Ana içeriğe atla

Tuncel Kurtiz'in Yeni Kararı

1936'da doğan Tuncel Kurtiz, kamera karşısına çıkmak için tam 28 sene beklemiş ve nihayet 1964'te emeline nail olmuş. «Şeytanın Uşakları» ilk filmi... Sema Özcan da ilk defa o filimle sinemaya geçmiş.
- «O günden bu yana 3 yıl geçti» diyor Tuncel Kurtiz. «Önceleri tiyatroyla sinemayı bir arada yürütmeye çalıştım. Sonra, her halde daha yeni olduğum için sinema cazip geldi, tiyatroyu bıraktım. Ama sinemanın durumu malum... İlk heyecanım geçtikten sonra anladım ki karakter oyuncusu olarak sinemada kalmak imkansız... Şu bakımdan imkansız: Ya size teklif edilen her rolü kabul edeceksiniz, ya da ek bir işiniz olacak. Serde tiyatroculuk da var. Ben de kararımı verdim. Bundan sonra kışın 1, yazın da en çok 4 filimde oynayacağım.»
Tuncel Kurtiz bu kararı vermiş işte. 'Kışın tiyatro, yazın sinema' diyor.
- «Peki, bir tiyatroyla anlaştınız mı?»
- «Sahi, bakın onu düşünmedim. Daha hiç bir tiyatro ile konuşmadım. Ben oturmuş kendi kendime gelin-güvey olmuşum. Ya bir tiyatronun kadrosuna giremezsem...»
Yürüye yürüye Taksim'e gelmiştik. Tuncel Kurtiz birden anıtın etrafındaki seyyar satıcıları gördü.
- «Şurlara bakın şunlara» dedi. «Sermaye istemez, ihtisas istemez. Tiyatroda iş bulamazsam ben de seyyar satıcılık yapar, geçinir giderim.»
Ama, içinde 'Acaba yapabilir miyim?' endişesi vardı. Onun için:
- «Gelin, bir deneyelim. Bakalım yapabilecek miyim?» diye söylendi ve bizi oraya sürükledi. Onu görenler tanımışlardı:
- «Me'raba Tuncel 'abi'.»
'Hudutların Kanunu'nda nasıl kavga etmiştin?»
Tuncel onlara ricasını anlattı. Bütün seyyar satıcılar «tablalarını» ona vermeye razı oldular. Tuncel de başladı satışa... Önce kaynamış mısır sattı, sonra gazete... Taksim meydanında meşhur bir artistin seyyar satıcılık yaptığını görenler «filim çevriliyor» zannıyle etrafta kamera arıyorlar, göremeyince de merakla birbirlerinin yüzüne bakıyorlardı. Müvezzi çocuktan aldığı gazete tomarını on dakika içinde bitiren Tuncel, seyyar arabasında limonata satan adamın yerine geçti. Limonata satışında pek muvaffak olamadı ve meşrubatçılıktan «lahmacunculuğa» terfi etti. Kalın sesiyle:
- «Lahmacuun... Meşhur lahmacun geldiii... Neşeliii!» diye bağırdıkça etrafına toplanan kalabalık arttı. Tuncel baktı ki, etrafına toplanan kalabalıkta bir tek alıcı yok, 'iş başa düştü' diye düşünerek bir lahmacun aldı ve malını methederek yemeye başladı:
- «Ooh, nefis vallahi.»
Nerden nereye... Tuncel'in tiyatroculuğu Taksim'deki seyyar satıcılığı sırasında faydalı oldu. Dünyanın en lezzetli şeyini yermiş gibi durmadan ağız şapırdatan, çeşitli mimikler yapan Tuncel'i görenler karınlarının acıktığını hissettiler ve bunun neticesi olarak Tuncel'in lahmacunlarını beş dakikanın içinde tükettiler.
Bir ara dolmuş kahyalığı da yapan Tuncel, tekrar yanımıza geldiği zaman:
- «Şimdi anladım ki ben aç kalmam,» dedi.
Orada vedalaştık. Tuncel, «satıcılığını» bizimle birlikte seyreden arkadaşının koluna girdi.
- «Ner'de kalmıştık... Haaa, evet, sinema mutlaka kendi insanını, kendi çağını aksettirmeli. Yani, seyirciyi yargıç durumuna sokabilmeli... Bunun için de...»

Kol kola Harbiye'ye doğru uzaklaştılar...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Olimpiyat Modası Türkiye'de

Modanın ne zaman, nereden, nasıl çıkacağı hiç belli olmuyor. Bir bakıyorsunuz Arap çöllerinin kızgın kumu etkiliyor stilistleri, bir bakıyorsunuz Anadolu'nun eşsiz uygarlığı. Uzakdoğu'dan esen Japon rüzgarını Amerika, yenisini üstlendiği dünya olimpiyatının ilgisiyle göğüslemeye çalışıyor. Maskotundan şapkasına, tişörtlerinden mayolarına, hatta ve hatta günlük giysilere kadar benimsenen olimpiyat modasında Amerika bu kez mayoya yani yüzme sporuna ağırlık verdi. Amerika'nın ünlü yüzücülerinin lanse ettiği mayoları, ülkemizde ilk kez uygulayan TEN mayolarının zengin koleksiyonunu da bir sporcu kadar, jimnastik çalışan balerin, film yıldızı Çiğdem Tunç lanse etmeye başladı. Dansı bıraktığını açıklayan, ancak başrollerden birini aldığı bir müzikalde dans edebileceğini dile getiren Çiğdem Tunç, bundan böyle yeniliklerin öncüsü olmak için çaba harcayacağını belirtiyor. -''Gencim, güzelim ve yetenekliyim. Bugüne kadar hep karşılık beklemeden yaptım her işimi. Ama bu...

Ceyhan Cem'den Büyük İddia

Selçuk Ural'la beraberliğimiz 1966 Aralık ayında başladı. Daha önce de arkadaştık ama, sadece gezip tozuyorduk. Ne o bana, ne ben ona karışırdık. Bir gün bana Bütün erkek arkadaşlarla ilgini keseceksin. Filmleri bırakacaksın... Gazetecilere, artistlere selam vermiyeceksin dedi. Beni apayrı bir insan yapmak istiyordu. "Bunu zaman gösterir" diye teklifini kabul ettim. Bir arkadaşın evinde kalıyorduk. O Batı Kulüp'te çalışıyordu. Maddi vaziyetimiz iyi değildi. Arabasını satması o sıraya rastlar. Sonradan benim yüzümden sattığını söylemiştir ki, bu doğru değildir. Borcunu ödiyemediği ve şıklığa fazla düşkün olduğu için satmıştır. Bir süre sonra çalışmağa Ankara'ya gitti. Para yollıyacağını söylediği halde sözünü tutmadı... Kavgalarımız bir türlü bitmedi. Günün birinde bana evlenme teklif etti. "Birbirimizi tanımıyoruz... Daha ileride" dedim. Kurtuluş’ta bir ev tuttuk.Bütün istediklerimi almağa başladı. Israrla benden çocuk istiyordu."Gözü, duda...

Olay Kadın Christine Haydar

Milli gelinimiz Christine Haydar , uzunca bir süredir ilgileri üzerinde topluyor. Christine Haydar denildiğinde herkes farklı şeyler düşünüyor haliyle... Tarihe düşkün olanlar Osmanlı İmparatorluğu'nun son zamanlarını hatırlayıp, çöküşün neden bu kadar şiddetli olduğunu keşfediyorlar. Tarihle arası hoş olmayıp da, gazino sahnelerinde kadın vücudunun inceliklerini araştırmayı tercih edenlerin aklına ise, güzel ve düzgün vücutlu bir kadın düşüyor. Beş parmağın beşinin de bir olmayacağına göre, değişik renk ve zevklerden hoşlanan insanların Christine Haydar adını duyduklarında değişik şeyler düşünmeleri, hatta bazı düşüncelerini çok ileri noktalara götürmeleri de olağan bir durum. Milletin hayal dünyası torba değil ki büzesin! TARİHİ KÖKEN Aslında Christine Haydar'ın şöhret yolu tarihi kökeni sayesinde açıldı... Türkiye'de herkes Christine Haydar'ın hangi «Haydar Paşasnın gelini olduğunu bilimsel metodlarla araştırırken, Avrupa dergileri paşaları atlayıp Christine...