UYKUSUNUN
içinde kulağına sesler gelmişti. Rüya mı görüyordu, yoksa
gerçekten yanıbaşında birisi mi konuşuyordu? Homurdana homurdana
öbür tarafa döndü. Bu defa sesi daha iyi duymaya başlamıştı.
Bir kadın mırıltısıydı bu : «Orada kan gövdeyi götürürken
biz burada kuş tüyü yataklarda mışıl mışıl uyuyoruz. O
zavallılara bir yardımımız dokunmuyor ama, hiç olmazsa acılarını
paylaşalım. Sana söylüyorum, Dick, kalk. Bu ne uykusu böyle?...»
Kadının
ses tonu gittikçe yükselmeye başlamıştı. Bu durumda uyumaya
imkan yoktu. Homurdana homurdana gözlerini açtı. Karısı
Elizabeth Taylor yatağında oturmuş sigara içiyordu. Genç kadın,
kocasının uyandığını görünce hemen konuşmaya başladı:
-«Şu
zavallı zencilere çok acıyorum. Selma'da insanlar öldürülürken
biz burada keyfediyoruz. Kalkalım gidelim, bir şeyler yapalım...»
Richard Burton'un uyku akan gözleri öfkeyle kısıldı:
-«Sen
ve ben ne yapabiliriz ki... Selma'ya koşarsak her şey düzelecek mi
sanıyorsun? Yarın sabah erkenden sete gitmem lazım. Bırak da
uyuyalım.»
Richard
Burton'un ifadesine göre bu konuşma, gecenin üçünde geçmiş ve
adamcağızın sabaha kadar gözüne uyku girmemişti.
Elizabeth
Taylor'a göre, kocasının ithamları haksızdı. Gücenik bir
tavırla: «Ben hiçbir zaman seni uykundan uyandırmaya kıyamam.
Galiba uykunun arasında rüya gördün...» diyordu.
Beriki
gene ısrar ediyordu: «Hayır sen hatırlamıyorsun. Daha doğrusu
hatırlamak istemiyorsun. Tatlı uykumdan senin sesinle uyandım,
üstelik beni hiç ilgilendirmeyen bir mesele için uykumu berbat
ettin.»
Araya
ben girmeseydim, bu aile kavgası belki daha uzayacak hatta
büyüyecekti. Elizabeth Taylor ile Richard Burton'u Dublin'deki
evlerinde bir münakaşanın ortasında yakalamam birçok bakımlardan
isabetli oldu. Elizabeth'i eskiden beri tanırım, son derece mağrur,
hatta şımarık bir genç kadındır. Ama Richard Burton ile
samimiyetim yoktur. Onun fazla kibirli oidugunu, gazetecilere de
müthiş içerlediğini duymuştum. Sinema dünyasının taçsız
kıralıyla kıraliçesinin huzuruna çıkarken yıllardan beri ilk
defa heyecanlanmıştım. Oysa, onlar, kendilerine tahsis edilen evde
her hangi bir karı - koca gibi mütevazı bir hayat sürüyorlardı.
Koca, meslek icabı vaktinin çoğunu evinden uzakta geçirmek
zorundaydı. Kadın ise eşini seven her sadık zevce gibi, vaktini
ona hasretmiş, evine yorgun argın gelen erkeğe huzur sağlamayı
kendine vazife bilmişti. Yirmi dört saatini sevdiği adamı rahat
ettirmek için çareler aramakla geçiriyor, yemeklerinin istediği
gibi pişirilmesine, kıyafetinin düzgün olmasına dikkat ediyordu.
Kocasının rahatı ve huzuru uğruna kendi meslek hayatını bir
kenara bırakmıştı. Elizabeth'i eskiden olduğu gibi mağrur bir
yıldız olarak göreceğimi sanmakla hata ettiğimi çabuk anladım:
-«Kocam
evinden uzakta olduğu zamanlar rahat çalışamıyor, onun için ben
de çocukları alıp buraya geldim. Biz yanında olunca o da
rahatlıyor. Ama gazetecilere sorarsanız, ben kocamı rol arkadaşı
Claire Bloom'dan kıskandığım için işi gücü bırakıp Dublin'e
gelmişim. Kocam beni atlatmanın yollarını arıyormuş. Daha buna
benzer bir sürü dedikoduyla huzurumuzu bozmaya çalışıyorlar.»
Elizabeth'in
bu sözlerini Richard Burton da tasdik etti: «Her erkek bir kadını
sevip onun uğruna eşinden ayrılabilir ve hayatını yeniden tanzim
eder. Bence, bu normal bir insanın en tabii hakkı olmalı.
Gazeteciler bizi bir kere dillerine doladıktan sonra, bir türlü
rahat bırakmadılar. Ben karımı severim ama kusurlarını görmüyor
muyum sanıyorsunuz? Elbette görüyorum ve onu biraz da kusurları
için seviyorum. İşte mesela bakın, 'Ben topyekün insanları
seviyorum. Onların uğruna her fedakarlığa katlanırım' diye
başımın etini yiyor, beni uykusuz bırakıyor, sonra da
yaptıklarını inkar ediyor...»
Richard
Burton'un aksi, gülmekten hoşlanmayan, Shakespeare'i dilinden
düşürmeyen, unvan ve anane meraklısı bir İngiliz olduğunu
söylemişlerdi. Dublin'deki karşılaşmamızda bu sözlerin tamamen
uydurma olduğunu anladım. Richard Burton, son filminde İkinci
Dünya Savaşı yıllarında yaşamış bir casusu canlandırmıştı.
Rolünü nasıl bulduğunu sordum.
-«Bence
casusluk kimin hesabına olursa olsun kötü bir meslek.
Kahramanlıkla filân da ilgisi yok. Oynadığım filmin alındığı
romanda da, yazarın aynı fikri savunduğunu zannediyorum.
Seyirciler beni bu filmde görünce epey şaşıracaklar.»
Elizabeth
Taylor, kocasının fikrine iştirak etmiyordu. Ona göre Richard'ın
yarattığı her tip son derece ilgi çekici. Seyircilerin hele kadın
seyircilerin Burton'u beyaz perdede beğenmemelerine imkan yok...
Karı
- koca Burton'larla karşılıklı oturup dünyanın genel
durumundan, pahalılıktan, ucuzluktan insanlardan söz ettik.
Burton'lar lüks ve ihtişam içinde yaşar görünmelerine rağmen
en koyu sosyalistleri bile şaşırtacak derecede toplumcu fikirlere
sahip olduklarını söylüyorlar.
Elizabeth
de Richard da yeryüzünde İngiliz, Amerikalı, Fransız, Rus diye
bir ayırım yapılmasına şiddetle aleyhtar, Elizabeth, bu
fikirlerini şöyle özeltliyor: «İnsanları iyi insanlar, kötü
insanlar diye ayırmalı. Bakın bize evimizde her milletten insan
bulabilirsiniz. Bir zamanlar bir Çinli çocuğu evlat edinmek
istemiştim. Sonra bir zenci kızı evime aldım. Şimdi fakir bir
Alman ailesinin kızı olan Maria'yı evlat edindim.»
Richard
Burton da: «Seyirciler belki bizim bu fikirlerimizi
yadırgayacaklardır ama biz doğru düşünüp doğru hareket
ettiğimizden eminiz. Karımın insanları sevmesini takdir
ediyorum.»
Her
mesut aile gibi onların da kendilerine göre bazı dertleri vardı.
Mesela Richard Burton, karısının uykuyu fazla sevmesinden
şikayetçi. Elizabeth ise kocasının aşırı derecede soğukkanlı
oluşuna içerliyor. Elizabeth ile Richard Burton, çocuklar eve
alınacak yeni eşyalar ve çalışma hayatlarıyla ilgili konularda
da herkesin önünde çekinmeden tartışıyorlar. Fakat onların
münakaşaları birbirlerini çok seven çiftlerin tatlı
şakalarından ibaret kalıyor...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)
Yorumlar
Yorum Gönder