Ayaspaşa sırtlarındaki
apartmanın şahane bir manzarası var: Boğaziçi, Marmara, Adalar
sanki ayaklarınızın altındaki halı gibi uzanıyor. Geçen hafta,
san bir tepsi gibi ay Üsküdar ufuklarından yavaş yavaş yükseldi
ve gittikçe parlaklaşıp ışıklarını Kızkulesi'nden Kabataş'a
kadar dökmeye başladı. Tanju Gürsu, yanında bir bardak buzlu
rakısı ve beyaz peyniriyle koltuğa gömülmüş, sigarasını
tellendiriyordu. Henüz 90 günlük genç ve güzel eşi Ayla Gürsu
biraz sonra geldi. Yerdeki minderin üzerine oturdu, büyük koltuğa
yaslandı.
Biz zile dokunduğumuz
zaman onları işte bu halde bulduk. Bir Türk sinema artistinin
mesut ve bahtiyar olması bizi de memnun ettiği için hemen bu duygu
ve düşüncemizi açıkladık. Tanju Gürsu, o gür ve heyecanlı
sesiyle, «Ah» dedi, «evlenmek meğer ne güzel şeymiş? Eğer
evliliğin bu kadar tatlı, bu kadar güzel olduğunu daha önceleri
bilseydim, otuz yaşıma kadar beklemez, hemen evlenirdim Ayla
ile...»
Rakısından bir yudum
aldı, küçük bir parça beyaz peyniri ağzına attı, sigarasından
bir nefes çekti. Sarı lepiska saçlı, koyu mavi gözlü eşine bir
sevgili gibi baktı:
«Ayla benim
akrabamdır. 10 yıldan beri konuşur, daha doğrusu sevişirdik.
İkimiz de Trabzon'da doğduk. Ben Hukuk Fakültesi'nin üçüncü
sınıfından ayrılıp sinema artisti oldum. Ayla İstanbul
Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi Bölümünde öğrenci. Onun
adını Yeşilçam'dan uzak tuttum. Kimse onu yazıp çizmedi. On
yıllık sevgimizi yakınlarımızdan başka kimse bilmiyordu.
Yeşilçam' daki kadınlara hürmetin sonsuz, aralarında
hanımefendiler, ev kadınları, çok ciddi ve çok namuslu eşler
var. Ama, ben karımı daha on yıl önceden hemen hemen seçmiş
durumdaydım. Bana şimdi siz, 'Peki ama kardeşim, adı lazım
değil, falan sinema yıldızıyle niçin aylarca yaşadın?'
diyeceksiniz. Hemen cevabını vereyim. Yaşamayıp da ne yapayım...
Her erkek bir kadın arkadaşa muhtaçtır. Ama şimdi o maceraların
hepsini unuttum. Sağlam temeller üzerine, hayatımızın sonuna
kadar sürmesini temenni ettiğim bir yuva, mukaddes bir hayat
arkadaşlığı kurdum. Benim zihniyetim; evleneceğim, bir yastığa
ömür boyu baş koyacağım eşimin son derece namuslu, mazisinin
pırlanta gibi lekesiz olmasıdır. Her zaman bu zihniyeti
taşıyordum. Fakat, yakın arkadaşlarımız beni aksi fikirde bir
insan olarak gösterdi. Ben de aldırış etmedim. Çünkü, bizim
toplumda erkek evlenmeden önce ne yaparsa yapsın, evlendikten sonra
'O erkektir. Önemli olan evlendikten sonra eşine sadık
kalmasıdır,' derler ve geçmişteki her şeyi unuturlar. Doğru mu,
yanlış mı, bunun münakaşası yapılabilir, ama bu bir
gerçektir.»
Biz bunları konuşurken
Tanju Gürsu' nun, üniversite öğrencisi olan eşi Ayla Gürsu
mutfağa girmiş eşine yemek hazırlıyordu. Ayla Hanım, bir yemek
kitabı almış, ona bakarak yemek yapıyor. Bilmediği yemekleri
annesine telefon ederek soruyor, öğreniyor. Tanju Gürsu evini
baştan başa yenilemiş. Eşyaların hepsi, zevkle seçilmiş
şeyler.
«Bunların hepsini
karım seçti.» diyor. «Benim gibi karısı olan her erkak muhakkak
bahtiyar olur. Akşamları saat yedi olsun da eve gideyim diye
çalışırken sabırsızlanıyorum. Günde 4-5 defa telefon
ediyorum. Vakit geldi mi çocuklar gibi sevinerek aile yuvama
koşuyorum. Meğer evlilik ne güzel şeymiş.»
Ayla Gürsu, bu sözleri
duyunca yanakları pembeleşiyor. Kibar ve saygılı bir sesi,
konuşma tarzı var. Hele Tanju Gürsu, «Biz iki kişi olduğumuz
için çarşıdan alıp pişirdiğimiz yemekler fazla geliyor. Birkaç
gün bitmiyor, inşallah üç kişi oluruz da bayat yemekten
kurtuluruz!» deyince iyice yanakları pembeleşti.«Baba olmak ister
misin?» sorusuna Tanju Gürsu hiç düşünmeden: «Hem de nasıl?»
diye cevap verdi.
Biz konuşurken telefon
çalıyordu. Tanju kalktı, konuştu, kendisine: merakla baktığımı
görünce izah etti. «Trabzonspor futbol kulübünün transfer
komitesindeyim. Onun için telefon ediyorlar. Sadece filimde
oynamakla iş bitmiyor ki, biraz da futbol transferi
yapalım»...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)
Yorumlar
Yorum Gönder