Ana içeriğe atla

Julie Christie ve Warren Beatty Aynı Filmde

Sokaktaki adam günümüzün aşklarında ne on altıncı yüzyıl romantizmini, ne de on sekizinci yüzyılın sadakat ve vefasını arıyor, ama gene de özellikle sinema yıldızlarının gönül serüvenlerine pek akıl sır erdiremiyor. «Sokaktaki Adam» bunda haklı tabiî. Öyle ya, her Allah’ın günü gazeteler ünlü yıldızlar arasındaki flört, aşk, ayrılık, barışma haberleriyle dolu. Peki bunların hangisi gerçek, hangisi az gerçek, hangisi yakıştırma, hangisi hayal mahsulüdür. Bu sorunun cevabı tek kelimeyle verilemez, ama sinema aşklarının çoğunun «çevrilmekte olan bir filmin reklamıyla» çok yakından ilgili olduğunu söylemek herhalde pek yanlış da olmaz. Filmin başrolünde oynayan iki artistin seviştikleri el altından yayılınca artık herkes o aşkla ve dolayısıyla o filimle ilgilenmeye başlar. Filim bitince aşk da biter tabii. Ama bir de bunun tam tersi vardır. Birçok filimci de, yaptığı filimin başrolünde aşkları sinema çevrelerinde dal budak salmış şöhretleri oynatmayı tercih eder. Gayeleri malum, hem filmin müthiş reklamı yapılacak, hem de iki sevgili, kamera karşısında birbirlerine, tıpkı özel hayatlarında yaptıkları gibi tatlı aşk cümleleri fısıldarken, dünya da ayağa kalkacak.
İşte böyle bir filmin çekimine geçtiğimiz haftalarda Hollywood’da başlandı. Sinema çevrelerinde hep bu filim konuşuluyor, dünyanın sayılı sinema dergileri durmadan bu filimin set röportajlarını yayınlıyor. Filmin ismi «Kilisenin Kiracısı». Başrolleri de sinema dünyasının Romeo - Juliette’i Warren Beaty ile Julis Christie paylaşıyor.
Doğrusu bu ya filimciler iki yıldızı aynı filimde oynatmak için hayli sıkıntılı günler yaşadılar. Nedense 3 yıldan beri biribirierinden ayrılmayan, adlan daima beraber yazılan Warren Beatty ile Julie Christie aynı filimde kamera karşısına çıkmaya, hele hele filimde birbirlerini seven iki insan olarak görünmeye pek hevesli görülmüyorlardı. «Niçin?» diye sorulduğu zaman da sanki ağız birliği etmişlercesine, «Bizim aşkımız reklam uğruna yaratılan balon aşklardan değildir, bir gerçek aşktır,» diyorlardı. «Biz biribirimizi delice seviyoruz. Sevgimizin afişe edilmesinden de nefret ediyoruz.»
Diyeceksiniz ki «Biribirlerini bu derece sevdikleri halde niçin evlenmiyorlar?» Zihninizde şekillenen bu soru pek çok gazetecinin de aklına geldi tabii. Sordular. Warren, Julie’si ile evlenmeye dünden razıydı, ama Julie evinin kadını olmayı, isminin sonuna Beatty kelimesini eklemeyi istemiyordu. Konu açıldığı zaman verdiği cevap hep aynıydı: «Evlilik büyük aşkları öldürür! Beni ayakta tutan ise böylesine büyük aşklardır. İşte bu yüzden Warren’Ie evlenmiyorum, onu kaybetmek pahasına da olsa evlenmeyeceğim.»
Warren Beatty ile Julie Christie’nin gönlüne ilk aşk kıvılcımları bundan 3 yıl kadar önce düşmüştü. Julie «Petulia» adlı filmi çeviriyordu o sırada. Haber duyulduğu zaman çok kişi gülüp geçti, omuz silkerek. «Warren yine bir çiçekte bal arıyor!» dedi. Ama günler biri- birini kovalayınca bunun bir reklam askı, bir balon aşk olmadığı anlaşıldı. Bunun üzerine herkes bu aşkı «Filim boyu aşk» olarak niteledi. Warren Beatty daldan dala konan uçarı çapkının biriydi. Joan Collirts, Natalie Wood, Leslie Caron gibi birçok şöhreti kendine bağlamış, amacına ulaştıktan sonra hemen başka maceralar peşine düşmüştü. Bu defa da öyle olacak, filim bitince Beatty başka şöhretler peşinde koşarken. Christie de eski sevgilisi Don Pessant’a dönecekti. Ama tahminlerin hiç biri tutmadı. Filim bitti, ask bitmedi, aksine her geçen gün daha da artarak devam etti. Beatty, Christie’ye gerçekten büyük değer verdiğini göstermek için elinden geleni yapıyor, «Ayrılıyorlar» şeklinde çıkan haberlere sinirlenip. «Julie kimseye benzemiyor, onun yeri başka,» diyordu.
3 yıllık aşk ilk defa üç ay kadar önce büyük bir sarsıntı geçirdi. VVarren Beatty geçen yılın Oscarzedesi Goldie Hown'la birlikte filim çevirmeye başlayınca hemen ikisinin flört ettiklerine dair haberler çıktı. Tabii bu haberlerde Beatty'nin Christie'den ayrıldığına da büyük yer verildi. Bu haberler Warren Beatty’yi bir kere daha çileden çıkarıyor, beyanatlarında «Benim kimi sevdiğim biliniyor. Bu reklam aşklarından bıktım usandım artık!» diyordu.
Sonunda gerçek anlaşıldı «S» isimli filim biter bitmez Warren Beatty, Goldie Hown ile ilgili dedikodular da birden kesildi. Peşinden dünya sinemasının en yüksek ücreti alan yıldızları arasında adları geçen iki aşık (Beatty ile Christie) «Kilisenin Kiracısı» adlı filimde kamera karşısına geçtiler.

Geçen yıl M.A.S.H. adlı filimle büyük başarı kazanan rejisör Robert Altman'ın çevirdiği bu filimde Beatty bir birahane ve genel ev işleten bir çapkın, Christie ise büyük emeller peşinde koşan bir genel ev kadını olarak seyirci karşısına çıkıyor. Tabii filimde birbirlerine aşık oluyorlar. Daha doğrusu şöyle diyelim: Gerçek hayatlarındaki aşklarını perdede de devam ettiriyorlar ve böylece Warren Beatty de şikayet ettiği reklam aşklarından kurtulmuş oluyor...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...