1952
yılının yaz aylarında, Kazancı Yokuşu’nda bir apartmanın
ikinci katındayız. Apartmanın adı: «Güneri Apartmanı»...
Sahibi Neriman Güneri... Genç kocası Lütfi Güneri ile burada
oturuyor. Lütfi Güneri, her akşam, bir içkili gazinoda alaturka
şarkılar okuyor. Güzel cümbüş çalan, yakışıklı, sarışın,
elâ gözlü bir alaturkacı... Geniş salonun dip tarafında
«çingene salıncağı» denilen bir salıncak kurulmuş.
Gıcırtılarla sallanıyor. İçindeki bebek, uyuyor. Yerde pahalı
halılar. Salonun dip tarafında bir kocaman buzdolabı... Neriman
Güneri’nin kıvırcık, parlak, uzun saçları omuzlarına
dökülmüş. Kulaklarındaki küpeler ile yakasındaki «iğne»
hakiki pırlanta. Etekleri uzun robu, kalın topuklu süet pabucu o
günlerin son madası... Lütfi Güneri’de şık mı şık...
Objektifimize bu mutlu, genç aile poz verirken salıncaktaki bebek
uyandı. Hemen içeri götürüp giydirdiler ve aramıza getirdiler:
Selma Güneri’yi iki yaşındayken tanımış oldum. Başında
kocaman kurdelesi, ekose entarisi, atkılı yorgan pabuçları, yarım
çorapları içinde esmer, kara gözlü, biraz «Japone» bir kız
çocuğu... O tarihlerde «alaturkaca çok rağbette olduğu için
Lütfi Güneri’nin süksesi büyük. İçkili gazinoca kafayı
çeken ve ona bakıp bakıp «Ah» diyen kadınların sayısının
çokluğundan her yerde söz ediliyor. Piyasada Ahmet Üstün var,
bir de Lütfi Güneri... Artist gibi yakışıklı adam. Zaten
Neriman Güneri, genç eşine «âşık olduğu için» ilk eşinden
ayrılıp «yağlı - ballı evini» bırakmış; Lütfi’ye âdeta
kaçmış.
Çocukları
Selma, yuvanın çiçeği... Babasının çalıp söylediği şarkılar
arasında büyüyor. O gün de Lütfi Güneri, bizim «şerefimize»
bir şarkı söyledi: «Manolyam»...
Aradan
yılar geçti. Selma Güneri adını tekrar duyduk: «Sinema artisti
oldu» dediler. Babası Lütfi Güneri, Selma’yı altı - yedi
yaşlarındayken bırakıp Amerika'ya gitti. Alaturka şarkıcılık
eski hızını kaybetmişti. Aşk evliliği kısa sürmüş, boşanmış
olan ve evini bırakan Neriman İstanbul'da yalnız kalmıştı ve
Neriman Güneri 1964 yılında soyadı değişmişti, ama ona herkes
(eski haliyle hitap ediyordu) Gönül Yazar’a kiraya verdiği Rıza
Tahsin Bey Apartmanı’nın en üst katındaki dairede
karşılıklıydılar. Halleri, vakitleri artık yerinde değildi.
Bu, evin manzarasından anlaşılıyordu. 1964 yılı, 1952 yılına
benzemiyordu. Evde babasının hiç şeyi yoktu. Duvarlara birkaç
ufak plak yapıştırılmıştı, o kadar... Selma, rejisör Halit
Refiğ’in ağustosta çevirdiği «İstanbul'un Kızları»
filminde ufak bir rolde oynamıştı.
«Babanız
gibi sesiniz güzel mi?» sosuna utanıp sıkılıp:
«Evet...
Ama alaturka söylemiyorum. Modern müzik... Hafif...» demişti.
Aradan
üç yıl daha geçti. Selma Güneri, bir hayli film çevirdi. Yusuf
Sezgin’e âşık oldu; onunla evlendi. Geçen aylarda Ekrem Bora'nm
evindeki bir toplantıda bir güzel alaturka şarkı söyledi. Demek
ki babanın marifeti, meziyeti kızına miras kalmıştı. Ama,
Amerika’da bir Amerikalı kadınla evlenen babasını, Selma Güneri
pek de sevmiyordu. Kendisini küçük yaşta bırakıp gitmesini bir
türlü affedememişti.
Selma
Güneri, Yusuf askere gittikten sonra alaturka dersleri aldı ve
geçen hafta Ankara’da Japon Bahçesi isimli gazinoda sahneye
çıktı. «Şato Yazar» da provalar yaparken, kırk yıllık
ustalardan kurulu «saz takımında» babası Lütfi Güneri için
çalmış sazendeler de vardı. Bir sabah provaya geldiği zaman:
«Baban,
trafik kazasında ölmüş Amerika’da...» dediler.
Selma
bu haberi büyük tepki göstermeden dinledi.
Eğer
bu feci kaza olmasaydı Selma, Amerika’lı kadından boşanan
babasını, 9 yıllık aradan sonra tekrar görecekti. Ağustos
ayında, Türkiye’den bir daha ayrılmamak üzere, Lütfi Güneri
gelecek; kocaman bir genç kadın olan kızını bağrına basacaktı.
Hem
belki de Neriman Güneri ile yeniden evlenebilirlerdi? Lütfi Güneri,
kızı için şiirler yazıyor, bunları besteliyor ve plaklara
okuyup taa Amerikalardan ona gönderiyordu. Kızına şarkılarla
nasihat etmekle, kendi günahlarını da — biraz geç de olsa —
affettirmiş sayılırdı. Fakat Selma Güneri, babasına
kavuşamadan, tekrar «üçlü resim» çektiremeden, gene yalnız
kalmıştı.
Japon
Bahçesi’nin açılış günü sahneye çıkıp çıkmamasını
annesiyle konuştu:
«Bir
aylık kontratım var. İlanlar, afişler her tarafa yayıldı.
Sahneye çıkmazsam beni dava ederler. Paraya ihtiyacım var»
diyordu. Saz takımı son saniyeye kadar, «Belki çıkmaz» diye
beklemişti. Seyirciler bahçeyi gülerek doldurdular. Herkes neşeli,
şen şakraktı. Selma, beyaz mini - etekli bir elbise ile sahneye
çıkınca alkışlar yükseldi. Babasına bu saatlerde,
«Yenidünya»da otopsi yapılıyordu.
Selma,
mikrofonu eline aldı; birkaç cümleden sonra şarkıya başladı:
«Gel güzelim!...»
Arkasından
başka elbiseyle (şort ile kilot arası bir kısa pantolonun
üzerine, ortası açık bir uzun elbise geçirmişti) başka
şarkıyı, «Ay Altında»yı söyledi. Gene elbise değiştirdi,
gene bir başka şarkı söyledi: «Ağlarım»... Ama hiç ağlamadı!
Sonra «Niksarın Fidanları», sonra «Altın Tasta Üzüm» ve
«Dere Geliyor».
Güldü,
oynadı, söyledi. Çoluk - çocuk, genç, ihtiyar, kadın - erkek,
bütün dinleyicileri coşturdu; neşelere gark etti. Sanki en mutlu
günündeymiş gibiydi...(diğer haberler için aşağıdaki linke
tıklayın)
Yorumlar
Yorum Gönder