Ana içeriğe atla

Burt Lancaster Ölümle Burun Buruna

Yirmi yıl önce panayır çadırlarında cambazlık yapan iki arkadaş vardı. Bunlardan birinin adı Nick Cravat'tı. Diğeği ise kısaca Lang diye tanınırdı, iki delikanlı, trapezde ölümü hiçe sayarak yaptıkları numaralar sayesinde, kasaba gençleri tarafından çok sevilir ve adeta imrenilirlerdi. Aradan zaman geçince Lang, bir prodüktörün dikkatini çekerek filim çevirmeye başladı ve adı milyonların tanıdığı Burt Lancaster oldu. Nick Cravat ise çoluk çocuğa karışmasına rağmen bugün hala eski arkadaşının yanındadır. Ondan ayrılmaz.
Geçenlerde Amerikalı prodüktör Jules Levy, Burt Lancaster'e Meksika'nın sarp kayaları üstünde geçecek oldukça tehlikeli bir filimde başrolü teklif edince yakışıklı adamın gözlerinde ister istemez eski günleri canlandı. Gene yükseklere tırmanacak ve bu yüksekliklerde ölümle alay edercesine oyun verecekti. «Bu, tam benim için biçilmiş bir kaftan,» diyerek prodüktöre filimde oynamaya hazır olduğunu bildirdi.
Böyle tehlikeli rolü kabul etmeyecek kadar şöhreti ve parası vardı. Fakat içindeki eski günleri yaşama hevesiyle bu işi çok benimsemişti. Hemen arkadaşı Nick Cravat'ı aldığı gibi Meksika'ya hareket etti. Bir yıl önce seneryosu hazırlanan «Kafatası Avcıları» adlı filmin çekimi çeşitli sebeplerle geçen haftaya kadar uzamıştı.
Ekip kendi arabalarında dar ve sarp kayalara doğru bin bir güçlükle tırmanırken aynı yolda Lancaster spor Mercedes arabasıyle adeta uçuyor, arka tekerleğin ara sıra uçurum kenarına kaymasına aldırmadan keyifle gülüyordu.
Burt Lancaster burada bazen kayaların en sivri uçlarında dolaşarak, bazen geniş uçurumlardan atlayarak, bazen de dört nala giden atların arasında yerde sürünerek bir haftada bu zor sahneleri tamamladı.
Evine döndükten sonra ilk iş olarak saatlerce bonya yapan gözü pek aktör, iyi bir uyku çektikten sonra da gazetecileri kabul etti. Bunlardan çoğu böyle şöhretli ve paralı bir ismin bu rolü nasıl kabul ettiğini ve üstelik dublör kullanmadan oynadığını hala anlayamamıştı. Onların dinlerken bile renkten renge girdikleri Meksika macerasını Burt büyük bir soğukkanlılıkla hatta neşeyle anlatıyordu:
- «Muhakkak ki ben de sizin gibi sakin bir köşede oturup viskimi yudumlamayı veya Paris caddelerinde tur atmayı birçok şeye tercih ederim. Fakat geçen yıl filmin hikayesini bana anlattıkları zaman bunun, çoktandır hayalimde yaşattığım bir rol olduğunu gördüm. Elbette tehlike büyüktü. Uzun zaman terbiye edilmelerine rağmen kullanacağımız atların bacakları arasında sürünürken birinin üstüme bir basması beni bir daha göremeyeceğiniz diyarlara yollayabilirdi. İnanın nal sesleri hala kulaklarında çınlıyor. O sahneyi çektikten sonra diğer günler sarp kayalarda çalıştık. Fakat her şey benim için çocuk oyuncağından farksız oldu. Birçoklarının soluğunu kesecek kadar yüksek yerlerde ben salonda oynar gibi rahattım. Tabii ki küçük yaşlarda yıllarca sirklerde trapezde sallanmamın bu işte büyük yardımı oldu. Zaten yükseğe çıkmak cesaret değil, bir sinir işidir. Nasıl bazı insanlar kaygan şeylere dokunamaz veya genellikle kadınlar fare görünce çığlık atarlarsa, bazıları da yüksek yere çıkınca baş dönmesi veya mide bulantısı hissederler. Bende ise bunların hiç biri yoktur.
Gazetecilerden biri dayanamayıp sordu:
- «Yani siz kayaların uçlarında son derece soğukkanlı ve rahat olduğunuzu söylüyorsunuz.»

- «Sadece orada değil ben, bütün hadiseler karşısında soğukkanlı olmamla tanınmışımdır. Fakat doğruyu söylemek lazım gelirse ben de ara sıra dua etmek ihtiyacını hissetmedim diyemem. Her şeye rağmen filmi çok sevdim. Sadece yükseklerde çalışıp eski günleri hatırladığım için değil, fakat her gün ekipten birinin korkudan yaptığı bir hareket veya filmin çekimi sırasında meydana gelen olaylarla günlerin nasıl geçtiğini bir türlü anlayamadım. Ayrıca manzaranın güzelliğine ise diyecek yoktu.»...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kartal Tibet'le Bıyık Üzerine

Bıyık deyip geçmeyin hemen... Burnun hemen dibinde başlayıp üst dudağa paralel siyah bir çizgi çizen «bıyık» dediğimiz nesne cins cinstir, çeşit çeşittir. Kaytan bıyık vardır, pala bıyık vardır, badem bıyık vardır, pos bıyık vardır, douglas bıyık vardır, hatta pis bıyık bile vardır. Anlayacağınız hanımların biçim biçim, renk renk, çeşit çeşit saçları ve dahi saç modelleri varsa, biz erkeklerin de «bıyık» avantajı var. Üstelik bizimki öyle berberdi, kuafördü gibi beklemeli, masraflı değil. Bir makas, küçük bir ayna bıyığınıza istediğiniz biçimi vermek için yeter de artar bile! Şimdi, durup dururken bu bıyık meselesinden söz açışımız elbette sebepsiz değil. Biraz ilerimizde filim çevriliyor. O sahnenin çekimi biter bitmez Kartal Tibet yanımıza gelecek ve onunla «bıyıktan» bahsetmeye başlayacağız. Zihni temrin bizimkisi yani... Evet, sahne bitiyor, Kartal Tibet rejisörden izin alıp yanımıza doğru yürümeye başlıyor. Geldi... oturuyor... KARTAL TİBET VE BIYIK Kartal Tibet’te «bıy...

Turgut Özatay Evlendi

1964 yılını 1965'e bağlayan günlerdeyiz... İstanbul rıhtımına güzel bir Italyan gemisi yanaştı: «San Marco»... Gemiden çıkan turistler Istanbul'ın tarihi anıtlarını, tabiat güzellikleri görmek istiyorlar. Geminin merdivenlerinden iki İtalyan kızı iniyor. Tam o sırada Türk sinema dünyasının ünlü karakter oyuncusu Turgut Özatay da orada bir arkadaşını ziyarete gelmiş. Kızlardan İngilizce bileni Turgut'a, «Ayasofya'ya ne taraftan gidebiliriz?» dîye sordu. Turgut da bu iki turist kıza, «İsterseniz otomobilimle sizi oraya götürebilirim,» cevabını verdi. Biraz sonra üç kişi Ayasofya'nın 1500 yıllık kubbesi altında geziyordu. Genç kızlardan Cinzia Morigi adında olanı Fransızca biliyordu ve Urbino üniversitesinde felsefe doktorası yapıyordu. Cinzia, İtalya'ya gittikten sonra, pek beğendiği Turgut Özatay'a bir teşekkür mektubu yazdı. Turgut bu mektubu arkadaşı Vladimir Krasovsky'ye tercüme ettirdi. Mektuplaşma aylarca, hatta yıllarca devam etti. 1965 geçmi...

Fatma Girik'in Çıplaklıktaki Cömertliği

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi sinemaya da muhtelif yollardan gelinir; gelenlerin çoğu şöhret olup bol paraya kavuşma hayalini içlerinde bir virüs olarak taşıyarak silinip kaybolurlar, bir kısmı daha ilk edimini attığında önündeki bütün kapıları ardına kadar açık bulup zahmetsizce merdivenleri tırmanır; kimi dert çeker, çile çeker ama, direnir, şansını bekar. Şans günün birinde ona gülünce her şey birden ışıldar, şan, şöhret, para, hayranlar onun olur... Fatma Girik’i hangi sınıfa sokabilirsiniz. Bize kalırsa bu klasik sınıflamanın dışındadır Yeşilçam’ın mavi gözlü, açık sözlü Fato’su... Dışındadır, çünkü o şöhret olmak için çile çekmemiştir. Evet, sinemaya figüranlıkla başlamış, «Günahkar Baba» da, «Beş Hasta Var» da figüranlık yapmıştır, ama birden başrole fırlamış ve bir daha oradan aşağıya inmemiştir. Ama ne var, biliyor musunuz? Fatma Girik 'in asıl çilesi o zaman başlamıştır. Yeşilçam'da kadın yıldız öpüşmez, soyunmaz, makyajsız kamera karşısına geçmez, İstanb...

Orhan Gencebay'ın Spor Tutkusu

Spor adaleyi güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda beynin bütün fonksiyonlarını da güçlendirir, dolayısı ile iradeyi ve mantığı sağlamlaştırır.» Orhan Gencebay birbirinden ağır halterleri kaldırır, bisiklette pedal çevirip ter atarken, bir yandan da bunları söylüyordu. Sanatçının periyodik spor çalışmasını yaptığı aletli jimnastik salonunda bir yandan resim çekiyor, bir yandan da spor üzerine söyleşiyorduk. Orhan Gencebay, pek çok sinema sanatçısında bile olmayan atletik bir yapıya ve fiziğe sahipti ve bunu sürekli spor yapmaya borçlu olduğunu söylüyordu. Sanatçı sporla çocukluk yıllarından bu yana devam edegelen ilişkisini şöyle anlattı: «Samsun'da ortaokul ve lise sıralarında 5-6 yıl aralıksız vücut estetiği ve güreş çalıştım. Kondisyonum çok iyiydi. O yıllarda biraz da Jiu-Jitsu çalıştım ama, o zamanlar Uzakdoğu sporları ülkemizde henüz çok yeni idi. Bu yüzden o yönde pek fazla gelişemedim. Her zaman çok yürür ve çok koşardım. Bu, sadece bana özge bir davranış değildi....

Ajda Pekkan Konuşuyor

Kimisine göre Eurovision yenilgisinin getirdiği bunalımdan kimisine göre aşk ilişkilerindeki çıkmazdan büyük bir bunalıma itilmişti. Kimseyle görüşmek istemiyor, giderek kilo veriyor, gülmeyen yüzü, kuşkulu bakışlarıyla çok zaman bilinçsiz ve yanlış davranışlarda bulunuyordu. Bu sıkıntılı dönemini atiatamayacağım anlayınca her şeyi bırakıp kaçmak istedi. Günün birinde uçağa atladığı gibi Türkiye'den uçup gitti... Bazıları Londra'da olduğunu söylüyordu Ajda'nın... Ama kesin olarak kimsenin bildiği bir şey yoktu. Bir hafta Paris'te görülüyor, sonra Cenevre'de veya Zürih'de olduğundan söz ediliyordu. Beili ki, sıkıntısı, problemleri ülkesini terketmekle geçmemişti. Yerinde duramıyor, bir şeyler arıyor, aradığını bulamıyordu... İşte o günlerde ansızın bir akşam saatinde SES'e telefon etmişti Ajda... «Unutmak ve unutturmak istiyorum. Bıktım, usandım... En az altı ay gelmeyeceğim Türkiye'ye... Müziği seviyorum. 17 yıllık çocuğum benim. Kuşkusuz müzikten...