“TÖRE”Yİ
MUTLAKA GÖRÜN...
Bu
sezon İstanbul kalite tiyatro adına bir hayli şanssız. Şöyle
gönül rahatlığıyla sizlere şu oyunu mutlak görün, kaçırmayın
diyemedik daha. Ama bu arada sezonu çoktan yarıladık bile. Bazı
oyunlar için zaman zaman tavsiyelerimiz oldu belki. Seviyeli, iyi
oyuna özlem ortamında olumlu tarafları, olumsuz taraflarından
biraz ağır çeken yapıtları siz tiyatroseverlere gözümüz
kapalı önerdik. Fakat Nisa Serezli - Tolga Aşkıner Tiyatrosunda
sahnelenmekte olan Turgut Özakman’ın yazdığı, Tolga Aşkıner’in
yönettiği “Töre”yi
izledikten sonra bu sezon ilk kez bir oyun için özlemini duyduğum
cümleciği kullanabilme şansını yakaladım, sezdim: “Töre’yi
mutlak görün, kaçırmayın.”
“Töre”
Anadolu’nun en eski dertlerinden “kan
davası”nı ele almış.
Tiyatro sahnesinde, beyaz perdede defalarca işlenmiş bu kangren
soruna Özakman değişik bir bakış açısı getirebilmiş. Ve kan
davasını, Anadolu insanının töreleriyle yoğurup, aşkıyla
bezeyip sahneye taşımış. Ama yapıtı değişik ve ilginç kılan
unsur kan dâvkaına kadınların gözüyle, gönlüyle bakılmasında
yatıyor. “Töre”de
kocalarını, oğullarını, kardeşlerini bu uğurda yitirmiş sekiz
kadının 1900’lerin Erzurum’unda ailenin en yaşlısı Nene’nin
(Nisa Serezli) çevresinde toplanıp kalplerini sarmış yılların
kininden, tutkuya dönüşmüş öç alma telaşından sıyrılıp
kan davasına son verme istekleri ustaca işleniyor. Oyun oldukça
kısa bir süre içinde öz mesajını izleyiciye ulaştırabiliyor.
İki
perdelik “Töre”
seksenbeş dakikada etkili bir sona ulaşırken üç saat sürüp
yine de noktasını koyamayan, kısır oyunları düşününce
Özakman’ın kalem ustalığını, mesajı anlatımını daha da
sevdim. Oyunun amaca varmak için işlediği hikayeyi kısaca
anlatalım: Kara Hasan’ın ailesinde kan davası tek oğuldan başka
genç erkek koymamıştır. Koymamıştır ama, kan davası yine de
tüm korkunçluğuyla sürüp gitmektedir. Ailenin kadınları da
silahlanmıştır. Hedef, hasım ailenin geride kalan erkeği
Mustafa’dır. Mustafa yumuşak karakterli, kalbi sevgi dolu bir
gençtir. Ölümden, kan davasından kaçıp İstanbul’a gitmiş,
ama yaşlı anasının özlemine dayanamayıp, köye, dolayısıyla
ölüme geri dönmüştür. Nitekim Kara Hasan ailesinin silahlanan
tüm fertleri (ki dördü kadın) Mustafa’yı kıstırır ve
yaralar Mustafa kanlar içinde kaçar ve kendisini vuran hasım aile
Kara Hasan’ların evine sığınır. Evde gözleri görmeyen nene.
Zühre ve kucağında bebesiyle kocasını Mustafa’nın toplum
baskısı sonucu öldürdüğü küçük gelin vuruşmanın sonunu
beklemektedir. Karşılarında bir anda bahçe duvarından içeri
atlayan Mustafa’yı bulurlar ve iyi işlenmiş tekstin kanımca tek
yanılgısı çözümün, düğümün ortasındaki kısa bir
diyalogla (Nene ile Kara Hasan arasında) zamanından önce ortaya
çıkmasında yatıyor. Her oyunda bir son bekleyen bizim
izleyicimizin buradan aldığı ışıkla sonu kavravıp keyfinin az
da olsa kaçtığını gözledim. (Önerim bu üç kelimelik
diyaloğun çıkarılması ya da yerinden oynatılıp daha sona
çekilmesi. Bu değişikliğin genel akışı etkilemeyeceğini
rahatlıkla söyleyebilirim.)
“Tatlı
Kaçık”tan, “Çark”tan beri hiç tereddütsüz bu topluluğun
en iyi oyunu diye adlandırabileceğim “Töre”yi son zamanlarda
izleyegeldiğim sanat çizgisinin çok üstünde bir aşamayla
Tolga Aşkıner sahneye koymuş. Abartısız, sıcak ve tekst
elverişli olmasına karşın duygu sömürüsüne, gözyaşı
simsarlığına yönelmeyen bir reji yeğlemiş. Orhan Ören’in
anlatımcı ışığından güç alan Aşkıner’in yönetimi
artistik yönü ağır, görsel açıdan dolu bir yapıya da ulaşmış
“Töre”nin sezonun en iyi sahneleme
çalışmalarından biri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Geçtiğimiz
yıl yine kan davasını işleyen (Ölümü Yaşamak/Kont Oyuncuları)
bir oyunun daha dekorunu hazırlamış olan Osman Şengezer “Töre”de
aynı konuyu işliyor olmasına karşın kendini tekrar etmeyen kısır
döngüye düşmeyen bir çalışmaya ulaşmış. “Ölümü
Yaşamak”ta kan davasını bir ocağın
sönmesi olarak ele alan usta dekoratör “Töre”de
evi, damı ayakta tutan ana çatı direğinin (orta - direğini)
çökmesi olarak işlemiş. Ve yaratıcılık, ustalık dolu sıcak
bir yaklaşımla tüm aileyi ayakta tutan güçbirliğini, gönül
birliğini sağlayan Nene’nin sedirini de
çatı ana direğinin yanına yerleştirmiş. Hatta ortadireği
Nene’nin sedirinin içinden çatıya doğru yükseltmiş. Kostümler
de en az dekor kadar usta, doğru.
“Töre”nin
özgün müziğini Ertuğrul Çayıroğlu hazırlarken oyunun özüne
uygun bir müzik yapısı kurmuş.
Oyunculara
gelince: Nisa Serezli (Nene) uzun zamandır izlemeyi özlediğimiz
üstün bir oyunculuk örneği veriyor. Tüm abartıları kapalı,
tempolu, sıcak bir kompozisyona ulaşıyor. Düşünüyorum da bu
güzelim rolü Serezli yerine oyunculuk uğruna abartıyı mübah
sayan bir ödenekli tiyatro sanatçısı yakalasaydı bilmem
ne yapardı!.. Örneklerini iyi tanıdığımızdan olacak
Serezli’nin usta, abartısız oyununun değerini daha iyi kavradım.
Halil Akçatepe (Mustafa) deneyimli birbirinden çok farklı çizgide
oyunlarda rol almış bir sanatçı. Ama sanırım Akçatepe “Töre”de
kalbi sevgi dolu, toplum baskısı sonucu tetik çekmiş, neşeli ama
ezik karakterde en iyi oyunlarından birini ortaya koyuyor.
Güldürmekle şartlanmış komik imajından sıyrılmış olmak hiç
şüphesiz ki Akçatepe’nin oyununa önemli değere getirmiş. Müge
Akyamaç’ı (Zühre) ilk kez izledim. Rolünü sevmiş, benimsemiş,
istekli bir oyunculukla yaklaşıyor karakterine... Aşkı ilk kez
tadan utangaç, heyecanlı Zühre’yi yaşıyor, yaşatıyor. Cengiz
Sezici (Kara Hasan), Hakan M. Çabuk (oğul), Gözüm Rua (yeğen)
Filiz Bozkurt (küçük gelin), Gönül Tuncay (hala), Sevim Çalışgir
(kız), Gülsen Gilrginkoç (koca gelin) ve Gülsen Tuncer (büyük
gelin) oyunculuklarıyla seviyeli bir grup oyununa ulaşıyorlar.
Anadolu’nun
Kangren derdi kan davasına, değişik bir bakış açısı, üstün
bir reji, başarılı bir dekor, kostüm, müzik ve sıcak abartısız
bir oyunculukla yaklaşan “Töre”yi mutlak
görün... (diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)
Yorumlar
Yorum Gönder