Bugün İstanbul'dan
kopalı tam 112'ci gün... Bu süre zarfında Londra'da neler
yaptığımı ilerde uzun uzun anlatacağım sizlere Burada neler
yaptığıma dair resim ve haber gönderdiğim zaman herhalde oradaki
birçok baş yere eğilecektir. Sizlere Londra'daki «Ben»i
anlatacağım. Şimdi aradan kendimi çekip s ze Londra'yı
anlatayım, Londra sinemalarında oynayan filimlerden söz edeyim.
Burada, ne zaman boş
kalsam hemen sinemaya koşuyorum. Sinema sadece benim mesleğim, 18
yıllık sevgilim değil. Sinema «Hobby»m benim, tutkum,
sevdalım...
Durmadan, hem de
çeşitli, filimlere gitmemin bir nedeni de büyük bir başkentteki
NABZI yoklayabilmek için. Kim, hangi filimde ne yapmış. Halkın
olumlu ya da olumsuz tepkileri neler?.. Bu yüzden Joshua Logan'ın
harcıalem «Paint Your Wagon»ından John Schlesinger'in «Midnight
Cowboy»una kadar değişik bir sürü filim var dağarcığımda.
Bu arada şu noktayı
belirtmekte fayda var: Dünya sineması büyük çapta oyuncu yokluğu
içinde. Bir yığın tipsizi star diye piyasaya sürmeğe
çalışıyorlar. Gördüğüm bunca filim içinde, gerçekten büyük
oyun diye kabul edebileceğimiz bir elin parmakları kadar az.
DAĞARCIKTAKİ FİLİMLER
Anthony Harvey’in
konusunu II. Henry'nın hayatından aldığı «The Lion in Winter»de
Peter O'toole - Katharine Hepbum uzun yıllar unutulamayacak bir
beraber - oyun çıkarıyorlar. Ama ne var ki bir yerden sonra büyük
usta O'Toole, Hepburn’u de aşıyor. Ulaşılması aşağı -
yukarı mümkün olamayan bir yüceliğe erişiyor. Aynı türde bu
yılın filmi de Charles Jarrott'ın, «Anne Of The Thousand Days»i.
Bu da İngiltere tarihinin önemli bir olayı: VIII. Henry ile Anne
Boleyn'in ilginç, acılı aşkı. Bu filimde de Richard Burton ve
Genevieve Bujold'ın yarattığı enfes beraberlik... Burton, büyük
aktör; kabul, ama O'Toole Tanrısal bir atma gücü içinde.
Seyrettikten sonra
günlerce etkisinden kurtulamadığım bir başka film de «Zorba The
Greek».. Bundan da yüce usta Anthony Ouinn seyirciyi büyüleyen
Aleksi Zorba kompozisyonunda.
Beraber oyunun en güzel
örneklerinden biri de rejisör Schlesinger, «Midnight Cowboy»unda
Dustin Hoffman-Jon Voight İkilisi.
Kazan'ın «The
Arrengement»ı da tüm oyuncuların eriştiği güzelliği
yansıtıyor. Büyüleyici bir beraberlik. Buna rağmen; doğudan
getirdiği delikanlılığıyle, o delikanlılığının
alışkanlıklarıyle yaşamakta devam eden, ısrar eden babada
Richard Boone unutulur gibi değil. Ken RusseFın D. O. Lavvrence'ten
sinemaya uyguladığı «Women İn Love - Zorba'da, ne çare, silik
kalan - Alan Bates'in ne kadar önemli bir oyuncu olduğunu ortaya
koyuyor.
«The Seagull», Sidney
Lumet'in ortalığı. yani sanat çevrelerini biribirine katan
eseri... İster istemez dinsel bir ayindeymiş gibi seyredilen bir
güzellik.. Yıllar önce, Haldun Dormen: «Anton Chekov'u oynamak
için oyuncu olmak yetmez. Yıllar süren öldürücü bir çalışma
ister», dediği zaman, bu sözlerde birazcık abartma payı
olabileceğini düşünmüştüm. Ne kadar yanıldığımı Seagull’ı
gördükten sonra bir kez daha anladım. Ve daha uzun yıllar,
ülkemizde bu büyük yazarın oynanmaması gerektine inandım.
«Önce Upon a Time in
the West»... Sergio Leone'nin bu büyük Wester’inde H. Fonda,
Jason Robards gibi her rolü iyi oynamasını bilen iki devle
karşılaşıyoruz. Ne var ki Charles Bronson olağan üstü bir etki
bırakarak yolluyor sizi sinemadan. Hiç bir şey yapmıyormuş
duygusunu uyandırıp çok şey yapmak... En ufak bir abartmaya
kaçmadan, aktörcülük oyunlarına kalkışmadan bir kişiyi
yaratmak... Aynı şeyi Robert Redford için de rahatça
söyleyebilirim.
Bu yılın büyük
patlamalarından biri de «Butch Cassidy and the Sundance Kid’deki
oyunuyla Redford oldu. Dünyanın ünlü dergilerinden Life'ın bu
filimden sonra ünlü aktörün bir resmini basıp, hakkında geniş
bir röportaj yayınladığını söylersem sanırım Redford’un
sinema dünyasındaki yerini daha iyi kavrarsınız...
Pater Colinson'ın «The
Italian Job»ında Noel Covvard; «Ice Station Zebra» da Patrick
McGoohan, (Ki kötü bir filimde bile nasıl iyi oynanabilineceğini
gösteriyor) Herbert Biberman'ın «Slaves» inde, geçmiş yılların
güzel adamı, Stephan Boyd pürüzsüz çizilmiş kompozisyonlarla
karşımızdalar.
Hanım oyuncular için
de çok büyük çıkışlar yok. Fakat: «More» da Mimsy Farmer,
«Z.»de İrene Papas, «Willie Boy »da Katharine Ross, «The
Arrengement»ta Faye Dunaway, «The Seagull» de Vanessa Redgrave,
«Zorba »da Ula Kedrova, «Women in Love»da Glenda Jackson ve «John
and Mary»de Mia Farrow, sayısı binlere varan kabiliyetsiz kadın
oyuncular ordusu içinden sıyrılıp, gerçek aktris ünvanını
hakedenlerden bazıları...
Bu mektubumda sizlere
şöyle kabataslak oyuncular konusundaki görüşlerimi sıralamaya
çalıştım, ilerideki mektuplarımda, yazımın başında
belirttiğim gibi Londra'daki «Benden», filimler ve rejisörlerden
söz etmek istiyorum. Sonra Londra sahnelerine eğiliriz beraberce..
Daha görmem gereken bir yığın filim olduğu için, sezon sonunda
göndereceğim bir başka mektupta da sizlere dilimin döndüğü,
kalemimin yettiği kadar yılın oyuncular grafiğini çizmeye
çalışırım.
Londra'daki Türk
Fikret Hakan'dan yurttaki bütün dostlara saygı, sevgi ve
selamlar...»...(diğer haberler için aşağıdaki linke tıklayın)
Yorumlar
Yorum Gönder