Bundan aylarca
önceydi... Sema Özcan'la bir röportaj için Dormen Tiyatrosunun
kulisinde daracık bir odada buluşmuştuk. Konuşurken, bir şey
aklıma takıldı. O güne kadar hiç bir gazetede, hiç bir dergide
Sema Özcan'ın mayolu resmini görmemiştim. Eu konuda sağda solda
«Vücudu güzel değil, ondan çektirmiyor,» şeklinde laflar
duymuştum. Kendisine bunu söyleyince güldü ve, «Ben denize
çoğunlukla bikini mayoyla girerim. Her halde vücudum söyledikleri
gibi güzel olmasa cesaret edemezdim,» dedi. «Peki niye mayoyla
resim çektirmiyorsun?» deyince de hemen cevabı yapıştırdı:
- «Ne yani... Bugün
'Vücudu çirkin' diyecekler, ben aksini isbat etmek için mayoyla
resim çektireceğim. Yarın 'evlenemez' diyecekler, onları
yalanlamak için alelacele evleneceğim. Öbür gün başka bir şey
diyecekler, ben onları yalanlamak için ne gerekiyorsa onu
yapacağım. Olur mu böyle şey?»
Olmazdı tabii. Olmazdı
ama bizim de gazetecilik damarımız tutmuştu, ne yapıp edecek,
muhakkak Sema'nın mayolu resmini çekecektik. Malum, kaçan balık
büyük olur hikâyesi... İş, inada binmişti bir kere...
«Bekleyen
derviş murada ermiş» derler. Bizim beklediğimiz fırsat da
1968 yılının temmuz ayında İstanbul'dan kilometrelerce uzakta
bir adada, Marmara adasında ortaya çıktı, İstanbul'da kotarıldı,
Yeniköy'de de muradımıza erdik!...
Sema Özcan, Dede Film
hesabına Nuri Sesigüzel'ie başrolünü paylaştığı «Kan Suyla
Temizlenir» filminin çekimi için Marmara adasına gitmişti. Sema
Özcan için «Nuri Sesigüzel'le filim çevirmeyi istemiyor»
denemezse de, bu konuda öyle pek «arzulu» olduğu da söylenemezdi.
Sonra Sema'nın prensiplerinden biri de (Tiyatro arkadaşlarının
çevirdiği Pembe Kadın hariç) filim çalışması için İstanbul
dışına çıkmamaktı. Sonunda işin aslı anlaşıldı. Sema
Ozcan, ödenmeyen bonodan geçilmeyen filim piyasasında «peşin 15
000» liranın cazibesine dayanamamış ve prensibinden fedakarlık
etmişti. Ekip Marmara adasına gitti. Bir, iki gün çalışıldı
ve olaylar birbirini kovaladı...
Bizim
kulağımıza gelen söylentilere göre olaya, ekipte bulunan Nedret
Güvenç'in İstanbul'a dönüşüne, filmin prodüktörü Mahmut
Dedehayır tarafından izin verilmemesi sebep olmuştu. Sema
Özcan, haklı gördüğü Nedret Güvenç'in tarafını tutmuş, o
sırada araya giren Mahmut Dedehayır'ın hanımı, Sadiye
Arcıman'ın, kendisi hakkında set elemanlarına söylediklerini
duyunca da bahsi geçen o hanım artistle İstanbul'a dönmek
istemişti. İki artist, bavullarını hazırlayıp aşağıya
indikleri anda bir «gidersin - gidemezsin,» münakaşası başlamış
ve sonunda iki artisti alan motor yola çıkmıştı. Motorda diğer
filimciler de vardı. Yarı yolda Sema Özcan bir kahve içmek
bahanesiyle motordan çıkarılmış ve o kahvesini içerken, motor
onsuz yoluna devam etmişti. Önce buna çok kızan Sema Özcan,
ısrar ve ricalara dayanamamış ve filme devam etmek için geriye
dönmüştü. O gece yine bazı hadiseler çıkmış, hatta Ali
Şen'le, Faruk Panter, herhangi bir olaya mani olmak için sabaha
kadar Sema Özcan'ın kapısında nöbet beklemişlerdi. Münakaşa
ertesi gün de devam etmiş ve sonunda Sema Özcan, bu şartlar
altında çalışamayacağını belirterek İstanbul'a dönmüştü.
Dönüş anında da bazı hadiseler çıkmıştı. Ekipten bazı
artistlerin söylediklerine göre motor kasden geç hareket
ettirilmiş. Sema Özcan'ın bindiği cip bozulmadığı halde, yolda
kasden durdurulup «tamir» edilmişti. Sonunda çabalar fayda
vermemiş ve Sema Ozcan'ın dönmekte kararlı olduğunu anlayan
yapımcı, ekibi, tası tarağı toplayıp İstanbul'un yolunu
tutmuştu.
İstanbul'da iki taraf
tekrar karşı karşıya geliyordu. Prodüktörün ricalarına
karşılık Sema Özcan'ın iddia ve isteği şuydu: O, olaylar
devamınca iyiniyetie hareket etmiş, fakat karşı taraftan en küçük
bir karşılık görmemişti. Onun için Marmara adasında söylediği
sözü tekrarlıyordu. Filmi bırakmıştı, bunda da— kendine göre
— yerden göğe kadar haklıydı. Buna rağmen sonunda ricalara
dayanamadı ve «Ücretin ödenmeyen kısmının ödenmesi,
kendisinden özür dilenmesi ve işin bir günde tamamlanması»
şartıyle filme devam edebileceğini bildirdi. Prodüktör razıydı.
Hemen ekip toparlandı ve filmin eksik sahnelerinin Sema Özcan'lı
olan ve programa göre çevrilmesi kararlaştırılan kısımları
bir gün içinde çekildi... Böylece filimci ler de kendilerine ait
olan bir rekoru yenilediler!
Tabii bu hadiseler Sema
Özcan'ın sinirlerini iyice bozmuştu. Bu sıcak havada siniri
bozulan insan n'apar? Ken dini Boğaz'ın buz gibi sularına atıp,
serinlemeye, sakinleşmeye çalışır. Sema Özcan da öyle yaptı
ve filmi bitirdiğinin ertesi günü mayosunu, havlusunu aldığı
gibi plajın yolunu tuttu. Biz setteki olayları önceden
öğrenmiştik. O sinir bozukluğu içinde Sema Özcan'ın her türlü
tedbiri elinden bırakacağını bildiğimiz için hemen plaj plaj
dolaşmaya başladık. İlk uğradığımız bir, iki plajda Sema
yoktu. Üstelik iki giyinik edamın plajın içine girip herkesi
dikkatle süzdüklerini görenler bize bir garip bakmaya
başlamışlardı. O sırada aklımıza Sema'nın berberine telefon
etmek geldi. Telefona çıkan ses, bize «Sema hanım şimdi çıktı,
galiba Yeniköy’e gidiyor,» diyordu. Biz de hemen Yeniköy'ün
yolunu tuttuk ve Sema Özcan'ı, elimizle koymuş gibi bulduk. Foto
muhabiri arkadaş objektifini ayarladı. Sema Özcan' ın karşısına
çıkıp «Merhaba» dedi. Sema'nın ilk tepkisi korku, sonra telaş
oldu... Fakat, hiç mi hiç çaresi kalmamıştı. Kendi kendine «Bir
sıçrarsın çekirge, iki sıçrarsın çekirge...» diye söylendi.
Biz de ne olur, ne olmaz diye birkaç resim çektikten sonra, «Sema,
nasıl olsa büyü bozuldu, ilk defa mayolu resimlerin çekildi. Bari
poz ver de daha normal resim çekelim,» dedik.
Sonra... Sonrasını
görüyorsunuz işte. Kapakta ve bu sayfalarda Sema Özcan'ın boy
boy, poz poz «mayolu» resimleri... Böylece SES mecmuası bir
«gazetecilik» daha yapıyor ve Sema Ozcan'ın ilk mayolu
resimlerini Türk basınında herkesten önce okuyucularına
ulaştırıyor...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)
Yorumlar
Yorum Gönder