Ana içeriğe atla

Banu Alkan Kafa Tuttu


BİR anda Türk sinemasında zirveye tırmanan ve sarışınlığının avantajını çok iyi kullanarak çevirdiği filmlerle gişe rekorları kıran Banu Alkan'ın dizisine bu sayfalarımızda da devam ediyoruz...
Banu Alkan'ın annesi İstanbul'da iki çocuk daha doğurur ve altı çocuklu bir aile olurlar... Alkan ailesi İstanbul'da büyük dayılarının yanında kalmaktadır... Banu, bir yıl sonra ilkokula gider. Henüz Türkçe'yi tam olarak kavrayamamıştır. Ancak çocukluğundan bu yana zekasıyla övünen Banu Alkan, ilkokul birinci sınıfa başladığının üç-dört ayı içinde ana lisanını çok çabuk söker ve arkadaşlar dahi edinmeğe başlar.
Banu Alkan ilkokul yıllarına ait anılarını şöyle özetliyor:
«Bütün öğretmenlerim beni çok severdi. Beni okulumuzun folklor ekibine seçtiler. Kısa sürede yalnız derslerimde değil, folklorda da başarılı bir öğrenci olduğum için beni folklor kaiu başkanı seçtiler. Okulumuz üç yıl üst üste folklor dalında birincilik, ikincilik ve üçüncülük kazandı. Her yıl birinciliği başka bir okula verdiklerinden bizim okulumuz bu statü yüzünden birinciliği yalnızca bir yıl kazanabildi. Ben bu sayede hemen hemen bütün Türkiye'yi gezdim. Çünkü yurt çapında bir yarışma olduğu için kazanan okul Türkiye’nin çeşitli illerine gidiyor ve orada gösteriler yapıyordu. Okul idaresi tarafından çok beğenilir ve sevilirdim. Diğer öğretmenlerimin de desteğiyle okul müdürü beni bütün sınıfların başkanı seçti. Her sınıfın nasıl bir temsilcisi varsa ben de temsilcilerin başı oldum.»
Banu Alkan'ın basınla ilk tanışması da o yıllarda olmuş. Ünlü sanatçı «O günün gazetelerinde boy boy fotoğraflarım çıkardı» diyor.
O dönemlerde parasal sorunlarının olup olmadığı yolundaki bir sorumuza da Banu Alkan şu yanıtı verdi:
«Babam Yugoslavya'daki marangozluk mesleğini İstanbul'da da sürdürdü. Tabii ilk yıllarda bazı güçlükler çektik. Ancak elegüne muhtaç olduğumuzu anımsamıyorum. Kendi yağımızla kavrulup gidiyorduk. Babam marangoz atölyeleri açtı ve günden güne işini genişletti. Fakat sorumluluk bilinci bana daha o yaşlarda hakim olmuştu. Aileme yük olmak istemiyordum. İlkokul beşinci sınıfındayken, çalışmak istiyor ve para kazanmak arzusuyla yanıp tutuşuyordum. O yaşlarda dahi ailemden aldığım harçlık benim onurumu kırıyor, kalbimi yaralıyordu. Bir iş bulsam da çalışsam diyordum...»
Banu Alkan ilkokul döneminde avukat olmak İster. Hukuk fakültesine gitmeyi kafasına koyar. Ve tanıdık bir avukatın yazıhanesine sekreter olarak girer. Önceleri ailesi tarafından hayli tepkiyle karşılanırsa da Banu Alkan çalışma konusunda inatçı ve ısrarlı bir yol izler. Çalışmaya başlar...
Avukat dostları küçük Alkan'ı o kadar zeki bulmuştur ki, hatır için işe aldığı kıza bazı İşler de yaptırmağa başlar... Örneğin telefonlara yanıt verir, tek parmakla da olsa daktilo yazmava çalışır, bazı evrakların getir - götür işlerine bakar ve bu arada bir de dışarıdan tost, ayran gibi yiyecek - içecek maddeleri getirir. Bir konuk geldiğinde çay ısmarlama işi Banu Alkan'ındır. İlkgünlerde bu işleri de yapar. Ancak zamanla ağrına gitmeğe başlamış ve onuruna dokunur olmuştur. Bir gün natronunun karşısına çıkar ve hakkını aramak ister...
«Ben buraya sekreter olmağa geldim. Sizin özel işlerinize bakmağa değil» der.
Küçücük kızdan böyle bir söz beklemeyen avukat, önceleri şaşırır ve hayret eder. Ancak işi şakaya vurup, gülümsemeye başlar:
«Kızım, sekreterlerin bir işi de tost almaktır...» diye cevap verir.
Banu Alkan, işinin tost almak olmadığını, sekreterliği öğrenmek istediğini hatırlatır. Büyük bir dirençle karşı koyar. Avukatlıkla ilgili o yaşlarda neler öğrenmesi lazım geliyorsa onu öğretmesini adeta rica edip, yalvarır. Ve sonunda bu «savaş»tan zaferle çıkar. Avukatın özel işlerine bakmayacak, çay söylemeyecek, büfeden şunu - bunu getirmeyecek ve sadece sekreterlik yapacaktır. Tabii 11 -12 yaşlardaki bir kızın yapabildiği ve becerebildiği ölçüde bir sekreterlik olacaktır bu. İstediği budur Alkan'ın.
Banu Alkan sekreterlik günlerine ait anılarını ise şöyle anlatır:
«İlk çalışmam bu oldu... Sabahları erken kalkar, elimi yüzümü yıkadıktan sonra annem kahvaltımı hazırlar ve ben alelacele bir şeyler atıştırırdım. Kahvaltının ardından genç kızlar gibi aynanın karşısına geçer, bir süre süslenmeye çalışırdım... Çünkü bizim komşu bir kız vardı... Bir şirkette sekreterdi. Giyimine kuşamına ve makyajına o kadar özen gösterirdi ki, ben de kendimi ona benzetmek isterdim... Kendimi bakımlı olmak zorunda hissederdim... Ayna karşısında yaptığım bu işlemlere de kimseyi karıştırmazdım. En çok vaktimi saçlarım alırdı. O küçücük yaşlarda da saçlarım upuzundu... Herkes bana sorardı saçlarımdan rahatsız olup olmadığımı. Oysa onlara gerçeği söylemezdim. Aslında rahatsız olurdum ama, bunun aksi cevap verirdim. Çünkü saçlarım bana büyük hava kazandırıyordu. Annem ve babam kaç kez saçlarımı kısaltmak istedilerse de ben kıyameti kopardım ve el değdirtmedim... Bu uzunca tuvaletten sonra elime küçük çantamı alıp yola çıkardım. Yazıhane eve pek uzak sayılmazdı. Gezinerek, vitrinlere bakınarak işimin olduğu hana yol alırdım. Yazıhaneye geldiğimde ilk işim masamın tozunu almak ve dağılan evrakları bir düzene sokmak olurdu. Sonra da patronumu bekler, bana vereceği göreve kendimi hazırlardım... »
Bir sabah yazıhaneye avukatın bir arkadaşı gelir. Henüz avukat gelmediği için adam, Banu Alkan'la sohbete başlar. Küçük kız o kadar zeki ve akıllıdır ki, konuk olar adam Alkan'a olan hayranlığını gizleyemez. Arkadaşı geldiği zaman bunu ona da iletir.
«Ne kadar cin bir kız bu senin kpçük sekreter» der.
Dışarı çıkarken Banu Alkan'ın oturduğu masaya doğru eğilerek şöyle seslenir:
«Kızım seni çok sevdim. Seni kızlarımla tanıştırmak istiyorum. Birbirinizi çok seveceğinizi tahmin ediyorum.»
Banu, bir an duraksar bu sözler karşısında. Bir anlam veremez bu çağrıya. Ancak tebessüm edip yanıt vermenin de saygı gereği olduğunu düşünür.
«Pek tabii. Memnuniyetle gelirim» der.
Ertesi günü kızlarla tanışmak üzere eve gider. Kapıyı çalar. 26 yaşlarında çok güzel bir kadın kapıyı açar. Kadın daha önceden haberdar olduğu için Banu Alkan'ı hemen içeri buyur eder. Ev sahipleri Erdinç ve Gülseren Demirel'dir. Banu, Gülseren Hanım'ın güzelliği karşısında adeta küçük dilini yutacaktır. İlk kez böylesine güzel bir kadın görmektedir. Uzun uzun onu izler.
«İşte güzele ve sanata karşı hayranlığım o anda başladı. Sadece güzel değildi. Aynı zamanda nezaketiyle de beni büyülüyordu... Yavrum kapıda ne duruyorsun, içeriye girsene' derken bir kuğu gibi incelip, kıvrılıyordu...»
Banu Alkan bir süre sonra avukat yazıhanesinden ayrılır ve çok sevdiği patronunun elini sıkarak veda eder.
Acaba evlerine gittiği bu insanlar kimlerdir? İlk günü karşılaştığı sürpriz nedir? Ve bu evin sakinleri Banu Alkan'ın hayatında nasıl bir rol oynayacaklardır?
İşte tüm bunları gelecek sayımızda okuyabilirsiniz..(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Zavallı Oya Hep Yatakta

Oya Aydoğan 'ın sinemadaki çizgisi bellidir... Çevirdiği her filmde mutlaka dişiliğini şöyle ya da böyle gösterir ya da göstertirler... İşte, Berhan Şimşek’le birlikte oynadığı son filmi olan “Zavallılar”da da, Oya Aydoğan bir türlü yataktan çıkamadı. Çeşil çeşit zavallılık vardır... İnsan, açlıktan zavallıdır, çaresizlikten zavallıdır, işsizlikten, parasızlıktan, kimsesizlikten zavallıdır... Fakat bizim bilmediğimiz bir başka zavallılık türü daha varmış... Aşk zavallısı... Bunu nerede mi teşhis ettik? Hemen söyleyelim, Oya Aydoğan'ın son çevirdiği filmin setinde... Yapımcı Kemal Dilbaz adına, yönetmen Ümit Efekan tarafından çekilen ve “Zavallılar” ismini taşıyan filmde, Oya Aydoğan, köyden şehre gelip, büyük kentin çarkları arasında kaybolan ve kaderin acımasızlığına karşı koyamayıp, hayalleri yok olan ve sonunda da onun bunun elinde oyuncak olan bir genç kızı canlandırıyor. Bu filmde Oya Aydoğan, yukarıda söylediğimiz gibi tam bir aşk zavallısı... Mekanı ise çoğu ...

Bahar Öztan ''Eski Kocamdan Koca Olmaz'' Dedi

Kendi aralarında nişan takan Bahar Öztan ’ın eski kocası futbolcu Kasım Gündüz ile Hüner Coşkuner ’in ablası Sema Coşkuner, çok yakında bir gazinoda verecekleri bir yemekle bu nişanlarını ilan edecekler. İnsanoğlu ne tuhaf doğrusu... Hele kadınların işlerine akıl sır erdirmek gerçekten güç... Ne zaman ne yapacakları, nerde, ne söyleyecekleri belli olsaydı, kadından canı yanan biri çıkıp da “Allahım kadın varkan, sen neden şeytanı yarattın?” der miydi? Bunu hangi kadın kabul eder bilemeyeceğiz ama Bahar Öztan’a sorarsanız, “erkek milleti”nin şeytanın ta kendisi olduğunu söylüyor. Zaten zamanında yani futbolcu Kasım Gündüz’le evli olduğu günlerin bitiminde de kocasını böyle suçlamış ve onunla beraberken, film çevirmek için İstanbul dışına çıktığı zaman evlerine ucuz kadınları getirdiğini, artık bu hale tahammülü kalmadığını, dolayısıyla bu yüzden ayrıldığını bas bas bağırmıştı... Ayrıldığı kocası Kasım Gündüz, şimdi yeni bir evliliğe soyunuyor... Şarkıcı Hüner Coşkuner’in gerçe...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

DÜNYANIN birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik ’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam ’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İsta...

Bu Gacıya Bir Baro

Çingeneler.. Kendilerine özgü konuşmalarıyla rahat yaşantılarıyla ve özgürlüklerine düşkünlükleriyle yüzyıllardan bu yana gelen toplumunuzun küçük bir parçası, sanatçı ruhlarıyla önlü kompozitörlere ilham kaynağı, yazarlara roman konusu olacak kadar bambaşka bir insan topluluğu olan bu insanların önemi son bir yıldır ülkemizde de hissedilmeye başlandı... Şüphesiz bu önem dünün pavyön şarkıcısı bugünün ünlü assolistl ve çingeneliğini inkar etmeyen Kibariye ile başlayıp başka ''iye'' takısı ile gazino sahnelerinde boy gösteren çingene veya çingene olduğunu iddia eden ses yıldızlarıyla güncelleşti... Ancak düne kadar olduğu halde ''Çingene''liğini inkar eden, aslını söylemekten utanan kişilerin bugün çingene olduğunu iftihar ederek söylemesi toplumun bu özellik sahibi kişilere gösterdiği ilgiyle gelen maddi manevi kazançtı. Ünlü şarkıcıların bile sahnelerde çingene oyun havalarıyla göbek atmaları, sahne gösterilerine özel olarak ''Çingene gö...