Ana içeriğe atla

Brigitte Bardot Hakkında Herşey

BRİGİTTE BARDOT hakkında şimdiye kadar pek çok şey yazıldı, yazıldığından daha fazlası da söylendi. Ama acaba bütün bunların ne kadarı gerçeğe uygundu? Brigitte gerçekten söylendiği gibi burnu havada gezen, kendini beğenmişin biri miydi? Ve sahiden her yerde yazıldığı gibi Paris’in bir numaralı seks ilahesi miydi?
Elbette ki hakkında söylenilenlerin büyük bir kısmı doğruydu, nasıl ki hakkında yazılanların arasında gerçek olmayanların çok olduğu gibi. Ama Fransa'nın önde gelen sinema yazarlarından Guidez'in Brigitte Bardot ile yaptığı bir konuşma, onu bütün çıplaklığıyla ortaya koydu. Bakın Guidez, Brigitte Bardot hakkın da neler anlatıyor:
- «Şimdiye kadar pek çok yıldızla karşılaştım. Hiç biri beni evinde Brigitte gibi iyi karşılamamıştır, onun gibi ağırlamamıştır. Brigitte Bardot'nun belki takıştığı, münakaşa ettiği gazeteciler olmuştur, hatta makinesini kırdığı fotoğrafçılar da vardır, ama Brigitte bir kere karar verdi mi, evinin kapılarını gazetecilere açar ve onlara yardım etmek için de elinden geleni esirgemez. Ben gittiğim zaman soğuk içkiler hazırlamıştı. Bir köşedeki pikapta da hafif bir müzik çalıyordu. İçeriye girdiğim zaman kanepenin önünde uyuyan köpeği beni umursamadı bile.. Bir dakika geçti, geçmedi, Brigitte kapıda gözüküverdi. Makyajını henüz tazelemişti. Bu hareketi bile bana ne kadar önem verdiğinin en belirli ifadesiydi. Hemen bardaklara içki doldurdu, birini bana ikram etti, sonra da geçip karşıma oturdu, başladı konuşmaya.. Kendini beğenmiş bir kadın mıydı Brigitte? Asla!. Bakın, niçin...
«Uzunca bir süreden beri Paul - Doumer avönüsündeki bu iki katlı, içten merdivenli apartman dairesinde oturuyorsunuz, diye söze başladım. 'Çok şık, çok cici bir daireniz var. Ama ne bileyim insan bir Brigitte Bardot'nun evini çok daha şaşaalı, çok daha gözkamaştıncı sanıyor.'»
- «Neden? İnsan sinema yıldızı oldu diye, lüks ve gösterişe boğulması şart değil ki.. Hollywood'un en şaşaalı devrinde bu böyleymiş, ama şimdi o günlerin modası geçti. Önemli olanı insanın zevkine giden, derli toplu bir evi olmasıdır. Bazoches'deki ve Saint-Tropez’deki villalarım da mütevazi görünüşlüdür. Zaten gösterişten daima nefret etmişimdir ben, ömrüm oldukça da nefret etmeye kararlıyım.»
- «Haklısınız,» dedim. «Gerçekten de gösterişten hoşlandığınızı belli eden bir harekette bulunmadınız bugüne kadar. Gözkamaştıncı tuvaletler, saray yavrusu villalar, lüks otomobiller.. Bunların hiç birine rağbet etmediniz,» derken sözümü kesti.
- «Bir dakika,» diye tatlı tatlı gülümsedi. «Lüks otomobiller dediniz de aklıma geldi. Bir süre önce kullanılmış bir Rolls-Royce aldım. İdeal bir uzun yol arabası, ama hem bakımı çok zor, hem de çok masraflı.. Kullanılmış olmasına rağmen bana çok pahalıya maloldu, yakında satmayı düşünüyorum.»
- «Sormak istediğim bir şey var, Brigitte,» dedim. «Tasarruf endişesi yüzünden mi büyük modaevlerinden giyinmiyorsunuz?»
- «Hayır! Küçük butiklerdeki elbiseleri daha zevkli, daha zarif buluyorum da ondan. İyi bir kıyafet için dünyanın en ünlü modaevlerinden Dior'a gidiyorum, ama genellikle vitrinde beğendiğim, bir elbise gördüm mü, isimli olmuş, olmamış, aldırış etmeden kapısmı açıp butikten içeri girmekte tereddüt etmiyorum. Bugünün mini, maksi, ve bilhassa mini - şort modasını çok beğeniyorum. Üstelik genç kızlar da bu modayı kendilerine yakıştırmasını iyi biliyorlar. İyi de makyaj yapabildikleri için hemen hepsi birer kapak-kızı havasına bürünüveriyor.»
- «Biraz da Saint-Tropez’deki evinizden bahseder misiniz?»
- «'Madrague' adlı villamın artık benim için enteresan bir tarafı kalmadı. Bu yüzden satmaya karar verdim. Niçin derseniz Paris için Eyfel kulesi neyse, Saint - Tropez için de benim villam o oldu. Saint-Tropez'e gelen her turist benim villamı bir kerecik bile olsa kapısını çalıp içerisini görmek istemeden gidemiyor. Böyle olunca da villada rahatım, huzurum kalmadı. Düşünün bir kere: Sırf beni göstermek için günün belirli saatlerinde motorla turistler on Franka villamın önünden geçiriyorlar. İnanın ki, Bahamalar'da, ya da Fas'ta bir villa satın alıp başımı dinlemek istiyorum. İnsanın hiç kimseyle paylaşmak istemediği tek şey bence yalnızlığı olmalı. Ne zaman bir gece kulübüne gitsem, garsonlar hemen telefon edip fotoğrafçıları çağın- veriyorlar! Ondan sonra da rahata paydos! Söyleyin insan böyle bir durumda gazeteci düşmanı olmaz da ne olur?»
- «Peki son sevgiliniz Christian Kalkt'la olan ilişkinizin evlenmeyle sonuçlanacağım söyleyenler var. Bu konuda ne dersiniz?»
- «Her şey mümkündür. Christian Kalt'la bu kış Yukarı-Savua da kayak yaparken tanıştım. Tanışmamız da çok hadiseli oldu. Beş durmuş, skilerimi düzeltiyordum. Birden nereden çıktığını fark- edemediğim birinin yıldırım gibi bir çığ gibi üzerime doğru geldiğini görmeyeyim mi! Skileriyle beni ortadan biçip ikiye ayırması işten bile değildi. Dehşet içinde kalmıştım. Gözlerimi kapatıp nefesim kesili bekledim. Bir, iki saniye geçti. Baktım ki kimse bana çarpmadı, gözlerimi açtım. Adam ustaca bir manevrayla bana çarpmadan geçip gitti. Az sonra tanıştık. O gece otelin lokalinde buluşmaya karar verdik. Yemek yedik, dansettik. Ondan sonra da sık sık birbirimizi görmekte devam ettik. İkimiz de birbirimizi seviyoruz. Seven iki insanın evlenmesi kadar tabii bir şey olabilir mi? Geçenlerde gazetelerde, dergilerde, kanser derneği yaratma yapılan ve Pele’nin de yer aldığı «Santos-Marsilya Karması» maçında ilk atışı yaparken fotoğraflarım çıktı. O gün Christian Kalt da benimle beraber stada gelmişti. Gazeteciler benim kadar onunla da ilgilendiler. Aynı suali ona da sormuşlar, o da tıpkı benim gibi cevap vermiş: 'Neden olmasın?' demiş. Yakın bir gelecekte evlendiğimizi işitirseniz, şimdiden söyleyeyim, hiç şaşmayın? Evlenmek insana yeni bir heyecan veriyor. İnsan da heyecanlarını kaybetmedikçe ihtiyarlamıyor. Şimdiye kadar üç kere evlendim, bir o kadar da boşandım. Ama, bu, evlilik aleyhinde olduğuma işaret etmez.»
- «Boşanma hastalığının özellikle sinema yıldızları arasında salgın olmasına ne dersiniz?»
- «Böyle bir şeyi kabul edemem. Bakın, geçenlerde bir filim için İsviçre’nin bir dağ köyüne gitmiştim. Köy üç çiftlikten ve de iki barakadan meydana gelmişti. Yani topu topu beş aileden. İşte bunlardan biri ben oradayken boşandılar. Demek istediğim şu, sabahleyin şafakla beraber kalkan, bütün bir gün çalışan, hayatları ciddiyet ve dürüstlük içinde geçen bu insanlar arasında bile boşanma oluyor. Bu bakımdan boşanmanın yalnız biz filim yıldızlarına mahsus olması mübalağadan başka bir şey değil.»
- «Bir sual daha Brigitte: Son yıllarda seksi istismar eden romanlar, kitaplar, filimler aldı, yürüdü. Bu çeşit kitaplar, filimler sizi ilgilendiriyor mu?»
Brigitte burada tatlı tatlı güldü. «Bu çeşit kitapların hemen hemen tiryakisiyim diyebilirim. Hepsini okudum. Ama filimler... Filimleri görmedim. Daha doğrusu pek azını gördüm. Eskiden seksi ön plana çıkartmaya pek cesaret edemezlerdi, ama bir kere cesaret edip ilk adımı attıktan sonra devamını getirdiler. Bence halk istediği sürece ve halkın istediği yapıldıkça bundan memnunum. Aşk meşelerinde belki bir denge kurmakta faydalı olur, diye düşünüyorum. Ben de birçok çıplak sahne çevirdim. Bunların hiç biri de sansür edilmedi. Çünkü müstehcen değildi, adi de değildi.. Kaldı ki her çıplak sahnenin muhakkak müstehcen olması da gerekmez.»
- «Son bir sual Brigitte. Daha doğrusu soracaklarımın en ilgi çekecek olanı: Gelecek için ne düşünüyorsunuz?»

- «Geleceği hiç düşünmüyorum ve uzun vadeli programlar yapmıyorum. Herhalde yine filim çevireceğim. Ve çok iyi filimler yapmaya çalışacağım, öyle ki daha az iyi olanları unutturacak kadar iyi...»...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...