört gün önce Zeki Müren’in hastaneyi ziyaretinde baba - oğul tam üç saat başbaşa kalmışlardı. Zeki Müren babasını teselli edeceği yerde, Kaya Müren oğlunu teselli etmiş: «Oğlum ölüm hepimiz için mukadder. Ölüm için üzülmeye değmez. Ölümden korkmamalı. Tanrı’nın İlahi bir nizamıdır ölüm.» demişti. Ertesi gün ise Kaya Müren, kendisini kaybederek komaya girmiş, öldüğü ana kadar ne konuşabilmiş, ne de konuşulanları anlayabilmişti. Ve Zeki Müren'in hafızasında yaşayacak, ona daima babasını hatırlatacak sözler şunlardı artık: «Tanrı’nın İlahi bir nizamıdır ölüm.»
Cenaze töreni bütün Bursa'yı ayağa kaldırdı. Yedisinden yetmişine kadar bütün Bursa'yı.. Tarihi Bursa belki de böylesine bir cenaze törenini Osmanlı padişahlarına, şehzadelerine bile yapmamıştı. Kaya Müren'in tabutu Ulu Caminin musalla taşına konduğu zaman koskoca avluda bir milimetre karelik boş yer kalmadığı gibi, caminin dışı da dolmuştu. Bu yüzden Zeki Müren camiye girip öğle namazını kılamadı, polislerin yardımıyle ancak cenaze namazında bulunabildi. Caminin avlusu çelenklerle donatılmıştı. İstanbul'dan, Ankara'dan, İzmir'den kamyon kamyon çelenk gelmişti. Bursa'da çiçek kalmadığı için bazı çelenkler kır çiçeklerinden yapılmıştı.

Tabut Ulu Cami'den çıkıp Emir Sultan Mezarlığına doğru ağır ağır ilerlerken bütün Bursa caddenin iki kenarına sıralanmış, sıcak, samimi gözyaşları döküyordu. Kaya Müren’in efendiliğine, insanlığına ağlıyorlardı. Kalabalıktan dükkanların çoğu kapanmıştı. Kaya Müren Emir Sultan Mezarlığında yeşil Bursa Ovasını kuş bakışı gören bir mezara gömülürken, Zeki Müren’in göz yaşları bitmişti artık. Ağlayamıyordu. Gözleri mezarın içine uzatılan babasının bembeyaz kefenine takılıp kalmıştı. Yalnız dudakları oynuyordu. Ama aklından ne geçiyordu, o anda yüzünden anlamaya imkan yoktu. Babasının üzerine ilk toprağı atarken herhalde «Üzülme oğlum, Tanrı’nın iliahi bir nizamıdır ölüm.» sözlerini düşünüyor olmalıydı...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zafir Seba Bir Yuvarlakla Ayıbını Kapatacak

“ Bugüne değin hep çıplaktım, zaten şöhretimi de soyunmama borçluyum. Ama bu ne zamana kadar sürer, orası meçhul. İşte ben de bu meçhulün kurbanı olmamak ve sahnelerde kalıcı olabilmek için yepyeni bir karar aldım. Yapacağım uzunçalarla sadece çıplak olmadığımı, sanatçılık yönümün de bulunduğunu kanıtlayacağım. Tüm şöhretimin yarattığı çıplaklık imajını bu uzunçalarla başka yönlere çekeceğim gibi ayıbımı da böylece bir yuvarlak plakla kapatmış olacağım.” Evet, yakında dolduracağı bir uzunçalarla geçmişine bir anlamda set çekeceğini açıklayan Zafir Seba söylüyor bu sözleri. Hani şu gerek sahnede, gerekse fotoğraflarında daima çıplak olarak görülen ve bu nedenle de normal bir giysi ile görsek “Aaa bu o mu acaba?” diyeceğimiz çıplak şarkıcı. Çünkü kendisi şimdiye kadar dikkatleri üstüne vücudunu hiç çekinmeksizin sereserpe gözler önüne sererek çekmiş, halen de öyle sürdürmekte. Ama bundan böyle çıplaklığın uzun ömürlü olamayacağını, bir yandan yaşının geçtiğini, bir yandan da soyunma...

Hülya Avşar Dostluğu Anlattı

Nükhet kalabalık sinema salonundan çıkarken iki saattir kapalı bir yerde kalmanın sıkıntısını hissetti içinde. Ama sonra güzel bir film seyretmenin mutluluğu her şeyi aldı götürdü. Dışarıda hafiften yağmur yağıyordu. Kıştan kalan bir gün bu bahar havasını alıp götürmüş, yerini serin, yağmurlu, kapalı bir güne bırakmıştı. Caddenin kalabalığına, otomobillerin oradan oraya koşuşturmalarına baktı. İçinde milyonlarca insanı barındıran bir şehirde yaşamdan bir kesit diye düşündü. Sonra düşünceleri o insanların üzerinde yoğunlaştı... Sevgiyle baktı herbirinin yüzüne ayrı ayrı. Yaşam, insanlar, içinde bulunduğu ortam, her şey güzeldi aslında. Ama bu bir bakış açısı değil miydi? İnsan nasıl bakarsa öyle görmez miydi çevresini, öyle algılamaz mıydı çevresindeki olayları? Başını kaydırdı, gökyüzüne baktı. Serin yağmur damlaları yüzüne damladı, üşüdü, başını eğdi. Sonra bu hareketi caddenin tam ortasında yaptığını farketti. Kendi kendine güldü. Önündeki yol uzundu. Hızlanan yağmurla bi...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Bu Gacıya Bir Baro

Çingeneler.. Kendilerine özgü konuşmalarıyla rahat yaşantılarıyla ve özgürlüklerine düşkünlükleriyle yüzyıllardan bu yana gelen toplumunuzun küçük bir parçası, sanatçı ruhlarıyla önlü kompozitörlere ilham kaynağı, yazarlara roman konusu olacak kadar bambaşka bir insan topluluğu olan bu insanların önemi son bir yıldır ülkemizde de hissedilmeye başlandı... Şüphesiz bu önem dünün pavyön şarkıcısı bugünün ünlü assolistl ve çingeneliğini inkar etmeyen Kibariye ile başlayıp başka ''iye'' takısı ile gazino sahnelerinde boy gösteren çingene veya çingene olduğunu iddia eden ses yıldızlarıyla güncelleşti... Ancak düne kadar olduğu halde ''Çingene''liğini inkar eden, aslını söylemekten utanan kişilerin bugün çingene olduğunu iftihar ederek söylemesi toplumun bu özellik sahibi kişilere gösterdiği ilgiyle gelen maddi manevi kazançtı. Ünlü şarkıcıların bile sahnelerde çingene oyun havalarıyla göbek atmaları, sahne gösterilerine özel olarak ''Çingene gö...

Emel Sayın'ı Yeliz Mi Ayırdı?

Güneşli ve sıcak bir mayıs sabahı Suadiye'nin Şendurak Sokağında bulunan 16 numaralı apartmanın 8'nci dairesinin zilini çaldık... Basında çıkan yazılar ve ortalıkta dolaşan söylentilere göre Emel Sayın ile Selçuk Aslan'ın ayrılmaları an meselesiydi... Gerekçe olarak da Yeliz gösteriliyor ve deniliyordu ki: «Selçuk'la Yeliz arasında büyük bir aşk var»... SES Dergisi her olayda olduğu gibi, bu olayda da meselenin gerçek yüzünü verebilmek için bir süre bekledi ve sonunda Emel Sayın’ın kapısını çaldı... Zil sesinden kısa bir süre sonra, kapı açıldı. Pek çok kişinin «Emel Sayın çok perişan... Evinden dışarı adım atmıyor...» dediği Emel Sayın karşımızda duruyordu: «Hoşgeldiniz... Buyurun, içeri girin lütfen...» Henüz sabahın erken saatleri olmasına rağmen farklı görünüyordu Emel Sayın... Gülüyordu... Sabah kahvaltısını çoktan yapmış, erken kalkan kişilere öz bir rahatlıkla çivin içinde dolaşıyordu. Pek çok sanatçının yataklarından ancak öğleden sonra kalktıklarını ...