Ana içeriğe atla

Bu Yatak Neler Gördü Neler

Sekiz yıl içinde gerçekten büyük evrimler geçirdi Bülent Ersoy...
Ruhsal ve fiziksel yapısındaki değişimleri büyük sansasyonlarla yansıtan ve Türk Sanat Müziği'nde tarzıyla, yorumuyla zirveye çıkan Bülent Ersoy bugün ise sahneye çıkamayan, çevirdiği filmlerin oynatılması yasaklanan ama plaklarıyla, yurt dışındaki konserleriyle şöhretini hala ayakta tutan bir solist. Yakınlarının deyimiyle kimine güre ''bahtsız" kimine göre de ''mutsuz'' bir prenses.
Bülent Ersoy geçtiğimiz hafta yine dönüşü şimdilik kesin belli olmayan bir geziye çıktı. Ve çıkmadan bir gece ünce İstanbul'da son röportajını ŞEY'e verdi. Ama bu röportaj öyle sıradan bir röportaj, basit bir çekim değildi. Yaşamında ilk kez en büyük sırlarını gömdüğü yatak odasını basında yine ilk kez ŞEY objektifine açtı. Ve yine ilk kez sadece sevgililerine giydiği ipek geceliklerini, dekolte sabahlıklarını ŞEY kamerası önünde giydi. İçte o an gerçekten ''mutsuz bir prenses'' gibiydi. Spotların ayarlanma süresinde bir hayli maziye daldı Ersoy. Yaşamının en tatlı, en acı anılarının geçtiği bembeyaz yatak odasında ilk kez bu kadar kalabalık görmesi için tuhaflaştırmıştı sanki. Sonra gözünü kamaştıran spot ışığıyla silkinerek derin bir İç çekti ve ağzından şu sözler döküldü:
''Bu yatak neler gördü neler...''
Ardından hafif bir tebessümle kızardı yanakları. Ardından çuh bir kahkaha ile pembeleşti... Bu kahkahadan cesaretlenerek ısrar ettik. En unutulmaz anılan ilk kez ŞEY objektifine açtığı bembeyaz yatak odasında anlatmasını istedik. Ve İçte o zaman baçladı gürültü koparacak anılar. Ama biz de söz verdik herçeyl harfi harfine yazmamak üzere. İçlerinden en üzüntülüsünü, en kısa mutluluk yaşatanını, en büyük mutluluk verenini ve de en çok gözyaşı döktürenini seçtik sizler için. ''En büyük günahım en masum açkımdır'' diyerek başladı Bülent Ersoy ve gözleri bir noktada yıllar öncesine takılarak anlattı:
''O yüreğimdeki çarpıntıyı anlatamam sizlere, ifadesi olamaz bu heyecanın. Eve geldiği zamen eteklerim zil çalardı sanki. Ve yaşadığım aşklar içinde en masumuydu. Öylesine saf, öylesine doğaldı ki herşey bana solistliğimi, şöhretimi unutturuyordu yanındayken. Ve ilk kez kadınlığımı, onda hissettim.
Sonra her masum açkın sonu gibi büyük bir günahla bitti. Bu günah bana aitti. Çünkü onu istemeye istemeye aldattım. Ve aklattığımı da söyledim. En büyük günahım, en büyük vicdan azabımdır bu masum, açkım. Tıpkı adı gibi...
Galiba çok ah aldım ondan. Çünkü ondan sonra bu odada çok gözyagı döktüm. Hele hele beni ilk terk eden küçük prensten sonra... Ona küçük prens diyordum. Yurt dışına sık sık gidip geldiği ve ailesi çok asil olduğu için onu prens gibi görüyordum. İnanamadım beni aldattığına. Terketti yine inanamadım. Ne zaman ki, gözlerimle gördüm. İçte o an öldüm sandım. Zaten bana en çok gözyaşı döktüren küçük prensin uğruna ilk kez ölümün soğuk nefesini yüzümde hissettim. Ama yasayacak yıllarım varmış meğer...
Siz hiç dört günlük birşey nedir bilir misiniz? Bir nisan yağmuru kadar kısa süren aşk yasadınız mı? İşte ben bunu da tattım. Ve her zaman bu içimde bambaşka bir mutluluk yasatır. Ne zaman telefon çalsa hep aklımdan o geçer. Çünkü sabahları hep benden önce uyanır sessizce içine gider ve benim uyanacağım saatte telefonla uyandınrdı. O ne güzel insandı öyle, o ne güzel duygu idi. Çekemediler bizi, bir hafta bile sürmedi bu yüzden... Çok ama çok acılar çektim bu odada... Karanlık günlerden sonra ilk günegl bu odada kucakladım çocuklar gibi. Bu odada hasretimden ''Annem annem'' diye İnledim ve son yasadığım en büyük mutluluğu yine bu odada yasadım. Dört beyaz duvar arasında. En büyük mutluluk olarak yasadığım sevgi bu odadan çıktıktan sonra yani yurt dışında iken bitti. Şimdi ise boşluktayım. Rüzgarda sürüklenen öksüz bir yaprak gibiyim. Ama bu yaprak günün birinde kitap arasında ebedileşecek. Hem de öylesine yazacağım ki, yaşadıklarım asrın romanı olacak...''...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zafir Seba Bir Yuvarlakla Ayıbını Kapatacak

“ Bugüne değin hep çıplaktım, zaten şöhretimi de soyunmama borçluyum. Ama bu ne zamana kadar sürer, orası meçhul. İşte ben de bu meçhulün kurbanı olmamak ve sahnelerde kalıcı olabilmek için yepyeni bir karar aldım. Yapacağım uzunçalarla sadece çıplak olmadığımı, sanatçılık yönümün de bulunduğunu kanıtlayacağım. Tüm şöhretimin yarattığı çıplaklık imajını bu uzunçalarla başka yönlere çekeceğim gibi ayıbımı da böylece bir yuvarlak plakla kapatmış olacağım.” Evet, yakında dolduracağı bir uzunçalarla geçmişine bir anlamda set çekeceğini açıklayan Zafir Seba söylüyor bu sözleri. Hani şu gerek sahnede, gerekse fotoğraflarında daima çıplak olarak görülen ve bu nedenle de normal bir giysi ile görsek “Aaa bu o mu acaba?” diyeceğimiz çıplak şarkıcı. Çünkü kendisi şimdiye kadar dikkatleri üstüne vücudunu hiç çekinmeksizin sereserpe gözler önüne sererek çekmiş, halen de öyle sürdürmekte. Ama bundan böyle çıplaklığın uzun ömürlü olamayacağını, bir yandan yaşının geçtiğini, bir yandan da soyunma...

Bu Gacıya Bir Baro

Çingeneler.. Kendilerine özgü konuşmalarıyla rahat yaşantılarıyla ve özgürlüklerine düşkünlükleriyle yüzyıllardan bu yana gelen toplumunuzun küçük bir parçası, sanatçı ruhlarıyla önlü kompozitörlere ilham kaynağı, yazarlara roman konusu olacak kadar bambaşka bir insan topluluğu olan bu insanların önemi son bir yıldır ülkemizde de hissedilmeye başlandı... Şüphesiz bu önem dünün pavyön şarkıcısı bugünün ünlü assolistl ve çingeneliğini inkar etmeyen Kibariye ile başlayıp başka ''iye'' takısı ile gazino sahnelerinde boy gösteren çingene veya çingene olduğunu iddia eden ses yıldızlarıyla güncelleşti... Ancak düne kadar olduğu halde ''Çingene''liğini inkar eden, aslını söylemekten utanan kişilerin bugün çingene olduğunu iftihar ederek söylemesi toplumun bu özellik sahibi kişilere gösterdiği ilgiyle gelen maddi manevi kazançtı. Ünlü şarkıcıların bile sahnelerde çingene oyun havalarıyla göbek atmaları, sahne gösterilerine özel olarak ''Çingene gö...

Emel Sayın'ı Yeliz Mi Ayırdı?

Güneşli ve sıcak bir mayıs sabahı Suadiye'nin Şendurak Sokağında bulunan 16 numaralı apartmanın 8'nci dairesinin zilini çaldık... Basında çıkan yazılar ve ortalıkta dolaşan söylentilere göre Emel Sayın ile Selçuk Aslan'ın ayrılmaları an meselesiydi... Gerekçe olarak da Yeliz gösteriliyor ve deniliyordu ki: «Selçuk'la Yeliz arasında büyük bir aşk var»... SES Dergisi her olayda olduğu gibi, bu olayda da meselenin gerçek yüzünü verebilmek için bir süre bekledi ve sonunda Emel Sayın’ın kapısını çaldı... Zil sesinden kısa bir süre sonra, kapı açıldı. Pek çok kişinin «Emel Sayın çok perişan... Evinden dışarı adım atmıyor...» dediği Emel Sayın karşımızda duruyordu: «Hoşgeldiniz... Buyurun, içeri girin lütfen...» Henüz sabahın erken saatleri olmasına rağmen farklı görünüyordu Emel Sayın... Gülüyordu... Sabah kahvaltısını çoktan yapmış, erken kalkan kişilere öz bir rahatlıkla çivin içinde dolaşıyordu. Pek çok sanatçının yataklarından ancak öğleden sonra kalktıklarını ...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Hülya Avşar Dostluğu Anlattı

Nükhet kalabalık sinema salonundan çıkarken iki saattir kapalı bir yerde kalmanın sıkıntısını hissetti içinde. Ama sonra güzel bir film seyretmenin mutluluğu her şeyi aldı götürdü. Dışarıda hafiften yağmur yağıyordu. Kıştan kalan bir gün bu bahar havasını alıp götürmüş, yerini serin, yağmurlu, kapalı bir güne bırakmıştı. Caddenin kalabalığına, otomobillerin oradan oraya koşuşturmalarına baktı. İçinde milyonlarca insanı barındıran bir şehirde yaşamdan bir kesit diye düşündü. Sonra düşünceleri o insanların üzerinde yoğunlaştı... Sevgiyle baktı herbirinin yüzüne ayrı ayrı. Yaşam, insanlar, içinde bulunduğu ortam, her şey güzeldi aslında. Ama bu bir bakış açısı değil miydi? İnsan nasıl bakarsa öyle görmez miydi çevresini, öyle algılamaz mıydı çevresindeki olayları? Başını kaydırdı, gökyüzüne baktı. Serin yağmur damlaları yüzüne damladı, üşüdü, başını eğdi. Sonra bu hareketi caddenin tam ortasında yaptığını farketti. Kendi kendine güldü. Önündeki yol uzundu. Hızlanan yağmurla bi...