Ana içeriğe atla

Gülerken Ağladı

İstinye körler okulunda bir kaç saatliğine de olsa bayram havası yaşandı. Kendilerini ziyaret eden Zeki Müren’e büyük sevgi gösterisi sunan gözleri görmeyen öğrenciler, aynı zamanda bir de mini konser verdiler... Ve okulda kaldığı saatler içinde Zeki Müren sadece onları dinlemekle yetindi. Çünkü, yaşamında ilk kez çaresiz kalıyordu...
Sanat Güneşi” gazinoda, podyumun dibine kurulmuş görkemli masanın baş köşesinde mi?...
En son onun kristal kadehi kalkar... En son o batırır çatalını lakerdaya... Masaya saygı, masadaki dostlarına saygı yatar bu inceliğin altında... Bu Zeki Müren kibarlığı, Zeki Müren nezaketidir...
Son günlerde kendini eğlence çarkının hızlı ortamına iyice kaptıran, her gece bir başka assolisti onurlandıran Zeki Müren’in “gazinolu” yaşamından bir örnektir bu...
Oysa Zeki Müren’i iyi tanıyanlar bilirlerdi ki o, her mecliste her sofrada, her ortamda ne yapacağını, nasıl yapacağını pek güzel terazilerdi... Şiirlerin okunduğu bir meclisde, en güzel mısralarla duygu ortamına duygu katardı... Şarkıların söylendiği sazlı-sözlü bir gecede en güzel o şakırdı... Ve fıkraların birbiri ardınca dizildiği bir kahkaha fırtınasında en güzel fıkrayla esen bora olurdu... Büyükle büyük, küçükle küçük olan Zeki Müren belki de yaşamında ilk kez şaşırdı, afalladı... O hazır cevap “Sanat Güneşi” ilk kez bocaladı, kekeledi, konuşamadı... Çünkü kalbi teklese de, gözleri görüyordu... Oysa şimdi karşısında kalbi teklemeyen, sağlığı “S.O.S” sinyalleri vermeyen ama gözleri görmeyenler vardı... Ne uçan kuşları, ne dünya güzelliklerini, ne gürül gürül akan suları, ne çiçekleri, ne yağmuru, ne de kar’ı görmeyenler...
30 yıldır parıldayan “Sanat Güneşi” şimdi karanlık dünyanın umutsuz kurbanları arasındaydı... O gün güya moral verecek, kalplere umut ışıldayacaktı... Şen şakrak olması gülücükler yağdırması gerekiyordu... Ama öyle zorduki bu... Ve gülecekken ağladı Zeki Müren... Gören gözlerinden görmeyenler için yaşlar süzüldü...
Yolda tesadüfen rastladığı gözleri görmeyen öğrenciden davet alan Zeki Müren ertesi günü İstinye Körler Okulu’nun yolunu tuttu... Gözleri görmeyen ama onu tanıyan öğrenciler, gelişini duyar duymaz koştular... Görmüyorlardı ama hissediyorlardı... Zeki Müren okul müdürü Hüseyin Yılmaz’la birlikte sınıfa girdiğinde bir tuhaf oldu... Onlarla birlikte sıralarda oturdu... Öğrenciler kendileri için gelen, yüzünü görmedikleri, ancak sesini dinledikleri ustaya öğrenimleri hakkında bilgi verdiler. Nasıl okuyup yazdıklarını elleriyle gösterdiler, ağızlarıyla anlattılar... Az da olsa bir bayram havası esti karanlık dünyalarında... Hele okul müdürü bazı eğitimle ilgili sorunlardan bahsederken, “Sanat Güneşi” daha da üzüldü.. Zeki Müren’in tüylerini ürperten onu daha da hüzünlendiren olay ise mini konserdi...Öğrenciler ünlü sanatçıya önce nefis bir mini konser sundular... Sonrada Zeki Müren onlara solist olarak katıldı... Belki bugüne kadar verdiği konserlerin en anlamlısıydı bu...
Ve duygularını şöyle dile getirdi titreyen sesiyle:
Bence kalp gözünün görmesi çok önemli... Bir Aşık Veysel, udi Hırant, İsmail Akdeniz, Anadolu ezgilerinde ve Türk müziğinde şaheserler yaratmışlardır. Tanrı bir duyguyu eksilttiğinde, muhakkak diğer dört duygudan birine olumlu bir ilave yapmaktadır. Geldim, onların çabalarını gördüm, hem mutlu, hem de kötü oldum..”
Gerçekten de okulu duygulu bir şekilde terketti... Ve gözleri görmeyen okul öğrencileri, Zeki Müren’e teşekkür ederken, “Sanat Güneşi” ilk kez tutulmuştu ve yeniden geleceğine söz verdi. “Allahaısmarladık”dedi... Titrek... Hüzünlü... Ve gülümsemeye çalıştı...
Zoraki gülümseme...
Bir yanda gören göz ama hüzünlü... Diğer yanda görmeyen gözler ama mutlu... Zeki Müren ile karanlık dünyadaki öğrenciler arasında kurulan diyalog görülmeye değerdi doğrusu okulda... Bülent Şedo ismindeki yetişkin bir öğrenci arkadaşları adına duygularını dile getiren satırlar yazıp Sanat Güneşi’ne sunarken mutluluğunu belli etmek için çırpındı. Zeki Müren ise sıraya oturup da onların talimatıyla yazı yazmaya çalışırken, içindeki hüznü gülümsemeyle bastırmak için olağanüstü bir gayret sarf ediyordu...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıkayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Olimpiyat Modası Türkiye'de

Modanın ne zaman, nereden, nasıl çıkacağı hiç belli olmuyor. Bir bakıyorsunuz Arap çöllerinin kızgın kumu etkiliyor stilistleri, bir bakıyorsunuz Anadolu'nun eşsiz uygarlığı. Uzakdoğu'dan esen Japon rüzgarını Amerika, yenisini üstlendiği dünya olimpiyatının ilgisiyle göğüslemeye çalışıyor. Maskotundan şapkasına, tişörtlerinden mayolarına, hatta ve hatta günlük giysilere kadar benimsenen olimpiyat modasında Amerika bu kez mayoya yani yüzme sporuna ağırlık verdi. Amerika'nın ünlü yüzücülerinin lanse ettiği mayoları, ülkemizde ilk kez uygulayan TEN mayolarının zengin koleksiyonunu da bir sporcu kadar, jimnastik çalışan balerin, film yıldızı Çiğdem Tunç lanse etmeye başladı. Dansı bıraktığını açıklayan, ancak başrollerden birini aldığı bir müzikalde dans edebileceğini dile getiren Çiğdem Tunç, bundan böyle yeniliklerin öncüsü olmak için çaba harcayacağını belirtiyor. -''Gencim, güzelim ve yetenekliyim. Bugüne kadar hep karşılık beklemeden yaptım her işimi. Ama bu...

Ceyhan Cem'den Büyük İddia

Selçuk Ural'la beraberliğimiz 1966 Aralık ayında başladı. Daha önce de arkadaştık ama, sadece gezip tozuyorduk. Ne o bana, ne ben ona karışırdık. Bir gün bana Bütün erkek arkadaşlarla ilgini keseceksin. Filmleri bırakacaksın... Gazetecilere, artistlere selam vermiyeceksin dedi. Beni apayrı bir insan yapmak istiyordu. "Bunu zaman gösterir" diye teklifini kabul ettim. Bir arkadaşın evinde kalıyorduk. O Batı Kulüp'te çalışıyordu. Maddi vaziyetimiz iyi değildi. Arabasını satması o sıraya rastlar. Sonradan benim yüzümden sattığını söylemiştir ki, bu doğru değildir. Borcunu ödiyemediği ve şıklığa fazla düşkün olduğu için satmıştır. Bir süre sonra çalışmağa Ankara'ya gitti. Para yollıyacağını söylediği halde sözünü tutmadı... Kavgalarımız bir türlü bitmedi. Günün birinde bana evlenme teklif etti. "Birbirimizi tanımıyoruz... Daha ileride" dedim. Kurtuluş’ta bir ev tuttuk.Bütün istediklerimi almağa başladı. Israrla benden çocuk istiyordu."Gözü, duda...

Olay Kadın Christine Haydar

Milli gelinimiz Christine Haydar , uzunca bir süredir ilgileri üzerinde topluyor. Christine Haydar denildiğinde herkes farklı şeyler düşünüyor haliyle... Tarihe düşkün olanlar Osmanlı İmparatorluğu'nun son zamanlarını hatırlayıp, çöküşün neden bu kadar şiddetli olduğunu keşfediyorlar. Tarihle arası hoş olmayıp da, gazino sahnelerinde kadın vücudunun inceliklerini araştırmayı tercih edenlerin aklına ise, güzel ve düzgün vücutlu bir kadın düşüyor. Beş parmağın beşinin de bir olmayacağına göre, değişik renk ve zevklerden hoşlanan insanların Christine Haydar adını duyduklarında değişik şeyler düşünmeleri, hatta bazı düşüncelerini çok ileri noktalara götürmeleri de olağan bir durum. Milletin hayal dünyası torba değil ki büzesin! TARİHİ KÖKEN Aslında Christine Haydar'ın şöhret yolu tarihi kökeni sayesinde açıldı... Türkiye'de herkes Christine Haydar'ın hangi «Haydar Paşasnın gelini olduğunu bilimsel metodlarla araştırırken, Avrupa dergileri paşaları atlayıp Christine...