Göksel Arsoy, ilk filmi «Kelepçe» yi 1958 yılında çevirdi. Rejisör
Sırrı Gültekin ve o yılların Türk sinemasının bir numaralı
yıldızı Muhterem Nur'un himmet ve gayretleriyle bu filimde oynayan
Göksel Arsoy, bütün çabalarına rağmen beklediği sonucu
alamadı.
1959
yılında rejisör-prodüktör Nevzat Pesen «Samanyolu» filminde
Belgin Doruk'la birlikte başrolü paylaşacak, yepyeni, romantik,
bilhassa genç kızların kalplerini hop hop hoplatacak bir jön
arıyordu. Muhterem Nur, gene Göksel Arsoy'u tavsiye etti Nevzat
Pesen'e. Şimdi Vefa Kulübünün başkanlığını yapan
prodüktör-rejisör Nevzat Pesen'in bu tavsiyeye önceleri aklı pek
yatmadı ama, başka bir jön bulamadığı için mecburen, «Evet.»
dedi ve hemen bir hafta sonra da filmin çekimine başlandı.
İşte
bu «Samanyolu» filmi bir dönüm noktası oldu Göksel Arsoy'un
sinema hayatında. Türkiye’nin dört bir tarafından Göksel
Arsoy’a günlerce, aylarca mektup yağdı. Binlerce hayran ilk defa
gördükleri bu romantik jöne bir anda gönül verdi. Bir ay içinde
«star» olan Göksel Arsoy, arkasından «Satın Alınan Adam»,
«Gönül Avcısı», «Kızıl Vazo» gibi filrmlerle afişlerdeki
şöhretini perçinledi ve «Türk sinemasında ilk defa 60 bin lira
alan jön» ünvanını kazandı.
Sonra
her fani gibi Göksel Arsoy'un da yıldızı söndü. Vatani görev
için iki yıllığına Yeşilçam'dan ayrılış, romantik
filimlerin yerini yavaş yavaş avantür filimlerin alması gibi
nedenlerle Göksel Arsoy, tahtını ancak 4 yıl koruyabildi. Gerçi
daha sonra «Altın Çocuk» olarak Bond filimleri yaptı, şöhretini
söndürmemeye çalıştı ama, eski Göksel Arsoy değildi artık.
1967
yılında sahnede görüyoruz Göksel Arsoy’u. Herkesin kafasında
aynı soru var: «Sahnede ne yapabilir Altın Çocuk?» Hayret!
«Altın Çocuk» aleyhinde yapılan bütün tahminleri boşa
çıkarıyor ve sahnede «ikinci defa altın çağını» yaşamaya
başlıyor. Gecede aldığı para 6 bin liradır. Şarkı söylediği
gazinolar dolup dolup boşalmaktadır. Ve Göksel Arsoy'un sahne
başarısı bugün de devam etmektedir.
Bütün bunlar. Göksel
Arsoy'la Divan Oteli’nde konuşurken, bir filim şeridi gibi
geçiyor aklımızdan. Göksel Arsoy' la röportaj yapmamızın
nedeni de, önümüzdeki aylarda iki renkli filme bir den başlayacak
olması. Şöyle bakıyoruz da, hala yakışıklı, hala jön
havasında. Sahnedeki başarısı da caba.
Anlayacağınız,
ikinci Viyana muhasarası gibi, Göksel Arsoy da Yeşilçam
kapılarını ikinci defa zorluyor. Zorluyor ama, ikinci Viyana
muhasarasının başarısızlıkla sonuçlanması da insanda bazı
çağrışımlara yol açıyor. Ya Göksel Arsoy da bu ikinci
muhasarada hezimete uğrarsa? Fakat o bizim gibi düşünmüyor bu
konuda:
-
«Temmuz ve ağustos aylarında çevireceğim iki filim için çok
iyi hazırlanıyorum. İki filim de müzikal olacak. Şarkı
söyleyeceğim bu filimlerde. Yepyeni şarkılar. Altı aydan beri
çalışıyorum. Tanınmış bestekarlara bu filimler için besteler
ısmarladım. Yeşilçam’a ikinci gelişimin tatsız bir sonuçla
bitmesini istemediğim için böylesine iddialı çalışıyorum.»
-
«Peki üç ay önce oynadığınız 'Sürtük' filmi size bir şey
kazandırmadı mı?» diye soruyoruz.
Sinirleniyor bir an
için. Yüzü alı al, moru mor oluyor. «Aldatıldım o filimde,»
diye cevap veriyor bize. «Prodüktör Ertem Eğilmez bana yalan
söyledi, verdiği sözleri tutmadı. Bu tutum bir insanın istikbali
ile oynamak demektir, ama ben öyle kolay kolay yıkılacak
adamlardan değilim. Oynıyacağım iki filimle daha ölmediğimi,
kolay kolay ölmeyeceğimi dosta düşmana ispat edeceğim inşallah!»
Ne
diyelim, «Söyleyene değil, söyletene bak,» demişler! Bekleyelim
ve Göksel Arsoy’un Yeşilçam kapılarını ikinci defa
zorlamasının neticelerini hep
beraber görelim...
bıktırıcı köy oyunlarından birini göreceğiz galiba,» diye
düşünmüştüm. Oyun başlayıp da perde açılır açılmaz, sırf
oyunun ismine bakarak, evvelden kafamın içinde varmaya çalıştığım
peşin hükümden ötürü rahatsız oldum. Meğerse herşeyiyle
bizden olan, böyle güzel bir oyunu ne kadar özlemişim!...
Oyun
tema olarak, 1830 sıralarında bir ağanın yanında çalışan
silik bir insan müsvettesi olan Atçalı Kel Mehmet (Bozkurt Kuruç)
'in haksızlığa uğrayıp dağa çıkışını ve bir halk
kahramanı oluşunu işliyor.
Oyun
esas fikir olarak bir parça «Viva Zapata» ya ve bu tip daha
başkalarına benzemesine rağmen hikâyesiyle, tiplerinin
düşünüşleriyle, yaşayışlarıyla, gelenekleriyle,
kıyafetleriyle, her şeyiyle bizden. İçindeki evrensel ana fikir,
«İnsanlar eşittir. Kimse kimseyi ezmeden, hep beraber mutlu
yaşamalıdır,» diyor.
Oyunda zaman zaman Kel
Mehmet’le onun akıl hocası Deli Yani (Soner Ağın)'nin o kadar
güzel sözleri var ki. Mesela ağa ve adamları onu gördükleri
yerde öldüresiye dövdükçe ve üstüne üstüne geldikçe,
onların gölgelerinden bile korkar olan Atçalı, «Zor, zoru
doğurur... Zor, zoru çeker... Ve sonunda zor, zorun üstüne
gider!» diyerek çaresiz kalınca üstüne saldıran kahyayı vurmak
zorunda kalıyor ve böylece o devirdeki bir çok eşkıyalar gibi o
da dağa çıkmaya mecbur oluyor.
Daha sonraları Atçalı
dağlarda büyük bir kuvvet olmuştur. Kendisinden yardım isteyen
kasabalara inerek suçluları cezalandırırken, bir taraftan da o
yanaşmalığı zamanında gönül verdiği ağanın kızı Fatma
(Sermin Hürmeriç)’yı unutamamaktadır. Bir ara Aydın Vilayet
Konağı'nı basar ve kendini Aydın Valisi ilan eder. Böylece
görünüşte şehirde kalacak ve kendisine ihtiyacı olan halkın
içinde olacaktır. Ama aslında halkla beraber, sevdiği kıza da
yakın olmayı düşünmektedir.
Deli
Yani, «Kalma Mehmet,» diye yalvarır. «Sen dağlarda oldukça
efsaneleşirsin. Orada her yaptığın uzaktan büyük görünür.
Halbuki burada, her gün onların arasında olacaksın. Senin de,
kendileri gibi yiyip içtiğini görecekler. Senin de elin var,
ayağın var, görecekler. Hatta kendiierininki gibi ayak parmakların
olduğunu görecekler. Tıpkı onlar gibi olacaksın, küçüleceksin,
Atçalı... Küçüleceksin!..»
Bütün
oyun yer yer ve yerli yerinde hep bu tip güzel sözlerle dolu. 150
yıl öncesinden misal getirip, gayet güzel bir şekilde memleketin
içinde bulunduğu bunalımı anlatan bu eser güzel yorumlanmış,
nefis trafiği, ışık oyunları ve yerinde gerilimi ile başarıyla
sahneye konmuştur. Baştaki realist güreş sahnesi ve şimdiye
kadar görmediğimiz enteresan final, yazarın mı, rejisörün mü
bilmiyorum. Hangisininse tebrik ederim.
Orta
derecede oyun veren bir iki oyuncunun ve ses tonlarının salonun
neresine kadar anlaşıldığının layıkıyle ayarlanmamış olması
dışında, ekip olarak bütünüyle başarılı olan kadroda
bilhassa Atçalı'da Bozkurt Kuruç, Deli Yani’de Soner Ağın,
Elvan Ana'da Tomris Oğuzalp, Fatma'da Sermin Hürmeriç, Şerif
Hüseyin’de Zafer Ergin gözü geçiyordu.
Gönül,
böyle bir oyunu kalabalık bir seyirci kitlesinin görmesini
istiyor. Ama ne yazık ki, Devlet Tiyatrosu'nun İstanbul oyunları,
ayda üç, dört seanslık göstermelik lüks temsillerden ibaret
kaldığına göre, bu oyun da şimdilik mahdut ve şanslı bir avuç
seyircinin inhisarında kalacak...(diğer haberler için aşağıdaki
linke tıklayın)
Yorumlar
Yorum Gönder